
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfınca, Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen Zindandan Mehmed'e Mektup Sergisi'nin açılış töreni ile "Reis Bey" tiyatrosunun gösteriminde yaptığı konuşmada, yaklaşık 39 yıl önce dar-ül bekaya uğurladıkları fikir, dava ve aksiyon insanı üstat Necip Fazıl Kısakürek'i rahmetle, şükranla yad ettiğini söyledi.
Gerek biraz önce gezdiği sergiyle gerek diğer etkinliklerle üstadı layıkıyla yad edecekleri bu programın düzenlenmesinde emeği geçen Mehmet, Osman, Şeyma ve Emrah Kısakürek başta olmak üzere herkese teşekkür eden Erdoğan, "Tarihin ve teknolojinin bir araya getirildiği bu programdaki etkinlikler, üstadın maziden atiye kurduğu köprüye yaraşır bir tablo ortaya çıkarıyor." diye konuştu.
"KENDİSİ HERHANGİ BİR ŞAİR OLMANIN ÖTESİNDE ŞAİRLERİN SULTANIYDI"
Erdoğan, bu yılki anma programının ana temasını, üstadın özellikle Toptaşı Cezaevi'nde yazdığı "Zindandan Mehmet'e Mektup" şiirinin oluşturduğunu belirterek, şöyle devam etti:
"Önümüzdeki yılın programı da inşallah 'Sakarya' şiiri etrafında şekillenecektir. Vefat günü olan 26 Mayıs'ta ikindi namazını müteakip Ayasofya Camii'nde hatim duası yapılacak. Üstat verdiği bir konferansta Ayasofya için şöyle diyordu; 'Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki kaybedilen bütün manalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak. Öylesine açılacak ki bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek.' Evet hamdolsun Ayasofya tam da üstadın dediği şekilde açıldı. Kendisinin ardından okunan hatmin duasının orada yapılacak olması da manevi Kurtuluş Savaşı'nın bütün meselelerinin çıktığı yer diye tarif ettiği bu ulu mabedin asli misyonuna dönüşünün işaretidir. Allah'a hamdolsun."
Necip Fazıl Kısakürek denilince akla önce onun şairliğinin geldiğini ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kendisi herhangi bir şair olmanın ötesinde şairlerin sultanıydı. Bunun yanında emsalsiz bir hatipti. Evlere, kahvehanelere, konferans salonlarına, kürsülere sığmayan bir mücadelenin yılmaz öncüsüydü. Büyük Doğu'nun usta muharriri, büyük mütefekkiri, mukaddes emanetin dönmez dava eriydi. Mutlak hakikati ararken gösterdiği merakı, cesareti, gayreti ve azmi ile yaşadığı zamanın karanlıklarını aydınlatan kameriydi. Mazi ile köprülerin atıldığı, irtibatın koparıldığı bir zamanda kitapları, makaleleri, piyesleri ve hitabetiyle kabalıkların ve kalabalıkların karşısına çıkmıştı. İnsanların gönül tellerini titreten, kitleleri peşinden sürükleyen yazıları ve sözleriyle aralarında bizim de bulunduğumuz nice nesillerin hayatını etkilemiştir. Hiç unutamıyorum. Bir gün hakimin, 'Artık senden bıktık. Ne zaman karşımızda olmayacaksın?' denilince aldığı cevap çok manidardır. 'Siz burada hancı, ben de bu davada yolcu oldukça ben bu hana daha çok uğrarım.' ifadesidir. Mesele hancı-yolcu meselesi. Biz de bu dünyada yolcu değil miyiz? Yolcuyuz ve bu handan geçerken bırakacağımız eserler çok önemli."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Bir Şiir Bir Hayat-Zindandan Mehmed'e Mektup" sergisi ve "Reis Bey" tiyatrosunun gösterimine katıldı.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek'in bütün dahiler gibi anlaşılması ve anlatılması son derece zor bir sanatkar olduğunu ifade eden Erdoğan, "Onun zekası ve muhayyilesi, fikrin dehlizlerinde öyle bir deveran ederdi ki ardından yetişmek mümkün değildi. Kendi iç dünyasında kurduğu o girift dengelere, çözdüğü müşkül bilmecelere ve yaşadığı derin ızdıraplara ancak kaleme ve kelama döktüğü kadarıyla muttali olabiliriz." diye konuştu.
"TERS YÜZ EDİLMİŞ TARİHİ ASLİ HALİNE DÖNDÜRMEK GİBİ ÇETİN BİR VAZİFEYE TALİP OLMUŞTU"
Kısakürek'in, edebiyatın bütün sahalarında eserler vermiş olmakla birlikte tarih alanında yazdıklarının geç kalmış bir hesaplaşmanın vasıtası olduğunu anlatan Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Silinmiş, unutturulmuş, çarpıtılmış hatta ters yüz edilmiş bir tarihi asli haline döndürmek gibi çetin bir vazifeye talip olmuştu. Osmanlı ile Cumhuriyet Türkiyesi'yle, tek parti dönemiyle, toplumla ve siyasetle ilgili hakikatleri korkusuzca dile getirdi. Önünde hayatını dilediği gibi yaşayabileceği imkanı olduğu halde o, zorluğu, meşakkati, çileyi seçti. Davası uğruna bedel ödemekten hiç kaçmadı. Yaşadığı onca mağduriyete ve mahkumiyete rağmen 'Umudun, kurtuluşun, diriliş ruhunun kaynağı Türkiye'dir.' demekten bir an olsun geri durmadı. Şerefi, izzeti, güzeli ve estetiği dışarıda arayanlara daima vatan coğrafyasını, tohum halinde bir çekirdek olarak gördüğü Anadolu'yu ve tarihimizi işaret etti.
Batması istenen, bunun için her türlü çaba gösterilen kadim medeniyetimizin bu topraklarda yeniden yükseleceğine tüm kalbiyle inanıyordu. Eserlerinde sık sık vurguladığı Türk kavramıyla, Selçuklu'dan ve Osmanlı'dan tevarüs ettiğimiz değerlere sahip çıkıyordu. Bilhassa 14 ve 19. asır arasındaki 500 yıllık devrede, milletimizin yetiştirdiği büyük şahsiyetleri örnek gösteriyor, onları kendi üslubuyla şöyle tanıtıyor; 'Yunus Emre'de mavera-i hasret, Fuzuli'de beşeri rikkat, Baki'de sultani haşmet, Nefi'de hamasi belagat, Nedim'de garami hassasiyet, Şeyh Galip'de bedii zarafet ve hepsinde, teker teker bu kıymetlerin hepsi. Osmanlı'yı büyük yapan işte bunlardır ve bunlara benzer diğer dallarda emeklerini ortaya koyanlardır."
"BU MİLLETE RUH KÖKÜNDEN ALDIĞI KUVVET VE CESARETLE VAR OLABİLECEĞİNİ GÖSTERDİ"
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, üstat Necip Fazıl Kısakürek'in bu heyecanlı dili ve üslubunun sevenleri için numune-i imtisal olduğunu ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Öz yurdunda parya muamelesi gören bu millet, tarih sahnesine tekrar çıkmak için ihtiyacı olan öz güveni onun kelimelerinde buldu. Necip Fazıl, bu millete kimsenin icazetine, inayetine muhtaç olmadan, ruh kökünden aldığı kuvvet ve cesaretle var olabileceğini gösterdi. Üstadın en önemli sermayesi samimiyeti, en büyük şiarı sahiciliğiydi. Şiirin gücüne, eserlerinin kalibresine, mücadelesinin örnekliğine rağmen, sırf baskılara boyun eğmediği, aydın zorbalığına teslim olmadığı için 'takunyalı, gerici, süper mürşit' gibi aşağılamalara maruz kaldı. O günlerin bazı gazeteleri, üstadın yazılarından dolayı her mahkemeye çıkışını adeta bir kutlama gibi müjde edasıyla manşetten duyurdu. Aynı dönemin bazı gazetecileri ise fikirle, kalemle, kelamla bileğini bükemedikleri Necip Fazıl'ı hakaretlerle alt etmeye çabaladılar. Karşılarında bütün bu saldırılara ve hoyratlıklara yalnızca şiirleriyle, kitaplarıyla, konferanslarıyla cevap veren bir Necip Fazıl var. Nitekim onu tarihe gömmek isteyenlerin bugün esamesi bile okunmazken, üstat fikriyle ve hatıralarıyla aramızda yaşamayı Allah'a hamdolsun sürdürüyor."