Başkasının malını, mülkünü, hakkını izni, haberi, rızası olmadan almak manasında kullanırız bu terimi. Ama sadece bununla sınırlı değildir. Gıybet, iftira, yalan konuşmak, sözde durmamak bile bir kulun hakkını gaspetmektir.





KUL HAKKINDAN KURTULMANIN YOLU!
Kıymetli dostlar, bir kimse Allah'ın emir ve yasaklarını tutsa, zaten kul hakkı gibi adi bir suçtan dolayı hesaba çekilmez. Çünkü kul hakkına sebep olan fiillere baktığımızda hepsi aslında dinen yasak olan, günah olan fiillerdir. Günahtan sakınan otomatik olarak kul hakkından da sakınmış olur.








ALLAH HAKKI KUL HAKKINDAN ÖNCE GELiR
Kıymetli dostlar, hesap günü Allah'ın huzuruna kul hakkıyla çıkmanın ne kadar kötü bir hal, adi bir suç olduğunu hepimiz biliriz. Biliriz ve hatta belki buna göre de, kendimizce kulların hakkına girmediğimizi zannettiğimiz bir hayatı da yaşayabiliriz. Oysaki kul hakkından daha önce gelen bir hak vardır ve tüm hakların başıdır, niyeyse o kısmı, tâbir yerindeyse hiç kurcalamayız. Evet dostlar; o hak, Allah Teâlâ'nın hakkıdır. Bizi en güzel şekilde, bunca imkana, nimete sahip olarak yaratan Allah'ımızın hakkını niyeyse hiç hatırlamayız. Mesele kul hakkına gelince, aman çok günah, Allah affetmeyecekmiş der, yalancıktan eteklerimizi tutuştururuz. Yalancıktan diyorum, çünkü gerçekten kul hakkını düşünüyor olsak, üzerimizde en çok hakkı bulunan varlığın Rabbimiz Allah Teâlâ olduğunu muhakkak farkederiz veya Cenâb-ı Hak bizlere farkettirir. Allah Teâlâ'nın üzerimizdeki hakkını ödemek için ona dosdoğru kulluk etmeyi, emrettiği şekilde O'na ve Efendimiz'e (s.a.v.) iman etmeyi, emir ve yasaklarını cana minnet bilip tutmayı, en basitinden şükretmeyi, hamdetmeyi bile aklımıza getirmiyoruz. Hani kovulmuş şeytan, Allah'ın (c.c.) rahmetiyle bizleri kandırıyor desek o bile şu halimizden makbüldür. Çünkü bizler Cenâb-ı Allah'ın ne rahmetini ne de gazabını hatırlıyoruz, tâbiri câizse gaflet çukurundan başımızı kaldıramıyoruz, Kıymetli dostlar. Sürekli olarak hevâ hevesimizi tatmin etmeye çalışmaktan, gözümüz başka bir şeyi görmüyor. İşin acayibi, sahip olmak için yanıp tutuştuğumuz, onca sıkıntıya girdiğimiz şeylere sahip olduktan sonra 'Keşke hiç almasaymışım.' diyoruz ya da daha taksidini bitirmeden bir yenisine, üst modeline, farklı desenlisine sahip olmak için aynı sıkıntılı sürece tekrardan, isteye isteye giriyoruz. Tabi bu arada Allah Teâlâ'yı aklına getirebilene Aşk olsun! Doğal olarak hakkını, hukukunu, emrini düşünmüyoruz. Dostlar söylemek istemiyorum ama, söz dönüp dolaşıp oraya geliyor, biz belkide düşünmek istemiyoruz; hani Hz. Nuh'un (a.s.) kavmi gibi. Hazreti Nuh'un (a.s.) inkârcı kavmi, O'nu görür de Allah'ı hatırlarız, sonra şu günahları rahatça işleyemeyiz korkusundan, Nuh Aleyhisselamı görmemek için kendi üzerlerine bir örtü örtermiş. Kıymetli dostlar, acaba hiç elimizi vicdanımıza koyarak halimizi bir kez gözden geçirdik mi? Gaflet'in kendi tercihimiz olabileceğini hiç düşündük mü? Diğer türlü, kul hakkına bu kadar önem verdiğini iddia ettiği halde Allah (c.c.) hakkını hatırına getirmemenin bir izahını yapmak çok zor vesselam...
HZ. UKKAŞE'NİN (R.A.) KISASI
Kul hakkının önemine dair en güzel örnek Efendimiz'in (s.a.v.) sonunda Hz. Ukkâşe'ye (r.a.), "cennetteki arkadaşımdır" dediği hadisedir.
Sizler için kısa bir özetini derledik.
Efendimiz (s.a.v.) ömrü saadetlerinin son zamanlarında, birgün hutbeye çıkıyor ve üzerinde kimin hakkı varsa gelip almasını istiyor. Ashabdan çıt çıkmıyor, tekrar ediyor ses yok, üçüncüsünde yaşı ilerlemiş bir sahabi olan Ukkâşe (r.a.) cemaatin arkasından, kalabalığı yararak öne çıkıyor.
-Ya Rasulallah, bunu üç kez tekrarlayınca gelmem gerektiğini düşündüm. Siz bir seferinde sırtıma vurmuştunuz, kısas istiyorum.
Efendimiz (s.a.v.), ayakta zor durduğu halde sırtını dönüyor ve 'İşte sırtım, gel hakkını al, ya Ukkâşe!' diyor.
Cemaat bir anda haraketleniyor, kılıcına davrananlar, Ukkâşe'yi (r.a.) tehdit edenler oluyor, yanlış hatırlıyorsun diyenler oluyor.
Efendimiz (s.a.v.) onları yatıştırıyor.
Ukkâşe (r.a.) kısas istemesine sebep olan hadiseyi anlatıyor. Bedir harbinde Efendimiz (s.a.v.) okçuları hizaya dizerken elindeki değnekle sırtlarına dokunuyor, işte o okçulardan bir tanesi de Ukkâşe'dir (r.a.). Ashab bunu duyunca iyice sinirleniyor.
Efendimiz (s.a.v.) gene yatıştırıyor. Kul hakkının önemini o haliyle ümmetine göstermek için.
Fakat, Ukkâşe'nin (r.a.) istekleri bununla bitmiyor; -Ya Rasulallah, o vakit benim sırtım çıplaktı, kısas için sizin sırtınızın da çıplak olması gerekir mi?' diye soruyor.
Efendimiz, "madem öyle" diyor, ridasını (gömleğini) sırtından sıyırıyor, mübarek sırtını açıyor.
Hazreti Ömer, Ebubekir, Ali (r.a.) Efendilerimiz önüne atılıyor, bize vur istediğin kadar diye ama nafile. Ne Ukkâşe (r.a.) razı oluyor bu tekliflere ne de Efendimiz (s.a.v.).
Sonunda Ukkaşe (r.a.) kaldırıyor değneği, sonra usulca eğilip Efendimiz'in (s.a.v.) iki kürek kemiğinin arasındaki peygamberlik mührünü öpüyor.
-Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah. Niyetim asla sana vurmak, kısas yapmak değildi. Sen kısas isteyen var mı diye sorunca, mübarek tenini öpebilmek için aklıma böyle bir şey geldi, diyor.
Efendimiz (s.a.v.) 'Ya hakkını almak için gerekeni yap veya affet.' deyince Hz. Ukkâşe (r.a.) Allah'ın beni kıyamet gününde affetmesini umarak seni affediyorum Ya Rasulallah diyor. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) 'Cennetteki arkadaşımı görmek isteyen bu adama baksın' diyerek ilan ediyor.
AYET-İ KERİME


HADiS-İ ŞERİF


Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır." Müslim, Tirmizî
SORDUM ÖĞRENDİM
Allah (c.c.) her topluluğa Peygamber göndermiş midir?
Kendilerine Peygamber gönderilmemiş topluluk yoktur.
Kur'an-ı Kerim'de: "Şüphesiz biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın." (Fatır 24) buyrulmuştur.
Başka bir ayette ise; "Her ümmetin bir Peygamberi vardır." (Yunus 47) Ancak Peygamberlerin vefatından sonra tebliğleri unutulmuş. Böylece "fetret dönemi" adı verilen dönemler ortaya çıkmıştır. Şu ayet de fetret dönemi insanların azaba maruz kalmayacağını bildirmektedir: "Biz Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz." (İsra 15)
DUA
