Tabiatı Bir Mescit ve Allah’ın Tecellisi Olarak Görebilmek

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 09 Haziran 2017 Güncelleme 09 Haziran 2017, 02:42
Tabiatı Bir Mescit ve Allah’ın Tecellisi Olarak Görebilmek

İÇİNDEKİLER

Müslümanlar modernleşme sürecinde geri kalmışlığı eskilerden tevarüs edilen yanlış evren tasavvurumuza bağlayarak rasyonel bir tabiat anlayışı geliştirmek istediler. Önce melekleri tabiatın kuvvetleri ve kalbimizdeki iyi duygularla özdeşleştirdiler. Cinleri, şeytanları ise içimizdeki veya çevremizdeki zararlı düşüncelere, hatta mikroplara hamlederek kişiselliklerini ortada kaldırdılar. Gayb alemine dönük dikkatimizin bizi tabiattan ve vakıadan uzaklaştırdığını düşünerek görünmeyeni görünür, bilinmezi bilinir yaparak insan sorumluluğunu ve aklı yüceltmek istediler. Onlara göre görünmeyene olan dikkatimiz insanın sorumluluktan kaçmasını besliyordu. Görünmeyen varlıkların tabiattaki veya hayatımızdaki etkilerini daraltarak zihnin alanını genişletebileceğimizi var saydık.

MİTOLOJİLER VE MELEKLER: GÜÇLERİN ÇATIŞTIĞI EVRENDEN İLAHİ KUDRET KARŞISINDA PASİF EVRENE
Mitolojik evren tasavvurunda bir güç hiyerarşisiyle varlıkların çatışmalarından ve güç bela kurulan düzenden söz edilir. İyiler-kötüler sürekli çatışır ve herkesin kendi ölçeğinde bir gücü vardır. Bu güçler en sonunda bir noktada toplansa bile sıralı bir yapı varlığını korur. İyi güçler melekler, kötü güçler cinler veya şeytanlar arasında evren ikiye bölünür. İnsan çaresiz bir varlık olarak güçlerin savaşı arasında mağdur ve mazlumdur. Tek itimadı ise akıldır. Bu masalsı dil tarz değiştirse bile günümüz edebiyat ve sinema dilinde de varlığını sürdürür. Hayat ne kadar değişirse değişsin varlığımız kendini sakınıyor: Hala iyiler ile kötüler arasındaki çatışmalarla evreni tasavvur ediyoruz, çatışmaların ana kaynağına bir türlü varmak istemiyoruz. Din böyle bir evren tasavvurunu bozarak Allah'ı varlığın merkezine aldı: hatta O'nu varlığın ta kendisi sayarak ikincil varlıkları ortadan kaldırdı. Müstakil güç sahibi olabilecek, çatışabilecek veya kontrol dışına çıkabilecek varlıklardan söz etmek ilahi iradeye karşı hadsizlik sayıldı. Her şey yerli yerindedir ve her şey mutlak iradenin kontrolü altındadır. O bir şeyi dilerse olur; dilemezse olmaz. Alem Allah'ın mülküdür ve her şey O'nun eli altındadır. 'Allah'ın kabzası' her kontrolde tutar. Böyle bir bakış açısı muazzam bir ahenk içinde zıtlıkları birbiriyle irtibatlandırır ve hepsini bir noktaya taşır: Allah'a iradesizce teslimiyet ve itaat! İnsanın bu büyük ahengi kavrayamamış olması hakikatin başka türlü yorumlanmasını meşru kılmaz. Böyle bir evren anlayışında varlıklar bu iradeyle ortaya çıkabilir. Binaenaleyh meleklere iman, evrendeki güç yapısının Allah için bozulmasıdır. Bir mümin meleklere iman etmekle önce şunu taahhüt eder: Ben Allah'tan başka birinin gücünün olabileceğini reddettim. 'Allah'tan başka ilah yoktur.' Yani O'ndan başka söz ve yetki sahibi yoktur. Allah birdir ve O'ndan başka kuvvet ve güç sahibi yoktur. Halbuki paradoksal bir şekilde melek kelimesi güç, kuvvet anlamından türetilmiştir. Çünkü din insana şöyle diyor: Sizin 'güç( sandığınız şey Allah'ın gücüdür ve bu melek bunu anlatır. Bir şeyin güçlü olması, ilahi iradeye yakınlığı ve bağlılığıyla doğrudan irtibatlıdır.

TABİAT BİR MABETTİR, FABRİKA DEĞİL!
Meleklere iman alemin müstakil bir güçle hareket edebileceği fikrini ortadan kaldırarak alemi ve tabiatı Allah'ın mutlak iradesine doğrudan bağlar. Allah bize şah damarından yakın ise hiçbir şey O'na perde haline gelemez; kendi yanılsamalarımızdan başka perde yok! Alemdeki her hareket ve her fiil veya her varlık ilahi iradenin yansımasıdır ve bize Allah'ı gösterir. Yağmur bir nedensellikle değil melekler vesilesiyle yağar. Böyle düşünmek bizi bir mitolojiye götürür mü? Hayır! Bizi hayallere duçar olmaktan kurtaracak şey, Allah hakkındaki bilgimizdir. Böyle bir melek inancıyla bilim yapabilmenin imkanı ortada durur. Burada mühim olan husus tabiata Allah'ı hesaba katarak bakmak ile O'nu dikkate almadan bakmaktır. Böyle bir bakış açısı bize iki şeyi birden verir: Birincisi tabiatı araştırmak için güçlü bir saik elde ederiz. Tabiatı tanımak Allah'ı tanımaktır. Böyle bir düşünce tabiat araştırmasını şekillendirecek bir edebi bize öğretir. Bir 'tabiat edebi' öğreniriz bu sayede! İkincisi tabiat ile daha yakın ve güçlü bir ilişki kurabiliriz. Tabiat bizim yurdumuz ve hatta araştırma sürecinde Allah'ı yad ettiğimiz bir mabede dönüşür: Meleklere iman bize der ki: Tabiat mekanik bir fabrika değildir!

BİR HİKAYE: TAKVA NEDİR?
Sahabeden Abdullah b. Mesud'a 'takva nedir?' diye sorulunca, şöyle demiştir: 'Siz hiç dikenli bir yolda yürüdünüz mü?' Soru soran kişi 'evet yürüdüm' deyince şöyle sormuş: 'Peki yolda nasıl yürüdün?' O da 'eteklerimi yukarı çektim, sonra dikkatli bir şekilde dikenlere batmadan yürümeye çalıştım' der. İbn Mesud şöyle der: 'İşte takva üzere yaşamak bu demektir. Dikenli bir yolda yürür gibi dindar olabilmek.' Takva sahibi dikkatli, kendini sürekli muhasebe eden, hayatın her alanında Allah'ı razı edecek incelikleri düşünen zarif insan olmayı gerektirir.

HZ. PEYGAMBER'İN AHLAKI: NAMI OLMAYANA KIYMET VEREBİLMEK
mescidi temizleyen kimsesiz bir kadın varmış. Kadın sessiz sedasız yaşamış, yaşadığı gibi sükunetle Hakka irtihal etmişti. Sahabe onu defnetmiş fakat Peygamberimize haber vermemişlerdi. Bir gün Hz. Peygamber kadını sormuş, sahabe-i kiram 'Ey Allah'ın Peygamber! Vefat etti biz de defnettik' dediler. Hz. Peygamber 'bana niçin haber vermediniz?' diye sorunca, onlar da 'önemsemediklerini beyan eden sözler söylemiş. Hz. Peygamber birkaç sahabe ile şehrin dışındaki mezara giderek, kadının kabrini ziyaret etmiş, dua okumuştu. Kimsenin nezdinde itibarı olmayan kadın Hz. Peygamber'in gözünde itibar sahibi idi!

BİR AYET

''Ey mutmain nefs! Rabbine dön, sen O'ndan ve O senden razı olarak, gir cennetime, kullarımın arasına gir.' (Fecir, 27-30).

Allah Teala 'Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur' buyurur. Mutmain olmak imanın kalbe tam yerleşmesiyle kalbin sükunet halidir. Yine de Hakkı arama yolculuğu insan var oldukça sürer. Bu arayış ve mücadele 'sulhu olmayan bir savaş' olarak hayatı kuşatır. Nefs henüz aşağı mertebelerdeyken arama yönü başkadır; yükseldikçe mutmain nefs haline gelir. Nefsin bu yolculuğuna nefs terbiyesi denilir. Nefs terbiyesinin ilk şartı imandır. Nefsi terbiyesinin maksadı ise imanın tam olarak kalbe yerleşmesini sağlamaktır. İbadet ve ahlak ile nefs terbiye edilir. Bir peygamberin gönderilmesinin sebeplerinden birisi de nefs terbiyesinin yollarını öğretmektir. İnsan kötü niteliklerden vaz geçerek iyi nitelikler kazanı: yalanı bırakır doğru söyler, cimriliği bırakır cömertlik öğrenir, iki yüzlülüğü bırakır ihlası öğrenir. Bütün bunlarla nefs daha iyi bir dereceye yükselir. En sonunda itminana kavuşur. Artık ona korku yoktur ve mahzun olmaz. Bu mertebeye gelmiş nefs Hak'tan razıdır. Allah'ın verdiklerinden razı olur ve O'na teslim olur, kavga ve didişmeyi bırakır, hırsını terbiye eder. Böyle birine layık olan Allah'ın cenneti ve salih kullarının arasına katılmaktır

BİR HADİS

'Helal bellidir ve haram bellidir. Aralarında kuşkulu işler vardır. Kim kuşkululardan sakınırsa cennete girer. Bedende bir organ vardır, o iyi olursa beden de iyi olur, bozuk olursa beden de bozulur. Dikkat edin! O organ kalptir. Takva (kalbi göstererek) buradadır.'

Hadis-i şerif İslam ahlakının ana ilkelerini özetleyen bir hadistir. Hz. Peygamber önce helal ve haramın sınırlarının kesin bir şekilde belli olduğunu beyan eder. Büyük günahlar tam olarak tarif edilmiştir, helaller de bellidir. Bunlar naslar tarafından tespit edilmiştir. Bunların arasında kuşkulu işler kalır. Kuşkulu işler derken şunu hesap edebiliriz: Bazen yeni bir durum ortaya çıkar ve bununla ilgili kesin bir hüküm olmayabilir (mesela tütün kullanmak gibi). Veya hayatın daha özel halleri olur, bunlar hakkında da kesin hüküm bulunmaz. Bunlar kuşkulu işlerdir. Hz. Peygamber bunlardan uzak durmamızı bize tavsiye ediyor. Daha sonra dikkatimizi kalbin ehemmiyetine çeker. Kalp bir organ olarak akla gelse bile gerçekte idrak mahallidir. Kalp insanın daha doğruyu, daha iyiyi ve daha güzeli tercih edebilmesini sağlayan kabiliyetidir. Kalp varsa, mutlaka daha güzeli tercih ederiz. Kalp doğruyu seçerse beden doğru hareket eder

SORU-CEVAP

Bir hadiste 'Temizlik imandandır' denilmiştir. Burada kast edilen nedir? Maddi temizlikle manevi temizliğin irtibatı nedir?

Hz. Peygamber temizliğin imandan kaynaklandığını söylemiştir. Bu hadis Müslümanlar arasında sıkça tekrarlanan 'Temizlik imandandır' hadisidir. 'Temizlik imandan' olduğu gibi haya da imandandır. Kast edilen maddi temizlik midir, yoksa manevi temizlik midir? Temizlik kelimesinin ilk anlamı insanın idrakinin temiz olmasıdır. İdrak temiz değilse vereceğimiz her hüküm yanlış olur. Bu anlamda temizlik ahlaklı olmaktır. İmam Gazali müslümanların temizlik anlayışının maddi temizlik anlamına dönüşmesini eleştirir. Esas temizlik insanın ahlaken temiz olmasıdır. Ahlakı temiz olmayanı sular paklamaz: Mal kirli ise onunla temizlik olmaz; kalp kinden ve kibirden temizlenmemişse, insan temiz olamaz. Dil yalandan, dedikodudan ve iftiradan temizlenmelidir. Kulak boş sözler duymaktan veya yalan söyleri dinlemekten temizlenmelidir. El ise kandan ve zülumden temizlenmelidir. Kısaca insan inançsızlıktan temizlenmelidir. Kısaca şirk necislik iman temizliktir

E. Demirli danışmanlığında hazırlanmıştır