Fakat şimdi biz bunu bir kenara bırakalım.
İnanmakla tecrübe etmenin -şahit olunankesiştiği nokta ölümdür.
Hiç kimse ölümü inkâr edemez. Ölümden sonrası için bir şeyler söyleyebilir fakat bu âlemden kesilmeyi asla inkâr edemez. Ancak bir başka acayip durum şudur ki, insan ancak ölünce ölümü anlayabilir. Bu sebepten dolayıdır ki şaşkınlıkla ve hayal gücünün ötesinde gerçekleşen bu ölüm karşısında kulun şaşırmaması ve kabirde sorgu meleklerine doğru cevap verebilmesi için, geride kalan mümin kardeşleri defnedilmiş olan yeni ölmüş mümin kardeşlerine telkinde bulunur. İmam efendi veya Efendimiz (s.a.s.)'in sünnetini bilen bir zat kabirde yatan kişiye hitaben telkin verir. Telkin cümlelerinden birinde de "Ey Allah'ın kulu, şunu iyi bil ki ölüm haktır." diye hitap edilir. Çünkü kim olursa olsun muhakkak ölümle bir şaşkınlık yaşar. Ölüm
ahirete doğuştur, tahsili tamamlayıp hayata atılmaktır.
Evet, imanımız varsa ölüm ahiret doğumuna verilen isimdir. Hatta bu doğumu gerçekleştiren vazifeli ebenin adı "Azrail"dir. Dünyanın rahminde o rahmaniyetin tecelli ettiği yerden alır, bu dapdaracık dünya âleminden Âdem çocuğunu ahiret yurduna hiçbir parçasını da içeride bırakmayacak, eksik kalmayacak şekilde, verilen vazifeyle ahiret doğumunu, yani ölümü icra eder.
İnsanlar ahiret yurdu için hazırlık yaptılarsa ölüm meleğini çok güzel görürler. Burada çok sevdiğim bir anektodu özetle nakletmek istiyorum.
Çok kıymetli bir üstad vardı. Hatta birçoğunuz hatırlayabilir. Kanser sahasında ihtisas yapan Haluk Nurbaki hocamız. Rahmetle yâd ederiz. Hatırasını şöyle naklediyor: "Hastalıktan artık ölüme yaklaşmış, sayılı günleri ve nefesleri kalan genç bir kız vardı. Eriyip gidiyordu, hem muayene için hem de biraz moral ve imani açıdan destek vermek üzere günde birkaç kere yanına uğruyor, sohbet ediyordum. Durumu iyice ağırlaşmıştı. O gün bana şöyle bir soru sordu; "Hocam, Azrail nasıl biri, çirkin mi? Herkes ölürken Azrail'i görecek mi? Ruhumu verirken çok acı çeker miyim?" Ben tebessümle gönlünü alarak ve ikna ederek, samimiyetle inandığım şeyleri söyleyerek cevaplandırdım. "Kızım sen imanlı bir insansın, zaten çok sıkıntı çektin. Belki de Allah seni güzel kullarından eyledi.
Sen hiç korkma, Allah'a muhabbetinle zikre devam et. Her ölen muhakkak ölüm meleğini görür, ama inan bana Azrail (a.s.) Allah Teâlâ'ya iman edenlere çok güzel görünür." Hasta kız, "Hocam gerçekten mi söylüyorsunuz, korkunç değil mi?" Nurbaki Hocamız, "Hayır, asla. Çok güzel, inan bak. Hiç üzülme, hiç korkma." diyerek teskin ve teselli etmiş. Sonra hoca nöbeti bittiğinden hastahaneden ayrılmış. Ertesi günü geldiğinde bir de ne görsün hasta olan kızcağız ahirete göçmüş. Gözünden yaşlar süzülürken yanına hasta kızın annesi gelmiş. "Hocam Allah sizden razı olsun, çok emeğiniz geçti. Fakat kızım tam ruhunu teslim ederken değişik bir şey söyledi anlayamadım. Size bir mesaj yolladı." Nurbaki hoca şaşkın bir vaziyette "Ne dedi?" diye sormuş. Annesi şöyle cevap vermiş, "Elimi tuttu, tebessüm ederek ve yüzü aydın bir şekilde "Hocama söyleyin, söylediğinden de güzelmiş." dedi ve son nefesini 'Allah' diye vererek göçtü." Eğer imanın varsa bunları hikâye diye dinleme. Vuku bulmuş ve salih insanların şehadetleriyle tasdik olunmuş ibret sayfalarını ibretle oku ve tefekkür et.
Eveeet… Haydi bakalım hayata atılma vakti
Yukarıda bir cümlecik olarak yazmıştık. Şimdi şu tahsil meselesine açıklık getirelim. 'Biz bu dünyaya niye geldik?' sorusunun cevabı içindedir aslında bu konu. Biz bu âlemde, ruhlar âleminde bize yüklenen yazılım programımızın hangi sahasını tercih edeceğiz, hangi programları hayata tatbik edip nasıl bir sıralama ile yaşayacağız, bunu görmek ve tahsil etmek için geldik. Dünya bir tatbikat ve tahsilat sahasıdır. İyi veya kötü ameller ekilir biçilir, toplanıp çıkartılır. Kimisi bu dünyanın deniliğine, yani alçaklığına kapılıp alçalır, kimisi buradan işaret edilen ve buraya ait olmadığını fark ederek yükseklere ulvî âleme kanat açar.
Kimisi yerçekimin cazibesiyle yere kapaklanır ve "yer onu yer" kimisi de bu yerin çekimine maruz kalan bedeninden kanatları olan kalbini hür bırakır ve kurtarır, semavatın, göklerin cazibesine kapılarak meleklerle ve feleklerle arkadaş olur. Kimisi manasız dünyasında dünyayla döner, yaşlanır, fani olur, kaybolur. Kimisi bu dünyanın dönüşündeki hakikati bulur; o da döner, kalbinin etrafından, Kâbe'nin etrafında, yüzünü kıbleye tutarak, müminlere bakarak, secdeler ederek, tesbih ve zikir edip kalbi çarparak, kanının devri daimini bile Allah'a kavuşmak sevdasıyla bütünleştirerek, bu dünyada döner döner, fani âlemden adeta bir merkez kaç kuvveti gibi sıyrılarak bâkî âleme sıçrama yapar. Evet, kimi böyle kimi de işte böyle. Fakat bunun bir karnesi, bir zaptı olması lazım. Mezuniyet olmadan kimin ne yaptığı belli olmayacak. Bu tahsilin tamamlanması, atılan tohumların artık harmanlanması lazımdır. Tahsilin bittiğini gösteren an ve vakit ölümdür.
Ondan sonra kişinin kendi başına bir şey tahsil edip kazanmasına imkân yoktur.
Aldığı dualar, geride bıraktığı hayrat ona kesintisiz bazı ecirler kazandırsa da bunlar da ölmeden evvel yaptığı tahsile ait işlerdir. Öldükten sonra yapamaz.
Ebeveynler çocuklarını okuturlar yahut insanlar bir şekilde tahsil yapıp mezun olurlar. Herkesin dilinde yerleşmiş klasik bir tabir vardır, "Eee artık hayata atılma zamanı." İşte ölüm, insana artık tahsil hayatının bitip, bu bilgisine ve edindiği birikime göre hayata atılma zamanını bildirir. Hem nasıl bir hayat… Daimi, ebedi bir hayat.
Biz ölümle hayatiyetimizin son bulduğunu zannederiz. Hayır, tahsil hayatımız son bulur. Esas hayat ölümden sonra başlar.
Kur'an ve Ölüm
Efendimiz (s.a.s.) bizlere vaaz ve nasihat vermesi için iki şeyin kâfi geldiğini buyururlar ve güzeller güzeli Efendimiz saadetle şöyle ifade ederler: "Size iki vaiz yeter. Biri seslidir biri sessiz. Sesli vaiz Kur'an-ı Kerîm'dir, sessiz vaiz ise ölümdür."
Cenâb-ı Hak, bu dünyayı tahsil hayatı olarak gören, ölümü bir mezuniyet ve güzel bir âleme doğuş kabul eden, bu inanca göre uygun şekilde yaşayan, Allah Teâlâ muhabbeti ve Resulullah (s.a.s.)'e yakınlık derdiyle ölümü güzel gören, yâriyle buluşma anı ve vuslat saati olarak kabul eden kişilerden eylesin. Âmin.
GÖNÜL SAHİFESİ
Meczubun biri cenazeler geçerken caminin köşesinde bekliyor ve bazı cenazelere "Yuh! Yuh!" diye adeta hakaret ediyormuş. Cenaze sahibi olan insanlar da bu duruma üzülüyorlarmış.
Bazı cenazelerde de boyun büküp ağlıyor, avucunu açıp dua ediyormuş. Bir gün yine böyle bir cenaze zuhur etmiş. Meczup yine köşeden "Yuh!" diye bağırmış. Astığı astık, kestiği kestik külhanbeyi bir oğlu varmış ölen zatın.
Babasına yuh denilmesini hazmedememiş.
Meczubun üzerine yürümeye başlamış, "Ben seni şimdi mahvedeceğim" falan diye. "Aman yapma, meczup o" demişler. "Neyse" demiş adam parmağını sallayarak "Elbet sen de bir gün öleceksin, gebereceksin, ben de senin arkandan yuh demezsem şöyle olayım, böyle olayım." diye atmış tutmuş.
Gel zaman git zaman, birkaç ay sonra belki, meczup ölmüş. Hemen çocuk bunu duymuş, çıkmış kahveden caminin köşesinde bekliyor, tam cenazeyi götürürlerken o da köşeden bağırmaya başlamış, "Yuh! Yuh!.."
Kendince babasının intikamını alıyor. O vakit öyle teşkilatlı tabut yok, hele ki ölen meczup ise üzerine bir örtü örtüp taşıyorlar tabutta. İşte bunu getirirlerken, tabutun içerisinde - arkasından da yuh diye bağırılınca- bizim meczup doğrulmuş, üzerinden örtüyü kaldırmış, yüzünü açmış, yuh diye bağıran çocuğa dönerek, "Oğlum, baban gibi gidiyorsam bana da yuh, ama hiç merak etme ben baban gibi gitmiyorum vesselam." demiş tekrar dönmüş yatmış.
AYET-i KERiME
Rablerinin (azâbından) korunanlar da bölük bölük cennete sevk edilmişlerdir.
Kapıları daha önce açılmış bulunan cennete vardıklarında onun bekçileri onlara: "Selâm size,(ne) hoşsunuz, ebedi kalmak üzere buraya girin!" demişlerdir. (Cennettekiler de:) "Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah'a hamdolsun. (Allâh için) çalışanların ücreti ne güzeldir!" demişlerdir. Zümer 74 / 75
HADiS-i ŞERiF
Resûlullah ( s.a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman halk etrâfına toplandı. "Resûlullah geldi" denilince O'nu görmek için hemen halkın arasına karıştım.
O'nu görür görmez: "O'nun yüzü yalancı bir yüz olamaz!" dedim. Resûlullah toplanan insanlara İslâmiyeti anlatıyor, nasihatler veriyordu. Burada Resûlullah'tan işittiğim ilk hadîs-i şerîf şudur. "Selâmı aranızda yayınız, aç kimseleri doyurunuz, sıla-i rahim yapınız (yakın akrabaları ziyâret ediniz), insanlar uykuda iken namaz kılınız. Böylece Cennet'e selâmetle girersiniz." Abdullah bin Selâm
SORDUM ÖĞRENDİM
İki bayram arasında evlenmek caiz midir?
Ülkemizin bazı yörelerinde, Ramazan ile Kurban Bayramı arası kast edilerek "İki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikâh kıyılmaz." denilmektedir. Bu sözün dini yönden hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Hz.
Aişe (r.a.) de Şevval ayında evlenmişlerdir (Müslim, Nikâh, 73). Şartlar ve imkânlar müsait olduğu zaman senenin bütün gün ve saatlerinde düğün yapılabilir, nikâh kıyılabilir.
Yani nikâh için belli bir zaman ve vakit yoktur. Bu nedenle iki bayram arasında düğün yapmakta ve nikâh kıydırmakta dinimiz açısından hiçbir sakınca bulunmamaktadır.
"Allah'ım, yalnız sana teslim oldum. Yalnız sana inandım. Yalnız sana güvendim. Yüzümü yalnız sana çevirdim. Bana sevgini ve sevgisi senin katında fayda verecek kimselerin sevgisini nasip et." Âmin.