Celal Bayar'ı ipten alan Papa

1950'lerde Türkiye'nin en önemli iki casusundan biri olan Kardinal Roncalli, 1958'de Vatikan'a gidip Papa oluyor... 2 yıl sonra yakın dostu Celal Bayar idama mahkum ediliyor. Devreye giren Papa şu mesajı iletiyor: Bayar'ı idam ederseniz dünyayı karşınıza koyarım

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 28 Eylül 2010 Güncelleme 13 Ekim 2010, 11:47
Celal Bayar’ı ipten alan Papa

İÇİNDEKİLER

Biri siyasi bir kişilik, diğeri ünlü bir sanatçımız; Celal Bayar ve Ajda Pekkan... Peki casusluk faaliyetleriyle nasıl ilgileri olabilir? İşte Aytunç Altındal bu konuyla ilgili şimdiye kadar konuşulmayanları Arda Uskan'a anlattı...

-İkinci Dünya savaşı sonrası İstanbul'daki casuslar aleminde biraz daha dolaşalım istersen. O dönemdeki en çarpıcı ajanlar kimlerdi?
1950'lerde Türkiye'deki en önemli iki casustan biri de Kardinal Roncalli... İstanbul Şişli'deki Ölçek Sokak'ta oturuyordu. Bugün Pangaltı'da Vatikan Temsilciliği'nin bulunduğu sokak. Sonra Papa 23. John oldu. Ama bu günlerde oraya giderseniz, Ölçek Sokağı'nın isminin Kardinal Roncalli Sokak olarak değiştirildiğini görürsünüz.

-Papa mı oldu bizim Pangaltılı Kardinal?
Bildiğin Papa oldu işte. Hazret, 1939'- dan itibaren Türkiye'de, sonra 1958'de Vatikan'a gidip Papa oluyor. İstanbul'daki en yakın dostu ise Celal Bayar. O günlerde Türkiye'de Vatikan Büyükelçiliği yok, sadece temsilcilik var. İlk defa temsilcilik açma hakkını Celal Bayar bunlara sağlıyor. Bu yüzden araları çok iyi. 1960'da Bayar idama mahkum edilince, o günlerde Papa olan Roncalli, Türkiye'ye dört kardinal yolluyor. "Celal Bayar'ı idam ederseniz dünyayı karşınıza koyarım" diye de tehdit ediyor. O yıllarda Bayar'ın asılabilmesi için yaş haddini kaldırmışlardı. Ama Papa'nın bildirisinden sonra yaş haddi tekrar gündeme geldi ve Bayar idamdan kurtuldu.
-Ben Bayar'ın idamının durdurulmasını, 'demokratik(!)' bir karar olduğunu sanıyordum!
Asker idama mahkum ediyor ama sıkmıyor gördüğün gibi... Menderes ise asılıyor gariban.

-Belki kardinalin arkadaşı olsaydı o da yırtacaktı...
Kesin... Ben bunu bizzat Bayar'a sordum. O görüşmeye ait fotoğrafımız bile var. Şimdi o tarihteki önemli bir Alman casusuna daha gelelim. Meşhur Franz von Papen... Papen önce Ankara'da. Savaşın sonuna doğru Almanya'nın yenileceğini anlıyor ve ailesini alıp İstanbul'a getirtiyor. Papen savaştan sonra Roncalli sayesinde Vatikan'da görev alıyor ve böylece sıyrılıyor işten.

'İKİMİZ BİRDEN ÖLÜRÜZ!'
-Peki başkaları...
Şimdi başka bir isim... Dr. Wilhelm Hendricks. 1943'te henüz 24 yaşında. İpek tüccarı kimliği ile Almanya'dan İstanbul'a gönderiliyor. Alman ajanı olarak bilgileri Almanya'ya satıyor. Bir görevi de para harcamak. Ne kadar çok para harcarsa o kadar çevre edinecek. Türk istihbaratı kuşkulanıyor. Ajan olduğunu anlayan ise Suat Şakir Kabaağaç. Kabaağaç o sırada Türkiye'deki istihbaratı yöneten adam.

-Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'in kardeşi...
Evet... Suat bey, Dr. Wilhelm'i deşifre etmek ve ajanlığını belgelemek için peşine Harika T. adlı kadını takıyor.

-Soyadı ne kadının?
Söylersem biraz deprem etkisi yapar. Ama Selanik'ten gelen tanınmış ailelerden birinin kızı. Yabancı diller biliyor, hoş bir hanım. Harika, Alman ajanla bir şekilde tanışıyor ve kısa sürede adamı kendine aşık ediyor. O arada çok güzel bir sahne var, film gibi...

- Bunları nereden biliyorsun, yanlarında mıydın?
Yıllar sonra ajan Hendricks ile bir görüşme yaptım. 82 yaşındaydı. Şimdi şu sahneyi anlatalım. Bu ikisi bir arabadalar ve Karaköy'e gidiyorlar. Arabayı Harika kullanıyor. Harika; "Sen kimsin, gerçeği söyle, yoksa arabayı denize sürerim ikimiz birden ölürüz!" Wilhelm aldırmıyor, kadın gerçekten denize sürüyor arabayı ve son anda adam onu durduruyor. Ve dönüp soruyor, "Sen Suat Şakir için mi çalışıyorsun?" Ve birlikte Suat Şakir'e gidiyorlar. Sonrasını Hendricks bana şöyle anlatmıştı; "Suat bey çok büyük bir adamdı. Bana 'Oğlum bu savaşı Almanya kaybedecek' dedi. Yıl 1943 ve daha iki sene var savaşın bitmesine. Bir teklifte bulundu, 'Gel ben seni İngiliz istihbaratına sokayım canını kurtar, boşu boşuna kurşuna dizilme!' Düşünüp taşındım ve kabul ettim Suat beyin teklifini..."

SUAT BEY KURTARDI
- Wilhelm'in akıbeti ne oluyor?
Suat bey bunu Şam'a yollamış İngiliz ajanı olarak. 1945'den sonra da kahraman oluyor. Alman ama İngilizler hesabına çalıştığı için de Time'a kapak oluyor. Sonra Avusturya Havayolları Genel müdürü filan oluyor.

- Peki ya Harika hanım?
O sonra Amerika'ya gidiyor... Wilhelm Hendricks'le konuşurken sıra Harika'ya geldiğinde 82 yaşındaki adamın gözleri yaşardı. "Harika çok güzel bir kadındı" dedi. "Ona gerçekten aşıktım ama çok gençti, ne oldu acaba?" diye sordu sohbetin sonunda. Ben hazırlıklı gitmişim tabii. Çıkardım Amerika'daki adresini verdim.

- Harika hanımın adresini nereden biliyorsun?
Herhalde biz de casusuz di mi? Verdim adresi ama Harika görüşmek istemedi. 'Çok yaşlandım, beni gençlik halimle hatırlamasını isterim' dedi.

- Valla çok hoş bir aşk hikayesi...
Dur daha bitmedi... Bütün bunlar olurken Harika'ya aşık bir Türk gazeteci var. Turan Aziz Biler. İzmir'den İstanbul'a gelmiş genç bir gazeteci. O da Suat Şakir'in istihbarat ekibinde çalışıyor. Ve bu güzel kadına kapılmış, gizliden ne yaptığını merak edip takip ediyor. Harika, geceleri Dolmabahçe'deki saatin altına geliyor, Alman Wilhelm ile orada buluşuyorlar ve gizlice adamı arabasına alıp gidiyor. Turan Aziz müthiş kıskanıyor kadını. Sonra bir gece saatin bulunduğu meydanda...

- Harika hanımın soyadını şimdi daha çok merak ettim!
Etme de dinle. Bu arada Alman istihbaratının diğer adamları da çaktırmadan kendi ajanlarını takip ediyorlar. "Wilhelm bir kadınla buluşuyor ama kim bu kadın?" O gece Wilhelm tam Harika'nın arabasına binecek, karanlıktan biri koşarak fırlıyor, elinde tabanca, "Kendi canım sağ kaldıkça seni vermem ellere ulan" diye bağırarak bunlara doğru koşmaya başlıyor. Bu da gazeteci Turan Aziz... Karanlıkta saklanan Alman casuslar şaşırıyorlar. Biri kendi adamlarına tabanca ile saldırıyor neticede. "Bizim ajanı öldürecekler" diye bunlar da ateş açıyorlar. Kargaşadan faydalanan Wilhelm ile Harika arabaya binip kaçıyorlar. Almanlarla bizim aşık vuruşmaya devam...

- Turan Aziz vuruluyor mu?
Yok. Sanırım sarhoştu, silahları görünce ayıldı ve kaçtı. Sonrasında bunların romanını yazmış "Tüylendi ailesi" diye...

VE AJDA'NIN CASUS SEVGİLİSİ
- Peki Rus casuslarına gelelim mi?
Gelelim... Özellikle 1940'lı yıllarda, İstanbul'daki Rus kadın casusları var ki bunlar en başarılı olanlardı. Genelde Rus deniyor ama bazısı Romanyalı. Bu kadınlar bilgi edinmek için cinsellikten uyuşturucuya kadar her şeyi deniyor. En önemli görevleri de büyük partiler düzenlemek. Bir kız var mesela, çok genç ve güzel bir Rus kızı. Bir gece Fransız ajanları tarafından Pera Palas'da öldürülüyor. Kod adı İona... Cinayet ört bas ediliyor tabii. Bu grubun içinde bir de anne var. Bir de Angel dedikleri bir Rum. Bu kadının bir sevgilisi İngiliz, bir sevgilisi Alman.

- Peki yakın tarihlere gelirsek...
Sana çok ilginç bir başka olay anlatayım. Sonunda öyle bir isim çıkacak ki karşına şaşıracaksın. 1970'li yılların en büyük casusluk olayıdır. 1978-80 arasında yaşandı. O günlerde Sovyetler radara yakalanmadan uçabilen ve MİG-28 diye bilinen bir savaş uçağı geliştirdi. Bunların en gelişmiş modelleri MİG-29 ve MİG-31'di. Bunların varlığını Amerikan casus uyduları fark etmişti ama haklarında hiçbir bilgileri yoktu.

- MİG'leri biliyorum. İki tanesi kaybolmuş, Rusya ayağa kalkmıştı...
İşte onlar... İlki 1978 yılında Vietnam üzerinde istihbarat uçuşu yaparken ortadan yok oldu. Rusya uçağı bulamadı. İki yıl sonra, 31 Ekim 1980'de bir başka MİG-31 aynı şekilde havadayken yok oldu. Bir yıl sonra da Amerikalılar, MİG'lerin sırrını çözdüklerini ve onlardan daha iyi uçaklar yapabileceklerini açıkladı.

- Peki nasıl kaybolmuştu uçaklar?
Orası hala bilinmiyor. Bazı iddialara göre CIA, uçakların pilotlarını çok yüksek paralarla satın almış ve Saygon'daki üslerine indirmiş! Bir başka iddia ise bunların kötü hava şartları nedeniyle düşüp kaybolmaları...

- Bunların bizimle ilgisi ne? Hani adını duyunca şaşıracağım Türk casusu?
Biraz sabredersen geleceğiz oraya da... 1970'li yıllarda ünlü Sporel ailesine mensup bir genç var. Adı, Güney Sporel. Bu genç adam son derece yakışıklı ve Kore'de savaşmış bir delikanlı ve kendi adına kurduğu bir turizm şirketini yönetiyor. Bu köklü aileden biri de Zeki Rıza Sporel. Fenerbahçe'nin ilk başkanlarından biri. Güney Sporel aynı zamanda, daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Kayacan'ın da yeğeni. Güney'in İstanbul Moda'da, 'Stella' adında çok özel kişilerin devam ettiği bir pansiyonu var. Burada özel toplantılar yapılıyor. Aslında Sporel, MİTCIA- KGB üçlüsünün eline düşmüş. Ve bir gün ölü olarak bulunuyor.

- MİG'lerle ilgisi?
Güney Sporel'in arkadaşları arasında, daha sonra adı Lockheed skandalına karışan Nezih Dural isimli biri var. Şimdi asıl şaşırtıcı olan şu. Bir dönemin ünlü playboylarından biri de bunların en yakın dostları...

- O kim?
Yavaş yavaş, işin heyecanını kaçırma. Yıllar sonra 'Bilinmeyen Hitler' kitabım için araştırma yaparken, adı birazdan geçecek o playboy bana aracılar vasıtasıyla haber gönderdi ve buluşmak istediğini söyledi. 70 yaşına gelmişti, hastaydı. Ben de evine gittim. Önce Almanlar hakkında birkaç belge gösterdi, sonra oğlunu odadan çıkarıp asıl bombayı patlattı; "Kaybolan MİG uçaklarının bütün planlarını ve bazı motor aksamlarını ben, N.N. adlı bir kişiyle Vietnam'dan kaçırdık ve Ankara'da Amerikalılar'a teslim ettik!"

- Anladım, beni meraktan çatlatmak istiyorsun! Kim yahu bu adam?
Çok iyi tanıdığın bir isim; Cömert Baykent!

- Yok yahu? Bizim Ajda Pekkan'ın en büyük aşkı...
Evet öyle... Cömert, az önce anlattığım Güney Sporel ile çok iyi arkadaştı. Yakışıklı, kültürlü insanlardı. Ayrıca Cömert Baykent, Hayri İpar'ın da torunuydu. Hayri bey de Türkiye'de istihbarat alanında hizmet etmiş önemli kişilerden biri.

- Peki onca yıl sonra neden sana anlatmış?
Ben de aynı soruyu sordum. "Siz bilmiş olun, araştırırsınız, bir gün doğrulatırsınız, ben artık çok yaşlandım" dedi... Bir süre sonra da öldü zaten.

- Sana göre, gerçek miydi söyledikleri?
Büyük ihtimalle doğrudur. Ama belki de bunu bana anlamakla hedef şaşırtıyordu, o da olabilir. Hoş daha sonra uçaklardan birinin CIA ve MİT'in ortak operasyonu sonucu Türkiye'nin Sinop'taki gizli Amerikan üssüne kaçırıldığı ortaya çıktı. Diğeri ise hala meçhul.

* * *
BAYAR-RONCALLİ-VATİKAN ÜÇGENİ
Roncalli Türkiye'de bulunduğu yıllarda (1935-45) çok iyi Türkçe öğrenmişti. Kardinal yapılan Angelo Roncalli, Türkiye'de çok yakın ilişkiler kurmuştu. Bunlardan biri de 1930'lu yıllarda tanıştığı genç bir politikacıydı. Bu genç, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar'dı. Bayar, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Roncalli'nin ricasını kırmadı ve Vatikan'ın Türkiye'de bir büyükelçilik açması için gereken emirleri verdi.

* * *
AJDA'NIN EN BÜYÜK BAYKENT
1970'li yılların hızlı çapkınları arasında yer alan Cömert Baykent, o dönemin ünlü ailelerinden armatör İparlar'ın mensubuydu. Şeker Kralı Hayri İpar'ın torunu ve işadamı Nebil Baykent'in oğlu olan Cömert, yurt dışında eğitim görmüş, İngilizce ve Fransızca'yı ana dili gibi konuşan bir iş adamıydı. İlk evliliğini Sultan Reşat'ın torununun kızı olan Perizat ile yapmıştı. Gençlik yılları ise İstanbul gece hayatının ünlü playboylarından biri olarak geçmişti. Ajda Pekkan'ın sahnelerde fırtına gibi estiği o yıllarda, ünlü sanatçıyla birlikte olmuş, hatta evlilik yolunda adım atarak nişanlanmışlardı.

MENAJERİYDİ
Uzun bir süre Pekkan'ın menajerliğini de üstlenen Baykent, sanatçıdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, yine o dönemin ünlü şarkıcılarından Gökben ile birlikte olmuştu. Yasemin Kozanoğlu'nun annesi Ahu Tuğbay ile de kısa bir evlilik yapan Baykent, daha sonra eğlence hayatından elini ayağını çekmiş ve kürk ticareti ile uğraşmıştı. Cömert Baykent, 2007 yılında 77 yaşında hayata veda etti

* * *
TAKVİM'İN HABERİ EZBER BOZDU
YILMAZ SARAÇOĞLU:
Babam başbakanlığı Şükrü Kaya'dan almadı. Refik Saydam ölünce başbakan oldu. Babam ayrıca Lozan Değil Cenevre Üniversitesi mezunu. İkisinin arasındaki fark İstanbul ve Ankara Üniversitesi gibidir. Babamım casus olduğu iddiası doğru değildir.

Tarihçi İLBER ORTAYLI:
İnönü biliyorsa Saraçoğlu ajan değildir görevlidir. O dönem 'Almancı', 'İngilizci' diye yönler vardı. Bu da yöndür. Yani hükümetin politikası, oturur kararlaştırırlar 'Sen onu oyala sen onu' diye. O mevkiye gelmiş Türk memurları kendi başlarına ajanlık yapmazlar o bir yöndür. Saraçoğlu'na Almancı diyorlardı. Hele de İsmet Paşa biliyorsa ajan olamaz.

Emekli Büyükelçi ve CHP İstanbul Milletvekili ŞÜKRÜ ELEKDAĞ:
İlk kez sizden duyuyorum.

CHP eski Genel Başkanı Gazeteci Yazar ALTAN ÖYMEN:
Şükrü Saraçoğlu, Türkiye'nin çok zor zamanlarında görev yapmış bir devlet adamıdır. Adalet ve Maliye Bakanlıkları'nda bulunduktan sonra, savaş yıllarının bir kısmında Dışişleri Bakanlığı bir kısmında başbakanlık yapmıştır. Ajan olması mümkün değildir.