CÜNEYT ARKIN'IN GEÇMİŞTEKİ FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYINIZ...
Süratle iyileşiyorum. Torunlarımla oynayacağım, o yüzden tembellik yapmamam gerekiyor.
Belim ağrıyor diye düşünerek ağrı merkezine gittim. Meğer beni aylarca oyalamışlar. Sorunun boynumda olduğu ortaya çıktı. Sürekli iğne vurulup acım dindirildi. Sonra ameliyat olmam gerektiğini söylediler, oldum. Sağlığımızın değerini kaybettikten sonra anlıyoruz. Benim sorunum boyundan çıktı. Ben film setlerinde çok kaza geçirdim. O kadar çok darbe yedim ki... Halit Refiğ'in çektiğ bir çöl sahnesi vardı. Atın üzerindeyken düştüm ve boynuma darbe aldım. Bana o zamanlar, ameliyat olmam gerektiğini söylemişlerdi ama ben üzerine düşmedim. Şimdi böyle oldu.
YAŞLILIK REZİLLİKMİŞ!
Malkoçoğlu korkmaz! (gülüyor) Ağrılarla uyanmak o kadar feci bir şey ki, bir an önce kurtulmak istedim. Gece, hastanedeki yatağımda tek başıma düşüncelerimle, çaresizliğimle kaldım. Sağlık en büyük lütuf. Daha düne kadar balık tutup, futbol oynarken birdenbire ameliyat oldum. Gençken koşturuyorsun ama sonradan çıkıyor acısı. Yaşlılık rezillikmiş...
Anadolu'da beş sene doktorluk yaptım. O zamanlar hiçbir kadına şalvarını çıkarıp iğne yapamadım. Bir keresinde hamile bir kadını doğuma almak istedim, silahlarla karşı çıktılar. Yanların da ebe getirmişler. Genç bir doktor olmamdan ötürü, kadının ailesi yanına yaklaştırmadı. Nitekim de kadın öldü. Hiçbir şeye müdahale edemedim. Öylece kala kaldım. Oyunculuğa başlamam tesadüf oldu. Bir arkadaşım sayesinde başladım.
23-24 yaşında başladım sinemaya. Tam, dört nala yaşayacaksın, hoyratça sevişeceksin, iştahla üreteceksin, o yıllar; ama biz sete kapandık. Kendime dönüp bakma olanağı bulamadım. O yüzden pişmanım. Hayırlı tek işim, evliliğim ve çocuklarım oldu. Çocuklarımın tam bana ihtiyaç duydukları zamanda filmlerimi azalttım. Keşkelerim ve pişmanlıklarım çok tabii.
Bizler paranın, şöhretin kıymetini bilemedik. Mesela Fikret Hakan ve ben önce senaryoyu okurduk, sonra paraya bakardık. Ben 250 lira alırken arabeskçiler 10-15 bin alıyorlardı. Ama sinemanın başka katkıları oldu bana. Kişiliğim sinemayla oluştu. Konuşmayı, oturmayı, mert, cesur, ahlaklı ve dürüst biri olmayı, Cüneyt Arkın olmayı öğrendim.
Karakter oyuncularımız Türk Sineması'nın en önemli taşları. İnsanlara samimi geliyordu. İstedikleri parayı alırlardı patrondan ama dul karı bohçası gibi işe minibüsle gidip gelirlerdi. Bir tek bunların içinde Erol Taş kazandığı para ile kendine bir kahve açtı, o kadar. O karakter oyuncuları sefalet içinde gidiyorlar. Haberim olsa koşacağım, ama olmuyor ki...
BEN KAHRAMAN, KADİR YİĞİTTİ!
Bizler setlerde olsaydık sanata ve sanatçıya saygı duymayı öğrenirdi gençler. Dizileri seyircilere bizler hazırladık. O geleneği yaşatmasaydık, halk ne izleyecekti! Türk Sineması'nı Türk halkından başka benimseyen kimse olmadı. Ben onların kahramanıyım. Kadir İnanır onların yiğitiydi. Bütün yüreğinin zenginlikleri Türk Sineması'nda vardı. Şimdi tak diye o seyircinin üzerine kondular.
Bir gün, bir dizi setine sabah saat 7'de çağırdılar beni ama hangi dizi olduğunu söylemek istemiyorum. Üç-dört saatlik yola gidiyorsun. Sabah üçte kalkıyorsun, akşam olmuş hala çekim sıranı bekliyorsun. Sonra da, "Bugün sizinle çalışamayacağız" diyorlar. Kaç kere oldu bu! Sen bana 07.30 de, ben 07.00'de hazır olurum. Ama karşı tarafta saygı yok, insan sevgisi yok. Ben 70 yaşında adam, orada oturmuş bekliyorum. Bir garip durum... Kederli, çaresiz bekliyorum orada, teslim olmuşum kaderime... Beni bir sandalye üzerinde saatlerce beklettiler. Çok gücüme gitti ve orayı terk ettim.
Sinemayı sanayileştiremediler. Kazandıkları paraları sinema dışında başka şeylerde kullandılar. Aralarında bir tek Türker İnanoğlu ve Memduh Ün hayatını sinemaya adadı...
NİYET KÖTÜYSE, ZIRH KOYSAN NE FAYDA!
Yastık niye koyuyorsun ki; eğer niyetin kötüyse, yüreğinden kötülük geçiyorsa, affedersiniz, yastık değil, zırh koysan önemi yok. Bizler öyle değildik. Fatma Girik ile Antalya'da film çektiğimiz zaman, otel yok. Hamam gibi yerlerde aynı odada kalırdık. O, yemeğimizi hazırlardı. Bizler koştururduk. Biz öyle bir arkadaşlıktan, profesyonellikten geliyoruz.
Bakıyorum, ama oralarda bana göre rol yok. Gençlik tarihini bilmiyor Cüneyt Arkın onu ne ilgilendirir ki...
BETÜL HANIM BENİMLE KÖYDE YAŞAMAK İSTEMEZ, KORKAR!
Çocuklarıma çok vakit ayırdım ama Betül'e o vakti ayıramadım. O da sesini çıkarmıyordu. Anneme ve babama da gereken ilgiyi gösteremedim.
Duymaz mıyım, hem de nasıl... Annem hele... İnsan onların değerini, kaybedince daha iyi anlıyor. Her sabah elini, ayağını öpebilirdim; işten geldiğim zaman başımı göğsüne dayayıp dinlenebilirdim. Onun sıcaklığı beni tazelerdi. Geçenlerde Eskişehir'e gittim ve bütün akrabalarımı topladım. Ağabeyime, "Abi biz çok koşmuşuz, hiç arkamıza bakmamışız. Keşke arkamıza baksaydık da şu Eskişehir'e daha sık gelseydik" dedim. Bu insanlarla bir arada olsaydık daha bir güçlenir, tazelenir, zenginleşip şehirde daha iyi dövüşürdük...
En büyük hayalim. Ama artık yapamam, Betül Hanım gelmez, yaşayamaz, korkar. Ben yaşarım. Bahçeyi çapalarım, öğlen yemeğimi yer, uyurum. Akşam üzeri kalkar atıma binerim, tavuklarımı yemlerim.
Babam, "Anadolu insanı üç kuruş da kazansa, bir kuruşunu biriktirir" derdi. Bir de benim menajerim Yahudi idi. Ayrıca benim para harcamaya vaktim olmadığı için ben sadece karıma alışveriş yapardım. Onun için ben biriktirdim. Biriktireceksiniz, başka yolu yok!