Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 17 Ekim 2017

Hukuk mu, güç mü?..

ABD Büyükelçiliği'nin başlatıp Türkiye Cumhuriyeti'nin mütekabiliyet gereği misliyle mukabele ettiği 'vize krizi' ile ilgili gelişmeler sürüyor. Detayları bir tarafa, ABD güçlü olduğunu ve dolayısıyla ne isterse yapabileceğini düşünürken; haklılığının bilincindeki Türkiye, yapması gerekeni yapıyor...
Ankara Büyükelçiliği marifetiyle alınan vize ile ilgili kararın, sadece İstanbul Başkonsolosluğu bağlantılı bir 'yerel eleman'ın tutuklanmasıyla ilgili olup olmadığı, şimdilik belirsiz.
Meselenin arka planında, Türkiye'nin FETÖ'nün lider ve mensuplarını isteme konusundaki ısrarı, Rusya'dan S 400 füzeleri alınması, Suriye'nin kuzeyinde İran ve Rusya ile beraber attığı ve atmaya niyetlendiği adımlar ve benzeri başka hususların olup olmadığını, henüz bilmiyoruz.
Ancak, nasıl ki konsolosluk yerel elemanının tutuklanması vize müracaatlarını askıya alma kararını izah etme konusunda yetersiz ise, yukarıda saydığımız diğer sebeplerin konuya dahil edilmesi halinde bile karar açısından makul ve mantıklı bir sebep ortaya çıkmıyor.
ABD ile aramızdaki diğer mesele, yani Rıza Zarrab ve Halk Bankası Genel Müdür Muavini'nin tutuklanmaları ve Ekonomi eski Bakanı Zafer Çağlayan'la ilgili gıyabi tutuklama kararı çıkarılması konusu, nasıl ciddi garipliklerle malul ise, vize müracaatlarını askıya alma kararı da benzer bir şey.
ABD'nin tek taraflı olarak aldığı bazı kararlara uymadıkları gerekçesiyle, başka ülke vatandaşlarını tutuklaması zaten garip bir durum. Ancak, bir başka ülkenin hükümetinde eskiden görev yapmış bir bakanla alakalı tutuklama kararı, çok daha garip.
Cumhurbaşkanımızın bir önceki ABD ziyaretinde, ABD polislerinin müdahale etmemeleri ya da gecikmeleri sebebiyle koruma görevini yapan polislerimizle ilgili kararı da aynı kategoride değerlendirebiliriz aslında.

İÇİMİZDEKİ AMERİKALILAR
Mayıs ayında yaşanan ve ABD polislerinin seyirci kalması üzerine çıkan olayda gözaltına alınan eylemciler serbest bırakılırken, Cumhurbaşkanımıza destek olan iki vatandaşımız tutuklanmış ve olaya karıştıkları iddia edilen 12 Cumhurbaşkanlığı koruma görevlisi hakkında tutuklama kararı çıkartılmıştı.
Konunun en ilgi çekici taraflarından birisi de, haklarında tutuklama kararı çıkartılan polislerden bazılarının o arada Cumhurbaşkanımızın yanında değil eşinin yanında olmaları. Daha da ilgi çekici olan ise, bu koruma polislerinden bazılarının o ziyaret için ABD'ye bile gitmemiş olmaları.
Bütün gelişmeler, doğrudan ABD yönetiminin değilse bile, ülke içerisindeki birtakım güçlerin Türkiye ile ilişkilerde problem çıkarmaya ya da var olan problemlerin şiddetini artırmaya çalıştığını gösteriyor. Buradaki esas mesele ise, sıklıkla hukuk vurgusu yapan ABD tarafının, olup bitenlerde hukuki haklılık yerine, güce dayalı haklılık arayışı peşinde olması ile ilgili...
Gelişmelerin esas sebebi olarak gözüken konsolosluk yerel elamanının, ülkemizin son dönem yaşadığı birçok talihsiz olayla bağlantılı olduğu ortaya çıkmış durumda. Önce sadece FETÖ bağlantılı olduğu zannedilen şahısla ilgili soruşturma derinleştikçe de, yeni durumlar ortaya çıkıyor.
Türkiye'nin ülke olarak karşılaştığı en büyük sıkıntılardan birinin ardındaki kişiyi iade etmemek için yargı bahanesine sığınan ABD'liler, sıklıkla 'hukuk'tan dem vursalar da, belli ki 'güçlüyüz ve istediğimizi yaptırırız' mantığı ile hareket ediyorlar.
ABD'nin güce dayalı haklılık iddiasını doğru bulan içimizdeki Amerikalıların hukuk derken aslında ne demek istediklerini de anlamış oluyoruz böylelikle. Onlar da tıpkı ABD gibi, bildiğimiz 'hukuk'tan değil, 'gücün hukuku'ndan bahsediyorlar belli ki.