Ticaret ahlakının temeli helal kazanca dayanır

Her çağda olduğu gibi günümüzde de kazancın önemli bir kısmı ticari faaliyetlerden elde ediliyor. Herkes ticaret yapabilir ancak gerçek anlamda esnaf ve tüccar olmak için ahlaki ve insani bazı değerlere sahip olmak gerekir.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 27 Mayıs 2019 Güncelleme 27 Mayıs 2019, 07:59
Ticaret ahlakının temeli helal kazanca dayanır

İÇİNDEKİLER

Her çağda olduğu gibi günümüzde de kazancın önemli bir kısmı ticari faaliyetlerden elde ediliyor. Herkes ticaret yapabilir ancak gerçek anlamda esnaf ve tüccar olmak için ahlaki ve insani bazı değerlere sahip olmak gerekir. Ahlaklı ticaret yapmak "elinden ve dilinden başkalarının güvende olacakları" şekilde davranmaktan geçer. Para kazanmak için bir işyeri açan ya da bir şirkete ortak olan herhangi bir Müslüman, şu hadis-i şerifi işyerine levha olarak asmalı, kulağına küpe olarak takmalıdır: "Doğru ve güvenilir tacir; peygamberlerle, Sıddıklarla, şehitlerle beraberdir." Bir esnaf, müşterisinden "Allah razı olsun, satılan maldan veya üretilen hizmetten memnun kaldım, verdiğim para helal olsun" sözünü duymanın iş hayatında en büyük kazanç olduğunu akıldan çıkarmamalıdır.

KOMŞU ESNAFA GÖNDERİLİR
Bizim ticari ahlak geleneğimizde "ilk siftahını yapan çarşı esnafının, bir sonraki müşteriyi siftah yapmayan komşusuna gönderme" adabı vardır. Hatta iflas ettiğinde onuru ve ahlakı sebebiyle borç bırakmamak için her şeyini feda eden esnaf ve tüccarlara, aralarında rakiplerinin de bulunduğu diğer tacirlerin bir komşu gibi sahip çıkarak onu ayağa kaldırdıklarına şahit olunmuştur. Sevgili Peygamberimiz toplumdan uzak yaşayan bir insan değildi. Herkes gibi o da ticaretle ilgilendi, alışveriş yaptı, borç aldı borç verdi. Hiçbir zaman haksızlığa göz yummadı. Bir gün Peygamberimize Saîb adında bir Arap tüccar takdim edilir. Onu, Efendimiz'e doğruluk ve dürüstlüğe dikkat eden bir kişi olarak tanıtırlar. Peygamberimiz, "Ben onu sizden iyi tanıyorum" deyince, Saîb de Allah Resulü hakkında şöyle bir iltifatta bulunur: "Evet, birlikte ticaret yapmıştık. Tuttuğu bütün hesaplar gayet mükemmeldi."

BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR
Efendimiz, ticarî hayâtı kontrol için ara sıra çarşıya çıkıyor, insanlara adalet, insaf, hak hukuk dersi veriyor, birbirlerini aldatmamalarını, yalan yere yemin etmemelerini ifade buyuruyordu. Bir defasında Allah Resulü, bir satıcının, ıslandığı için tartıda normal ağırlığından daha fazla gelen bir miktar buğdayı satmaya çalıştığını görünce, "Niçin ıslak tarafı müşterinin görebilmesi için üste getirmedin?" diyerek onu ikaz eder ve "Bizi aldatan bizden değildir" buyurur. Müslümanın parayla buluştuğu ortamlarda da özel bir dikkat göstermesi şarttır. "Sözünde durmak", "sözü senet olmak" aslında bir Müslüman kalitesidir. Yemin, verebileceğimiz en büyük teminattır. Yeminin ulu orta kullanılması, bir yandan onun değerine zarar vermekte diğer yandan da Allah lafzındaki yüceliği gözden düşürmektedir. Doğru bile olsa ticarete yemin bulaştırılmamalıdır. Bilindiği gibi bütün ameller niyetlere göredir, ticarette de bu kural geçerlidir. Dolayısıyla mü'min tacir, ticaretine ibadet gözüyle bakmalı. Ticaretle yoluyla da Allah'ın rızası elde edilebilir. Bununla birlikte bir esnaf besmelesiz işine başlıyorsa, servetinin şükrünü eda edemiyorsa elde ettiği kazancın bereketinden mahrum kalma tehlikesiyle karşı karşıya demektir.

HELAL OLMASI ÖNEMLİ
Ticaret yapan taraflar arasında vicdanı sorumluluk, birinci derecede rol oynadığı için hukukı kuralların temelinde de ahlakı prensipler belirleyici konumdadır. Ticaret ahlakının en temel gereği kazancın helal olmasına dikkat etmektir. Öbür dünyada yaptıklarından hesaba çekileceğine inanan her Müslüman'ın kazancına haram katmamaya özen göstermesi beklenir. Mesela içki ve domuz eti gibi Yüce Allah'ın haram kıldığı şeyleri alıp satmak bir Müslüman için helal değildir. Yine faizli işlem yapmak, kumar oyna(t) mak, vergi kaçırmak, müşteri kızıştırmak, stokçuluk yapmak gibi topluma zarar veren ticarı usulsüzlüklerden Müslüman tüccarın uzak durması da dinı, ahlakı ve toplumsal sorumluluğun bir gereğidir. Allah Resulü ashabını ticaret yapıp kazanmaya teşvik ederken aşın tamah ve hırstan uzak durmalarım da tavsiye ediyordu. Bir defasında o (sav), "Bu dünya malı, tatlı ve çekicidir. Kim onu tok gözlü bir şekilde alırsa o mal bereketlenir. Kim de onu açgözlülükle ve ihtirasla alırsa bereketi kaybolur. Hırslı insanlar yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur kimseler gibidir. Veren el, alan elden daima daha üstündür. "(Buhari, Zekat, 50) buyurmak suretiyle inananları dünya malına düşkünlükten men ediyor, onlara her konuda olduğu gibi dünya nimetlerinden yararlanırken de ölçülü olmak gerektiğini salık veriyordu. Allah Resülü'nün terbiyesinde büyüyen sahabe de bu anlayışla ticaret yaparlardı. Zübeyr b. Avvam çok erken yaşlarda Müslüman olmuş, Uhud, Bedir gibi birçok gazveye katılmış bir sahabı idi. Allah Resülü'nün çok sevdiği ve kendisi için, "Benim havarim. " buyurduğu Zübeyr, ticarette iyi kazanç elde eden zengin bir sahabi idi. Bir gün arkadaşları sordu: "Ey Zübeyr bu kadar malı nasıl elde ettin?" O da şu cevabı verdi: "Kimsenin gözü malımda kalmadan alışveriş yapıyorum. Ayrıca ticareti sadece kar amacıyla yapmıyorum. Allah da bereketini ihsan ediyor." (İbn Abdülber, İstiâb, 263).




KIBLE'NIN DEĞİŞİMİ

HZ. PEYGAMBER, Mekke'de bulunduğu dönemde kendisine ilk tayin edilen kıbleye yönelirken, Kabe'ye olan muhabbeti nedeniyle Kabe'yi önüne almayı yani Beytü'l-Makdis ile arasına Kabe'yi koymak suretiyle iki kıbleye de eş zamanlı olarak yönelmeyi tercih etmiştir. Mekke'de olduğu gibi, Medine'ye hicret ettiğinde de Hz. Peygamber, yaklaşık olarak 16 veya 17 ay kadar Beytü'l- Makdis'e yönelerek namaz kılmaya devam etmiştir. Kıblesi Beytü'l-Makdis de olsa Allah Resulü Beytullah'a dönmeyi arzu ediyordu. Mekke'de iken Kabe'ye yönelme imkanı vardı. Ancak Medine'de artık bu da mümkün değildi. Nitekim Resülü'nün beklentisine cevap veren Yüce Mevla bu duruma işaret etmiş ve müjdeli haberi vermişti: "(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir". Bunun üzerine müminler ibadetlerinde Kabe'ye yönelmeye başladılar.



CEMAATLE NAMAZDA SAF DÜZENİNİN ÖNEMİ
Cemaatle namazın ilk ve en önemli şartı saf tutmaktır. Hz. Peygamber, safları düzgün tutmanın, namazı güzelleştiren hatta onu tamamlayan ve mükemmelleştiren bir unsur olduğunu ifade etmiştir. Nitekim bir defasında meleklerin Allah katında saf tutmalarım örnekvererek ashabının da onlar gibi olmalarını istemiş ve şöyle buyurmuştur: "(Melekler) ilk safları tamamlarlar ve safta sık dururlar," Allah Resulü, safların düzgünlüğüne öyle önem verirdi ki namaza durmadan önce bizzat cemaatin saflarını düzeltir ve omuzlarına dokunarak, "Düzgün durun, karışık durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın!.." uyarısında bulunurdu.

BİR AYET
"Kim iyi bir iş yaparsa lehine, kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir" (Fussilet 41/46).

BİR HADİS
"Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkları sürece (alışverişi kabul edip etmeme konusunda) serbesttirler. Eğer dürüst davranırlar ve (malın kusurunu) açıkça söylerlerse, alışverişleri bereketlenir. Fakat kusuru gizler ve yalan söylerlerse, (yaptıkları) alışverişin bereketi gider." (Ebu Davud, Büyü', 51).


ONBİR AYIN SULTANI RAMAZAN / PROF. DR. ALİ KÖSE'NİN KALEMİNDEN