Tarihi 17 Ocak 2011

Suçlu bulundu!

Serbest bırakılmalarının hemen ardından yazmıştım. "Bunlar gidici, yakalayabilene aşk olsun" demiştim. "Adamlar aptal mı" diye de eklemiştim:
- Yeniden içeri girip neden yatsınlar ki!
Aynen öyle oldu...
Bırakılan Hizbullahçılarla PKK'lılar sırra kadem bastı.
Bu süreçte akıllara ziyan gelişmeler yaşandı. Hizbullahçılarla PKK'lıları bırakan mahkemenin başkanı bir açıklama yaptı. Sözleri de gazetelerde yayınlandı: "Sakın kaçırmasınlar."
Böylece topu polisin üzerine attı.
Ardından da yakında tekrar tutuklanacakları anlamına gelecek kelimeler sarf etti. Şaka gibi bu sözler üzerine, kimse "Madem öyle niye bıraktın?" diye sormadı.
Sorsaydı da verilecek cevap belliydi:
- Bırakmak zorundaydım; çünkü yasalar benim elimi kolumu bağlıyor. İyi ama, yasalar polisin de elini kolunu bağlıyor. Polis, haklarında hiçbir yargı kararı ve şikâyet bulunmayan bu insanların peşine düşemezdi. Aksi takdirde suç işlemiş olurdu. Polisin harekete geçmesi için yine yargıdan bir talimat alması gerekirdi.
Peki, var mı böyle bir görevlendirme?
Yok!
Buna rağmen, şimdi herkes polise yükleniyor. "Polis neden duyarlı davranmadı?", "polis niçin görevini yerine getirmedi?" türünden suçlamalar yapılıyor.
Oysa, polisin yetki alanı da kanunlarla sınırlı. Polisin, bir başkasının yaptığı hatayı temizlemek gibi bir işi de yok.
Sonuçta polis yasaları uygulamakla görevli bir kolluk kuvveti.
***

Polisin görevi şimdi yeni başladı...
Mahkemece verilen "yakalama kararı" üzerine gerekenleri yapmak ve kaçakların peşine düşmek zorunda.
Arayacak, tarayacak, sanıklar yurt dışına kaçıp gitmediyse yerlerini bulacak.
Direnirlerse zor kullanacak; yakalayıp bir defa daha adalete teslim edecek.
Tabii, bu arada çatışma çıkması ihtimali de var.
Bugün çeşitli çevrelerin veryansın edip suçladığı polis, belki olayın mağduru da olacak. Yaralanacak ya da şehit düşecek.
Sonuçta, Hizbullahçılarla PKK'lıların serbest kalmalarını sağlayanlardan kimse zarar görmeyecek. Ortaya çıkan bu garabetin bedelini yine kolluk kuvvetleri ödeyecek!

TALİBAN ZİHNİYETİ
Kars'taki heykel tartışmaları geçtiğimiz hafta boyunca sürdü...
Kendisine "sanatsever" ve "aydın" adını veren bir grup, ağzına ne gelirse söyledi. Heykelin yıkılmasından yana tavır koyan Başbakan, sürekli olarak "Taliban zihniyetli" ve "sanat düşmanı" olmakla suçlandı.
Oysa, asıl "Taliban zihniyetini" savunanlar, "anıt" dedikleri o beton yığınına sahip çıkmak için ellerinden geleni artlarına koymayanlar.
Bilmiyor olamazlar, ama bilmiyorlarsa bir defa daha hatırlatmak gerekir. O beton yığını, yüzlerce yıllık bir tarihin üzerine konduruldu. Çevresinde bulunan makineli tüfek yuvaları ve tabyalara zarar verdi.
500 yıllık tarih, iki tane beton bloğa feda edildi.
Sözde "sanat" adına yasalar hiçe sayıldı. Kanunun engellemelerine rağmen, SİT alanında inşaat yapıldı.
Yetkili mercilerce verilen "yıkım" kararlarına meydan okundu:
- Haydi yıkın da görelim!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti
bir aşiretmiş gibi davranıldı!
Şimdi kimse kusura bakmasın, kimse darılmasın, ama bütün bu yapılanlar, tarihe karşı işlenen bir suçtur. "Heykel" denilen o beton blokların, tarihi eserlerin üzerine dikilmesi ile Taliban'ın tarihi heykelleri bombalamasının arasında bir fark yoktur. "Aydın" olmak, sonradan kondurulan o şekilsiz beton yığınlarına değil, tarihi eserlere ve tarihi dokuya sahip çıkmayı gerektirir.
Sırf, Başbakan'a muhalefet olsun diye o betonlara sıkı sıkıya sarılanlara duyurulur!