KOMŞULUK VE NEZAKET
Küçükken kaba ve çirkin sözlere alışan çocuklar, büyüdüklerinde bu alışkanlıklarını sürdürürler. Böylece toplumda birbirini sevmeyen, kaba ve kötü huylu insanların sayısı çoğalır. Komşular arasında da nezaket kuralları kalmazsa mahalle ve sokaklarımızda da huzur kalmaz. Bunun sonucu olarak da rahat ve huzur içinde yaşamak zorlaşır. Bir insan ne kadar bilgili veya zengin olursa olsun, nezaket ve zarafetten yoksun ise bu üstünlükleri gölgede kalır. Bilgi ve varlık arttıkça nezaketin de artması, insanın değerini yükseltir. Nazik insan davet edilmediği yere gitmez, davet olunduğu yere de gitmemezlik etmez. İma ile veya doğrudan kendinden bahsetmez, yapıp ettiklerini uluorta herkese söylemez.
VEFAKARDIR
Verdiği sadakayı, yaptığı iyiliği göstermez, gösterilmesinden mahcup olur. Çok iyi bilmediği hususlarda susar, bilse de mecburiyet yoksa öne atılmaz. Büyüklerine hürmetkâr, akranları ile iyi geçimli, küçüklere şefkatlidir. Üstü daima temiz ve muntazamdır. Güler yüzlü ve misafirperverdir. Yanına gelen ondan memnun ayrılır. Fakir olsa da kıskanç değildir. Çok vefakârdır. Ailesini, akrabasını sever, onların sıhhat ve afiyetlerine önem verir. Din, devlet ve ailevî vazifelerinde asla lakayt davranmaz. Diğer insanların menfaati için, zorluklara katlanarak bile olsa, hizmetini esirgemez. Kusurları araştırmaz, aksine örter, kendini hatalı görür.
GÖSTERİŞLİ DAVRANIŞIN KARŞILIĞI YOKTUR
Peygamber Efendimizin, "Sen bendensin, ben de senden!" diyerek övdüğü sahabi Ebu Ümame el-Bahili'nin anlattığına göre, bir adam Peygamberimize gelerek, "Şöhret ve kazanç (ganimet) elde etmek için savaşan kimse hakkında ne dersin?" diye sordu. Resülullah (sav), "Onun için hiçbir şey yoktur." dedi. Adam sorusunu üç defa tekrarladı. Allah Resulü de her defasında, "Onun için hiçbir şey yoktur." diyerek böyle bir kişinin mükafat elde edemeyeceğini belirtti ve ardından şöyle buyurdu: "Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan davranışı kabul eder." (Nesai, Cihad, 24).
(AYETÜ'L-KÜRSİ)
ALLAH, O'ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O'na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O'nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O'nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür. (el-Bakara 2/255)
ORUÇ FİDYESİ NEDİR? KİMLERE VE NASIL ÖDENİR?
Fidye, oruç ibadetinin yerine getirilememesi sebebiyle ödenen maddi karşılıktır. Buna göre ihtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, her gününe karşılık bir fidye öder. Bu kişiler daha sonra oruç tutabilecek duruma gelirlerse, fidyelerini vermiş bile olsalar tutamadıkları oruçları kaza ederler. Önceden verdikleri fidyeler bağış/sadaka sayılır. Bir fidye, bir kişiyi bir gün doyuracak yiyecek miktarı veya bunun ücretidir. Bu da "sadaka-i fıtır" ile aynı miktarı ifade eder. Bu, fidyenin asgari ölçüsüdür. İmkânı olanların daha fazla vermesi daha iyidir. Fidye Ramazan'ın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazan'ın içinde veya sonunda da verilebilir. Fidyelerin tamamı bir fakire topluca verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye güçleri yetmiyorsa Allah'tan bağışlanmalarını isterler. Oruç fidyesi, tıpkı fıtır sadakasında olduğu gibi onları verecek kişinin bakmakla yükümlü olmadığı yoksul Müslümanlara verilir. Bu sebeple bir kimse fidyesini kendi üst soy ve alt soyuna veremez. Bunların dışındaki kardeş, teyze, dayı, amca, hala ve onların çocukları, gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât, fitre ve fidye verilebilir.