Ülkücü ve solcu erler bile birbirine girmişti

'Karıştır-barıştır' uygulamasıyla ülkücü ve solcu gençler, aynı koğuşlara konulmaya başlanmıştı. Ancak 'karışan' gençler 'barışamayınca' kavgalar art arda geldi. Üstelik olayları önlemesi gereken erler de artık kavganın taraflarıydı...

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 31 Temmuz 2010 Güncelleme 02 Ağustos 2010, 13:29
Ülkücü ve solcu erler bile birbirine girmişti

İÇİNDEKİLER

1979 Yılı'nın Mayıs-Haziran aylarıydı. Sivil cezaevleri boşaltılıyor, bütün gençler askeri cezaevlerine naklediliyordu. Ankara Mamak Askeri Cezaevi de dolmaya başladı. Gençler, orada bambaşka bir dünya ile karşılaştılar. Dayak, gündelik ve olağan hadiseler arasındaydı. İşkence almış yürümüştü...
Artık sivil cezaevi hayatı geçmişte kalmıştı. Ranzalarında oturup, rahat rahat sigaralarını tüttüremiyorlardı.
Kağıttan imal ettikleri cezaevi işi kül tablalarını kullanamıyorlardı.

Arkadaşları geldiğinde onları ranzalarında ağırlayıp, çaycıya seslenemiyorlardı:
- Yap bir beşlik.
Mamak'ta sadece maddi işkence yapılmıyordu. Manevi işkencenin de her türünden örnekler sergileniyordu.
Tuvaletleri temizlemek gençlerin işiydi.
Ancak, bu iş için ellerine herhangi bir malzeme verilmiyordu. Elde ne bez, ne de fırça vardı. Gençler, bir erin "başla" komutu ile içeri giriyorlar, elleriyle temizlik yapıyorlardı. Tıkanan tuvaletlerdeki pislikler de avuçlanarak dışarı çıkarılıyordu.

25 SOLCUYA 5 ÜLKÜCÜ
Vaktiyle Deniz Gezmiş'in de kaldığı iki kişilik hücrelerin kapıları açılmıştı.
Buralara ülkücü ve solcu gençler birlikte yerleştirildiler. Koğuşlara açılan bu hücrelerde değişik bir düzen kurulmuştu. Ülkücülerin çok olduğu koğuşlara az solcu genç, solcuların çok olduğu koğuşlara da az ülkücü genç veriliyordu.

B Blok'taki koğuşta 25 solcuya karşı 5 ülkücü vardı.
Dışarıdaki kavganın en yoğun olduğu dönemdi.
Buna rağmen, ülkücü ve solcu gençler herhangi bir psikolojik hazırlık yapılmadan aynı koğuşlara yerleştirilmişlerdi. Bu işlemin adına "karıştırbarıştır" deniliyordu.
Ancak, "ortak koğuş" uygulaması, gençlerin birbirine kırdırılmalarından başka bir sonuç vermiyordu.
Gençler karıştırılmış, ama barıştırılamamışlardı. Hemen her gün sürtüşmeler oluyor, kimi zaman da büyük olaylar çıkıyordu. '

BİRBİRİNİZİ İDARE EDİN!'
Cezaevleri Ülkü Ocağı Genel Başkanı Selahattin Arpacı, A Blok 5. Koğuş'taki ranzasına oturmuş, mırıldanarak Yasin-i Şerif okuyordu. Ülkücü Gençler yanına yaklaştılar:
- Başkanım, yüksek sesle oku da biz de dinleyelim.
Arpacı da sesini yükselterek, arkadaşlarının isteğini yerine getirdi.
Ertesi sabah Manga Komutanı Teğmen sayım için geldiğinde solcu gençler etrafını çevirdiler. Ülkücüleri göstererek şikayet ettiler:
- Bunlar geceleri koğuşta yüksek sesle Kur'an okuyorlar. Biz rahatsız oluyor, uyuyamıyoruz.
Teğmen ne diyeceğini şaşırdı. "Olmaz" dese ülkücüler ayağa kalkacaktı. Tersini söylese solcular tepki gösterecekti.
Umursamaz göründü, sayım yapıp koğuşun kapısına doğru yöneldi:
- Yahu birbirinizi idare edin işte!
Manga komutanının dışarı çıkması ile birlikte 5. Koğuş'taki hava iyice elektriklendi.
Karşılıklı atışmalar yumruklaşmaya dönüştü. Gürültüyü duyan askerler içeri girip kavgayı ayırdılar. Manga komutanı teğmen sinirlenip bağırdı:
- Bu gece bunların tamamını havalandırmaya çıkaracaksınız. Sabaha kadar döveceksiniz. Sabah buraya sürünerek gelecekler.
Tam sözlerini bitirmişti ki, dört bir yandan gürültüler gelmeye başladı.
Kavga A Blok'taki bütün koğuşlara sıçramıştı. Mamak'taki bu kavga yarım saatten fazla sürdü. Askerler, olayı bastırmakta etkisiz kalmışlardı. Çünkü, kavgayı ayırmakla görevlendirilen ülkücü-solcu erler de birbirine girmişti.
Bu arbedede manga komutanı teğmen de yaralanmıştı.
Olayın yatışması ile birlikte teğmen yeniden 5. Koğuşa geldi. Yarım saat önce "Bunları döveceksiniz" diyen kişi gitmiş, yerine bambaşka bir insan gelmişti.
Gençlere "arkadaşlar" diye seslendi:
- Lütfen burada düzeni sağlayalım.
Sıkıntılarınızı söyleyin, ben de size yardımcı olayım.
Her iki taraf da ayrı cevabı verdi:
- Biz bunlarla birlikte kalmak istemiyoruz. Bizim koğuşlarımızı ayırın.
Teğmenin ise, bunu gerçekleştirecek gücü yoktu!
Mamak'ta her gün üç defa içtima yapılıyordu. Bu içtimaların tamamında dayak vardı. Her seferinde kalabalık olan taraf haklı çıkıyordu. Hep birlikte karşı grubu şikayet ediyorlardı:
- Bize küfür ettiler.
Bu fırsatı bekleyen erler de karşı tarafa acımasızca girişiyorlardı.
Gençler arasındaki gerginlik had safhadaydı. Birbirlerine küfür ediyorlar, fırsatını bulunca da yumrukluyorlardı. Mamak'ta "sürekli saldırı" bir hayat tarzı haline gelmişti.
Başlangıçta yumruk yumruğa yapılan kavgalarda, giderek kılıç, kama ve şişler de kullanılmaya başlandı.
Kesici aletler tuvaletlerin deliklerine saklanıyor, özellikle pas tutturulup mikroplandırılıyordu.
Herkes hayatta kalabilmek için can havliyle savaşıyordu. İçeride, kelimenin tam anlamı ile bir "ölüm kalım savaşı" vardı. Bu kavgalarda ağır yaralılar bile oluyordu.

TABİAT BOŞLUK SEVMEZ
Mustafa Sami Barshan gibi tecrübeli ülkücüler, arkadaşlarını 24 saat meşgul etmek için programlar geliştirdiler.
Çünkü, tabiat boşluğu sevmezdi.
Cezaevinde boş oturulması halinde büyük sıkıntılar yaşanabilirdi. Herkes 5 vakit namaz kılıyor, toplu olarak Kuran-ı Kerim okunuyor, sürekli spor yapılıyordu.
Sol gruplar ise, zamanı iyi değerlendiremedikleri için sıkıntı yaşıyorlar, zaman zaman kendi aralarında kavga ediyorlardı. Üstelik bu kavgalarda birbirlerini de şişliyorlardı.
Kavgalar, artık dayanılmaz bir hal almıştı. Ülkücülerden Ümit Ölmez ve Süleyman Türk defalarca yaralandı. Her türlü metal alet silah olarak kullanılıyordu. Yemekhanelerdeki metal tabaklar masalara sürtülerek keskinleştiriliyor, karşı tarafın yüzüne fırlatılıyordu.
İçeride bir hayat mücadelesi vardı...
Vuran kazanıyordu!

ATEŞE VERDİLER
Karıştır- barıştır uygulaması tam bir fiyasko halini almıştı.
Askeri cezaevi idaresi sonunda havlu atmak zorunda kaldı.
Gençlerin koğuşları ayrıldı.
Ancak bu da çözüm olmadı. Bir gün Mustafa Sami Barshan, İsmail Şahin, Ümit Ölmez, Süleyman Türk ile Yükseliş Mimarlık ve Siteler-Önder ülkü ocaklarından gençlerin kaldığı B Blok'un duvarları sallanmaya başladı. Ülkücüler altışar kişilik gruplara bölündüler, koğuştaki masaları koç başı gibi kullanarak, aradaki duvarı dövmeye başladılar. Çok geçmeden yıkılan duvardan içeri girip, solcu gençlere saldırdılar:
- Allah, Allah, Allah, Allah...
Solcular ise, havalandırmaya çıktıklarında ellerindeki kolonya şişelerini ülkücülerin koğuşlarına dökerek, yatakları ateşe verdiler. Amaçları, ülkücüleri dumana boğup öldürmekti.
Bu kavgalar ve gerilim 12 Eylül 1980 İhtilali'ne kadar devam etti. Askerler, ihtilalin ardından bu yaşananların acısını misliyle çıkardılar. Dayağın, eziyetin ve işkencenin her türünden örnekler verdiler.

'HOŞGELDİN' DAYAĞININ KARŞILIĞI
Ceza alanların sevkleri geliyor, Mamak Askeri Cezaevi'nden diğer illere gönderiliyorlardı. O gün aralarında Selahattin Arpacı, Mustafa Sami Barshan, Hayrullah Çalık, Yıldırım Şekercioğlu, İbrahim Akgün Savaş Çalışkan'ın da bulunduğu pek çok isim, Isparta Sivil Cezaevi'ne doğru yola çıkarıldı.
Davraz Dağı'nın eteğindeki Isparta Cezaevi'ne gece 02:00 sıralarında geldiler. Ayrı ayrı hücrelere kapatıldılar.

Aradan yarım saat geçmeden isimleri okunmaya başlandı. İsmi okunan hücreden alınıyor, 3x4 metrelik boş bir alana götürülüyordu. Daha sonra ellerinde kazma sapları olan 5-6 gardiyan saldırıya geçiyordu. Kazma sapları insafsızca inip kalkıyor, dayak gençler yere düştükten sonra da devam ediyordu.
Canhıraş feryatlar cezaevinin her yanından duyuluyordu.

Selahattin Arpacı, birkaç darbe yedikten sonra kendini yere atıp bayılma numarası yaptı. Numara yapıp yapmadığını öğrenmek için gardiyanlardan biri yakasındaki toplu iğrayi çıkarıp, etiyle başparmağının arasına soktu. Arpacı'nın canı fena halde yanıyor, ancak sesini çıkarmıyordu.
Çünkü, toplu iğne kazma sapından daha az zarar veriyordu.
Gardiyanlar yine tatmin olmadılar.

Biri duvarın dibindeki soğuk su dolu kovaya yöneldi. Amacı, o soğuk suyu Arpacı'nın üzerine boca etmekti. Arpacı, hemen yeni ayılıyormuş gibi yaptı. Isparta'nın dondurucu şubat soğuğunda suyun üzerine boşaltılmasını önledi. O havada soğuk su kazma sapından daha tehlikeliydi. Kovadaki suyun üzerine boşaltılması ölümle sonuçlanabilirdi. Birkaç tekme ve kazma sapı yedikten sonra dayak faslı bitti. Sıra Mustafa Sami Barshan'a gelmişti.

O'nu da saat 04:00'te cezaevi hamamına götürdüler. Ağır işkencelerin çoğu burada yapılıyor ve adına da "hamam sefası" deniliyordu. Hamamın bütün duvarları kan içindeydi. En yaşlısı bile 30'un altında olan ve tamamı sol görüşlü gardiyanlar, "Sen bunların elebaşına benziyorsun" diyerek Mustafa Sami'yi falakaya yatırdı. Onlar vurdukça Mustafa Sami de cevap veriyordu:
- Ananızı......
Böylece hem deşarj oluyor, hem de vücuduna inen sopaların acısını daha az hissediyordu.
Falaka faslı tam 2 saat sürdü.
Cezaevinde "hoş geldin dayağı" yiyenlerin her yeri şiş ve morluklar içindeydi. Ayakta durmakta zorluk çekiyorlar, falakaya yatırılanlar ise yere bile basamıyorlardı. Buna rağmen, hücrelerde havalandırma için dışarı açılan demir parmaklıklarda cam bulunmadığından donmamak için hareket etmek zorundaydılar. Günlerce acılar içinde kıvranarak, ısınmaya çalıştılar.
Aradan iki ay geçti. Ülkücü gençlere Isparta Cezaevi'nde meydan dayağı atan gardiyanların elebaşı dört yerinden bıçaklandı. Ameliyat sırasında bir böbreği ve dalağı alındı.
Olayın faili yakalanamadı. Soruşturma sırasında ifadeleri alınan bütün ülkücü gençler de sözleşerek aynı ifadeyi verdi:
- Duyduğumuza göre uçkuruna çok düşkünmüş. Birinin karısına sarkmış. O da eline bıçağı alıp doğramış. Cezasını Allah vermiş. Bize çok çektirmişti. Bakın mazlumun ahı yerde kalmıyor!


"AÇILIM DİYEN HERKES TEK TEK ÖLDÜRÜLDÜ" HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!

"İSA VE MUSTAFA'YI MUHSİN YAZICIOĞLU KAÇIRDI" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"GİZLİ ELLER OPERASYONU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN


"ASKERLER COPLARKEN HIÇKIRARAK AĞLIYORDU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN

"ERKEKLİĞİNDEN OLDUN, AMA SENİ ZEVKTEN MAHRUK ETMEYECEĞİZ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!