
Başkan Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler Zirvesi için gittiği New York'ta SETA Genel Koordinatörü ve SABAH Gazetesi Yazarı Prof.Dr. Burhanettin Duran'a röportaj verdi. Erdoğan, "Batının üstün olduğu şeklindeki sorun üreten anlayışın sonuna geldik. Bunu artık herkes sorguluyor ve kabul ediyor. Batının kendisi bile artık bunu kabullenmeye başladı. Yüzyıllara sari Batı hegemonyası artık bitmiştir." dedi.
Başkan Erdoğan'ın Kriter dergisindeki röportajı şöyle:
Sayın Cumhurbaşkanım, Eylül ayının ilk haftasında Daha Adil Bir Dünya Mümkün: Birleşmiş Milletler için Bir Reform Önerisi başlıklı bir kitap yayınladınız. Daha önce de "Küresel Barış Vizyonu" ismiyle, konuşmalarınızdan oluşan bir kitap yayınlamıştınız. Bu defa daha farklı bir kitap kaleme aldınız. Kitapta hem küresel sistemin değişen yönüne dikkat çekiyorsunuz hem de var olan küresel yönetişim krizine işaret ederek Birleşmiş Milletler'in reformuna yönelik yeni bir öneri sunuyorsunuz. Neden böyle bir kitap yayınlamaya ihtiyaç duydunuz?
Evet, küresel sistem kapsamlı bir meydan okumayla karşı karşıya. Türkiye olarak başından beri bu dönüşüme hem öncülük etmeye çalışıyoruz hem de var olan sorunlara dikkat çekiyoruz ve her uluslararası ortamda güçlü bir şekilde çözüm önerilerimizi ifade ediyoruz. Gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Önce var olan sorunları açıkça konuşmalıyız. Dünya bir kriz döneminden geçiyor. Küresel salgın bu krizi derinleştirdi. Salgın aynı zamanda yaşadığımız dönemin sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiği mesajını da verdi. Aksi halde kriz daha da derinleşecek ve çözümü imkansız sorunlarla karşı karşıya kalacağız. O zaman hiçbir mekanizma işleyemeyecek. Küresel sistem derin bir krizle karşı karşıya. Küresel yönetişim mekanizmaları işlemez durumda. Bir yönetişim problemi ortaya çıkmıştır. Adalet ise ayaklar altına alınmıştır. Mevcut haliyle Birleşmiş Milletler de bu krize cevap üretme noktasında işlevsizleşmiş ve etkinliğini kaybetmiştir.
Yaşadığımız bu küresel derin krize yönelik Türkiye olarak bir cevap üretmek zorundayız. 20 yıldır ülke olarak insanlığın sesi ve vicdanı olduk. Sessiz çoğunluğun sesini gür bir şekilde bütün uluslararası platformlarda duyurduk. Gördüğümüz bütün adaletsizliklere din, dil ve ırk ayırımı yapmadan dikkat çektik. Suriyeli sığınmacılardan Myanmar'da yaşanan insanlık dışı muamelelere, Filistinli Müslümanların yaşadığı dramdan ve zulümden Yeni Zelanda'da yaşananlara, Batı'da zuhur eden İslam karşıtlığından, aşırılıktan ve göçmen karşıtlığından Afrika'da yaşananlara kadar her meseleye hep insani bir perspektiften yaklaştık. Sürekli adil olmayı, adaletli davranmayı gözettik ve eşitsizlikleri gündeme getirerek küresel sistemin vicdanı olarak hareket ettik.
Bugüne kadar yüksek sesle dile getirdiğimiz hususları tarihe not düşmek adına bir kitapta bir araya getirmeye karar verdik. Sadece konuşmak ve durum tespiti yaparak eleştiri getirmek değil; aynı zamanda çözüm önerisi de sunmak istedik. Bu kitap fikri de böyle ortaya çıktı. Şimdi hem krizin kaynağına işaret ediyoruz hem de krizin sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyoruz. Ama bununla da yetinmiyoruz. Küresel yönetişim krizinin merkezinde yer alan Birleşmiş Milletler'in elimizdeki hala en önemli imkan olduğunu söylüyoruz. Ancak bu haliyle değil. Yeni bir reform inisiyatifi alarak BM'nin yeniden yapılandırılmasını öneriyoruz. Elbette bizim önerimiz bir reform teklifi. Bu teklifle daha adil bir dünya mümkün olabilir diyoruz. Dünyanın gerçek sorunları tartışılsın istiyoruz. Mevcut sorunları görmezden gelerek bir çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını ifade ederek yeni bir teklifle uluslararası toplumun karşısına çıkıyoruz.
Kitabınızda dünya sisteminin bir çöküş yaşadığını söylüyorsunuz. Nasıl bir çöküşle karşı karşıyayız?
Mevcut dünya sisteminin karşı karşıya kaldığı birçok sınama bulunuyor. Tek bir ülkenin kendi başına üstesinden gelebileceği bir meydan okuma değil bu. Her şeyden önce çok boyutlu. Sadece ekonomik bir krizle karşı karşıya değiliz; aynı zamanda siyasi kriz ve güvenlik krizi de söz konusu. Korona salgını bu krizleri farklı düzeylerde daha fazla gün yüzüne çıkardı. Küresel kamu sağlığının ne kadar hayati olduğunu görmüş olduk. Salgın küreselleşmenin can damarı olan sınırlar arası hareketliliği kısıtladı ve kısa bir zamanda tedarik zincirlerini altüst etti. Sadece ekonomik rasyonalitenin ve maksimum kazancın ön planda olduğu ekonomik anlayışın sonuna geldik. Serbest küresel insan dolaşımı durma noktasına geldi. Şimdi de ağır şartlar altında kısıtlı bir dolaşım söz konusu. Ancak kriz sadece bunlarla da sınırlı değil. Mesela iklim değişikliği uluslararası toplumun önemli bir gündemi olmalı.