Kibirli insanın kalbinde sevgi, merhamet ve güven yeşermez

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 29 Mayıs 2019 Güncelleme 29 Mayıs 2019, 07:57
Kibirli insanın kalbinde sevgi, merhamet ve güven yeşermez

İÇİNDEKİLER

Kışının başkalarını küçük görerek, nefsini onlardan üstün sayması anlamına gelen kibir farklı durumlardan kaynaklanabilir. Kimi zaman soyluluk, güzellik, fiziksel güç gibi yaratılıştan gelen birtakım özellikleri; kimi zaman da Allah'ın kendisine sonradan bahşettiği zenginlik, makam, ilim ya da nüfuz gibi nimetler, kıskançlığa ve bencil tutkulara meyilli olarak yaratılan insanı kendini beğenmeye sevk eder. Önceleri kendini beğenen kişi, zamanla sahip olduğu güzel özelliklerle övünmeye, başkalarından farklı olduğunu düşünerek büyüklenmeye başlar. Çevresindekileri küçük görerek kendisinin "en üstün" olduğu hissine kapılır ve böylece kibir hastalığına yakalanır. Kibirli insan daima kendisinden yüksektekilere bakar, onları kıskanır, onlar gibi olmak ve hatta onları geçmek için çabalar durur. Bu arzusuna ulaşamazsa hayattan zevk alamaz hale gelir ve sürekli halinden şikayet eder. Arzusunu gerçekleştirdiğinde de sonuç çok farklı değildir. Zira her yükselişinde daha üstün kimselerin olduğu düşüncesi elindekilerle yetinmekten, bunlarla mutlu olmaktan onu uzaklaştırır; doyumsuz hale getirir. Halbuki insanlığa rehber olan Hz. Peygamber, "Sizden daha aşağı olanlara bakın! Sizden üstün olanlara bakmayın! Allah'ın nimetini küçümsememeniz için en uygun olanı budur" (Müslim, Zühd, 9) sözleriyle haline şükreden kanaatkar bir kul olmayı tavsiye etmektedir.

DEV AYNASINDA GÖRMEK
Kibirli insan kendini dev aynasında görür. Hali vakti yerindeyse kendisi gibi olmayan birçok insanın karşılaştığı sıkıntılardan uzak olması, dilediğine dilediği zaman ulaşabilmesi, istediklerini başkalarına yaptırabilmesi gibi kolaylıklar onu kimseye muhtaç olmadığını düşünmeye sevk eder. Çevresindekilerin eleştirileri ve uyarılan onun için bir değer ifade etmez. Getirdikleri emirleri beğenmedikleri için büyüklük taslayarak peygamberlerini yalanlayan ve hatta öldürenler gibi "kalbi perdelidir", gerçeği göremez. Kendisinin her şeyi iyi bildiğinden emin olan, zekasına hayran bu kendini beğenmiş insan asla hata yapmayacağını, kendisine bir kötülük dokunmayacağını ve elindekilerin bir gün yok olmayacağını zanneder... Malına, makamına ve nüfuzuna güvenerek bu nimetlerin geçici birer imtihan vesilesi olduğunu aklına bile getirmez. Kendisini var eden bu nimetlere sımsıkı sarılır, onları kimseyle paylaşmak istemez, cimrileşir ve bencilleşir. Dahası onları hak ettiğini ve hatta kendisinin elde ettiğini düşünerek kullara teşekkürü ve Rabbine şükrü unutur. Kur'an-ı Kerim böbürlenip duran bu şımarık insanların tavrını şöyle dile getirmektedir: "Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırsak, 'Kötülükler benden gitti' der..." (Hud, 11/9-10). Peygamber Efendimiz'e cephe alan müşriklerin de inkarının büyük sebebi kibirleriydi. Toplumun önde gelenleri, halk içinde söz sahibi olmayan, gelir düzeyi düşük, öksüz ve yetim birine gökten vahiy geldiğine inanmak istememiş, "Bu Kur'an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!" (Zuhruf 43/31) diyerek itiraz etmişlerdi. Kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, nankörlük ve bencillik gibi Müslüman'a yaraşmayan pek çok kötü duyguyu hatta Hakk'a isyanı beraberinde getirir ki bu duyguların hakim olduğu kalpte Müslümanlık alameti olan sevgi, merhamet ve güven gibi duyguların gelişmesi mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber, güzel giyinmekten hoşlandığını ancak bunun kibir anlamına geldiğinden endişe ettiğini söyleyen bir kişiye kalbinin ne hissettiğini sormuş, o kimse Hakk'ı bilen ve onunla mutmain olan bir kalbe sahip olduğunu söyleyince, böyle bir kalpte kibir olmayacağını belirtmiştir.

CENNETE GİREMEZ
Resulü'nün ama bir sahabiye surat asmasına razı olmayan (Abese 80/1-4) Yüce Rabbimiz insanı başkalarını küçümsemekten ve büyüklük taslamaktan nehyetmiştir. "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin." (İsra 17/37) diyerek uyanda bulunmuş ve: "O (insanoğlu), kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?" (Beled 90/5) sözleriyle aslında yalnızca aciz bir kul olan insana, bu konumunun farkında olarak hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kişinin cennete giremeyeceğini haber veren (Müslim, İman, 148) Allah Resulü, "İnsanların kendisi için ayağa kalkmasından hoşlanan kimse cehennemdeki yerine hazırlansın" (Ebu Davud, Edeb, 151-152) buyurmuştur. İnsanlığa Kur'an ahlakını yaşayarak gösteren Hz. Peygamber, onlara tevazuu da yaşayarak öğretmiş, oldukça sade bir yaşam sürmüştür. Kendisini canından çok seven ashabın ona aşın övgülerde bulunmasını istememiş ve onları bu konuda uyarmıştır: "Hıristiyanların Meryem oğlunu (İsa'yı) övmekte aşın gittikleri gibi siz de beni övmede aşırılık göstermeyin. Şüphesiz ki ben Allah'ın kuluyum. Onun için bana 'Allah'ın kulu ve resulü' deyin' (Buhari, Enbiya, 48). Kendisi için ayağa kalkılmasını hoş görmemiş, toplumun en fakir kesimiyle birlikte oturup kalkmış, yemiş içmiş, çocukları dahi selamından mahrum bırakmamıştır. Bu tutumuyla insanlara örneklik eden Allah Resulü sık sık insanları kibirden sakındırıp alçakgönüllü olmaya çağırmıştır: "Allah bana, mütevazı olup birbirinize karşı övünmemenizi ve birbirinize karşı haddi aşan davranışlarda bulunmamanızı vahyetti" (Müslim, Cennet, 64).

BİR AYET
"Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutları döndürmesinde düşünen kimseler için âyetler vardır." (Bakara 2/164)

BİR HADİS
Enes b. Malik'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Bir Müslüman, ağaç diker veya ziraat yapar da ondan bir kuş, insan veya hayvan yerse, bu yediği kendisi için bir sadaka olur" (Müslim, Müsakât, 10).

PROF.DR. ALİ KÖSE