İlkemiz almak değil, vermek olmalıdır

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 08 Ekim 2010 Güncelleme 08 Ekim 2010, 00:00
İlkemiz almak değil, vermek olmalıdır

İÇİNDEKİLER

İslâmî öğretim ve eğitimden yoksunluğumuzun en belirgin göstergelerinden biri, "Ben ne verebilirim değil de ben ne alabilirim," zihniyetinin insanımıza hakim olmasıdır. Oysa ki İslâm, almayı değil vermeyi kurumsallaştırmıştır.
Vermek asıldır, süreklidir, emirdir ve öğüttür. Almak ise arızidir, geçicidir ve yalnızca başvurulabilir bir ruhsattır/izindir.
***

Devlet başkanından temizlik işçisine, öğretim üyesinden öğrencisine, hakiminden mahkumuna ve kadınından erkeğine kadar istisnasız akıllı ve ergin her Müslüman verici olmak konumundadır.
Sevgili Peygamberimiz "Her gün bir hayır yaparak verici olmanız vacib görevinizdir." buyurarak bu gerçeği açıklamıştır.(Et-Tac 2/40) Peygamberimiz örnekler vererek bu görevin, kazanılan günlük nafakadan bir miktar ayırıp vererek, bedeni bir yardımda bulunarak ve İslâmî, aklî ve ilmî doğrulara çağırarak, hatta zarar verici olmaktan korunarak gerçekleştirilebileceğini beyan etmişlerdir.
Böylece istisnasız her bir Müslümanın verici olma özelliğini kazanabileceğini duyurmuşlardır.
İslâm dininde alıcılığın değil vericiliğin ön plana çıkarıldığını ilâhî emirlerde ayrıntılı bir şekilde tespit edebiliriz.
Aşağıda sunacağımız vermeye yöneltici Kur'ânî ve Peygamberî emirler, konumuzu aydınlatıcı vasıftadır: ["Ey iman edenler! Topluca barışa yönelin." "Mümin kardeşleriniz arasında uzlaştırıcı olun." "Namazların şartlarını uygulayarak kılınız ve zekâtlarınızı veriniz." "Adâletli olunuz." "Şüphesiz, Allah emanetlerinizi, (verme yetkisine sahip olduğunuz sosyal görevleri) ihtisas sahiplerine vermenizi emreder." "İşçiye teri kurumadan ücretini veriniz."] (Bakara 110, 208, Hucurat 10, Maide 8, Nisa 58, E-Camiüs-Sağîr 1/46)
***

Aktardığımız ilâhî emirlere şu İslâmî buyrukları da katabiliriz: ["Size bir iyilik yapıldığı; bir hediye verildiğinde karşılığını veriniz.
Buna güç yetirmezseniz, ikram sahibine duâ ediniz." "Sizi Rabbiniz katında bağışlatacak amellerden biri de mümin kardeşinize huzur verip onu mutlu kılmanızdır."]
Verilen kutsal ölçülerden anlaşılacağı üzere, verme yalnız maddeye münhasır/özgü değildir.
Verici olma Allah'a imanın gölgesinde parasal yardımdan hizmet üretmeye, adâlet tevziinden bilgi vermeye, ilgi sunmaktan güler yüz göstermeye ve daha nicelerine kadar vermeye konu edilebilecek her şeyi içine alır.
İslâm alıcılığı kural olarak yasaklar. İslâm, açıklamaya çalıştığımız üzere verici olmaya yönlendirirken hayatî gereksinimlerin oluşturduğu, zekât alıcılığı gibi istisnai durumlar bir yana, kural olarak alıcı olmayı da yasaklamıştır.
Peygamberimiz, "İnsanlara yük olmayınız." buyurmuş, insanlardan hiçbir şey istemeyecekleri sözünü verecekleri Cennetle müjdelemiştir. İnsan istediği zaman, Peygamberimizin yönlendirdiği gibi faydalı olana yapışarak yalnızca Allah'dan isteyecektir.
Modern dilencilikten de kaçınılmalıdır Burada önemli bulduğumuz bir hususa değinmek isteriz. İslâm'ın onay vermediği alıcılık, yalnızca çağrışım yapılan anlamda dilencilik değildir.
İslâm, şirketleşmeyi önerirken şahıslarımız ve kurumlarımız için faizli-faizsiz kredi istemek, kendimizi özelliklerimizle tanıtmak yerine iş ve oy istemek, her zaman ve her yerde hakkımızı öncelikle bizzat arayacağımız yerde aracılık istemek, hakkımız olmadığı durumlarda zam istemek, entrikelarla ihale kazanmayı istemek… Bütün bunlar modern dilenciliktir; asalaklıktır. Yasaklandığınız alıcılıktır. "Yakın çevreme ve toplumuma ne verebilirimden çok, onlardan ne alabilirim?" zihniyetin fosilleşmiş ürünüdür ve İslâm dışıdır.
Verici olmak Hak ve halk katında yücelmektir. Cennetle armağanlanmaktır.
İstisnai durumlar dışında alıcı olmak zuldür ve azap sebebidir.

SORULARINIZ VE CEVAPLARI

MEDYAMIZ GÜNLERDİR SAVARONA'DA YAPTIRILAN FUHŞU LANETLEDİ. FUHUŞ, BAZI TARİHİ MEKÂNLAR DA YAPILDIĞI ZAMAN MI AHLÂK DIŞI OLUR?
Cevap: Biz müslümanız, değer yargılarımızı İslâmdan alırız. Hayata, şeytanın gör dediği yerden değil, Kur'ân ve Sünnet penceresinden bakarız. Bu sebeple biz eş cinsel ve nikâh dışı ilişkileri haram biliriz. ( İsra 32, Araf 80-81) Bu tür ilişkileri tabii ilişkiler olarak sunan ve özendirici bir dil kullanan medya yayınlarını da ahlâk dışı buluruz. ( Nûr 19,Maide 2) Eşcinsel ve zina gibi fuhşun ticari yatırm haline dönüştürülmesini de haram görürüz.( Nûr 33, Darimî Hn.2624) Özetlersek biz Allah'ın ve ortak aklın çirkin bulduğu fuhşa, örneğin tarihî değerleri çağrıştıran yerlerde yapıldığı için değil,fuhuş olduğu için karşı çıkarız. Onu, Allah'a isyan, insanı aşağılama ve azap sebebi olarak değerlendiriririz. Hiç şüphesiz fuhşun toplumumuzca değer verilen ve kutsallık atfedilen yerlerde yapılması onu daha da çirkinleştirir,

MEDYA HABERLERİNDE, DÜNYA BENZERİ HAYAT BULUNAN YENİ BİR GEZEGENİN BULUNDUĞU BİLDİRİLİYOR? BU KONU DA KUR'ÂN'DA BİR İŞARET VAR MIDIR?
Cevap: Vardır. Allah'ın Hz.Muhammed aracılığıyla insanlığa gönderdiği son ilâhi Kitap olan Kurân'da Sema ve Semavat ifadeleriyle dünya göğüne ve göklere yer verilmektedir. Onların konumuna,yaratılışına, güzelliğine ve yaratılış süreçlerine dikkatlerimiz çekilmektedir. Onları yaratan Allah'ın gücünün sonsuzluğua ve O'nun bedenlerimizi yeniden yaratıp ruhlarımızla birleştirerek sorgulamaya da güc yetireceğine vurgu yapılmaktadır. Böylece Ebed'i Hayat'a imanın aklî temelleri atılmakta,Cennet ve Cehennem'e imanımız pekiştirilmektedir. Yüce Allah, Kur'ân'ın, kendisinin kitabı olduğunu kanıtlarcasına, ilim ufkumuzu aydınlatan ve çalımalarımıza yön veren işaretler de sunmaktadır. Bunlardan biri de sorunuza ilişkindir. Biz Şûra sûresindeki açıklamayı yorumsuz olarak aktarıyoruz "Gökleri yeri ve yaratması ve her ikisinde DABBE yaratıp yayması Allah'ın yaratıcılığını gösteren belgelerdendir. O, dilediği zaman onları bir araya toplamaya gücü yetendir" (Şûra 29) Dabbe insanlar dahil bütün canlı varlıklara verilen genel isimdir. Canlı olan yerde su da vardır. Bu tanımı doğrulayan Kur'ân'da şöyle buyrulur: "Allah bütün Dabbeleri/canlıları sudan yarattı. Kimi canlılar karnı üzerinde yürür. Kimi canlılar iki ayağı kimi de dört ayağı üzerinde yürür. Allah canlı/cansız dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah dilediği her şeyi yapmaya gücü yetendir." (Nur 45)

HORTLAK VAR MIDIR?*
Cevap: Biz sorunuzdan, "geceleri mezarından çıkarak insanlara zarar verdiğine inanılan ölüyü" anlıyoruz. Pek çok yabancı filme de konu olduğuna tanık olduğumuz hortlak inancı, bir hurafedir. Üzülerek ifade edelim ki bu hurafe gerçekmiş gibi kaynaklarımıza da girmiştir. Açıklayalım: Ölümü ile rûhu bedenden ayrılarak kabir hayatına başlayan kişi, hiçbir şekilde dünya hayatına dönemez. Ölüm meleklerinden Cennet müjdesini alan ölü kişi rûhu ile mutluluk içindedir. (Nahl 32) İslâmî ölçülere göre inkârcı olan kişi de melekler tarfından darbelendiği ve yakıcı azapa uğratılacağı bilgisini aldığı için ifeyat koparır ve dünyaya döndürülmesi için Allah'a yalvarır.(Enfal 50-51) Burada sözü Kur'ân'a bırakalım: "(Ölümden sonraki hayata inanmamakta direnip de kendi kendilerini aldatanlardan) her hangi birine sonunda ölüm gelip çatınca: "Ey Rabbim!" der, "Beni (hayata) geri döndür, izin ver döneyim de (daha önce) gözardı ettiğim konularda güzel ameller yapayım. Yok, onun söylediği, şüphesiz, yalnızca (boş ve anlamsız) bir sözden ibarettir; çünkü (bir kere dünyayı terk etmiş bulunanların) ardında, yeniden diriltilecekleri Gün'e kadar (aşılması imkansız) bir berzah/engel bulunmaktadır! " (Müminûn 99-100) (Anlamı verilen âyetlerde söz edilen dünyaya dönüş arzusu, Kıyamet Günü veya Cehennem içinde azaplanırken yapılacak dönüş isteğinden farklıdır. Çünkü ölümün hemen ardından gerçekleşecektir.) Bu âyetlerden anlaşılacağı üzere ölünün rûhu ne kendi bozulankemik yığını haline dönüşen vücuduna dönebilir ne de bir başka varlığın vücuduna girebilir. Böylesi bir inanç İslâm dışıdır ve uydurulmuş bir bid'attir. Hayata, ölüme ve ölüm ötesine Kur'ân'ın aydınlığında bakamayan insanların hurafeleri, hurafemsi yalanlanları bitmez. Medyamızın Fal ve Astroloji köşeleri buna örnektir. Not: Çay Tv' de bir hocamızın hortlak çıkabileceğini söylediğini bizzat dinledim. Hocamız, Ebussuud efendiden nakille hortlağın varlığını doğrular gibi ifade kullanan merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocamızın ünlü Kamus'unu da kaynak göstermiştir. Ömer Nasuhi efendinin Kamus'unda yer alan ve red edilmesi gereken bu üzücü hurafe ifadeleri aynen aktarıyorum: "Bir kasababa makberesinde (kabristanında) zuhur edip mazarratı (zararı) görülen -tevatüren sabit olancazuyı (hortlağı) kabrinden çıkararak başını kesmekde ve eğer zararı bununla da mündefi olmazsa (giderilmezse) yakmakda bir beis (sakınca) görülmemiştir. Ebus-Suûd fetvası." Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu 3/ 319-320 ( Bilmen Yayınevi İst. 1968) Böylesi inanca ilişkin bir konuda bilmeyerek de olsa Kur'ân ve Sünnet'e aykırı beyanlarda bulunmaktan Allah'a sığınıyoruz.