Osmanlı Padişahı Sultan Mehmed, uzun zamandır yaptığı hazırlıkları tamamlayarak İstanbul'u kuşatmış ve günlerce süren muhasara sonunda 29 Mayıs 1453'te Peygamber efendimizin müjdesine mazhar olarak şehri fethetmişti. Fetihten bir gün sonra bütün ileri gelen ümera ve ulema toplanmışlardı. Fâtih Sultan Mehmed fetihle ilgili son bilgileri alıp gerekli emir ve fermanları verdikten sonra, Hızır Çelebi'ye dönerek; "İstanbul kâdısına hüküm odur ki..." dedi. Bu fermanla Fâtih, Hızır Beyi, İmparatorluğun en önemli vazifelerinden birine tâyin ediyor ve ona olan güvenini en üst derecede gösteriyordu. Ama Hızır Bey'in İstanbul kadılığı uzun sürmedi. 5-6 yıllık bir süre ile bu önemli vazifeyi yerine getirdi. Ancak bu kısa sürede gösterdiği icraatı ile çok başarılı oldu.
İLK BELEDİYE BAŞKANI
O zamanda kâdılar, bugünkü belediye başkanlarının yaptığı işleri de yaparlardı. Çünkü o zamanlar, nüfus ne kadar kalabalık olursa olsun, insanların mahkeme ile işleri az olurdu. Kimse kimseye kötülük düşünmez, komşu komşusunun hakkına riâyet ederdi. Hızır Bey, İstanbul kadısı ve belediye başkanı olarak vazifeye başladıktan bir müddet sonra, bir Hıristiyan mimar geldi. Hızır Bey'i buldu. Kadı efendiye hâlini arz edip, padişah Fâtih Sultan Mehmet Han'dan şikâyetçi olduğunu söyledi. O zamanlar, Avrupa ülkelerinde değil kralı mahkemeye vermek, aleyhinde konuşmak bile bir insanın kendi hayatından olması demekti. Hızır Bey mimarı dinledi: Fatih, bugünkü Ayasofya Camii'nden daha yüksek kubbeye sâhip bir cami yaptırmak istemiş ve o mimar da bu işe talip olmuştu. Ama Hıristiyan mimarın gönlü, Ayasofya kilisesinden daha üstün bir eser yapmaya razı değildi. Câminin inşaatı başladı. Mısır'dan getirilmiş sütunların yüksekliklerini kısa tutmuş, kubbenin yüksekliği de Ayasofya'dan alçak olmuştu. Fatih, caminin bitimine yakın inşaatı inceledi. Sütunların kasıtlı olarak küçültülüp, Ayasofya'dan daha üstün bir binanın yapılmaması gayreti güdüldüğünü anladı. Hemen Hıristiyan mimarın cezalandırılmasını emretti. Emir yerine getirildi. Eli kesildi. Bir mimar için el, her şeyden daha fazla önemliydi... Bütün bunları, âdil Osmanlı'nın âdil kadısı Hızır Bey'e tek tek anlattı. Hızır Bey, şahitlerle beraber, Fatih'i mahkemeye dâvet etti. Eli kesilen mimar ayakta duruyor, ürkek ürkek etrafını seyrediyordu. Böyle bir mahkemeyi ilk defa görüyordu. Osmanlı'nın âdil idaresini hayal bile edemezdi. Fatih mahkemede oturmak istediğinde Hızır Bey "Oturma begüm!.. Hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur!" dedi. Sultan, sözü ikiletmeden söylenilen yere geçti. Hızır Bey; "Sen, Murat oğlu Mehmet! Bu zımmînin elini kestirdin mi?" deyip söze başladı. Mahkeme neticesinde; "Sen, Murat oğlu Mehmet! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için kısas olunacaksın! Senin elin de onunki gibi kesilecek! Eğer zımmîyi râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun maîşetini temin etmek karşılığında elini kesilmekten kurtarabilirsin!" dedi. Herkesle birlikte Padişah da tam bir sükunet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mimar, bu ulvî karar karşısında daha fazla dayanamadı. Ağlayarak Padişah'ın ellerine kapandı. Ölünceye kadar maişetini temin etmek karşılığında anlaştılar. Hıristiyan mimar, aile efradı ile birlikte Müslüman olmakla şereflendi. O da yüce İslâm dininin yayılması için gayret eden kimseler arasına katıldı.
YARIN: SEYİT NİZAM HAZRETLERİ
MEVLÜT YÜKSEL / İSTANBUL'UN MANEVİ SULTANLARI 18