Tarihi 13 Mart 2012

Rezalet, hem de Meclis'te!

Uğruna kan döktüğümüz şerefimiz, gururumuz Ay-Yıldız ayaklar altında. Her gün çamurlu ayakkabılarla paspas gibi çiğneniyor. Üstelik, bir başka ülkede değil, bizim ülkemizin tam kalbinde. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde. Çiğneyenler de bizleri temsil etmeleri için oylarımızla seçtiğimiz insanlar.
Bu, daha önceden gözlerimizden kaçan, farkına varmadığımız, büyük bir rezalet!
Olay, geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nda gündeme geldi. Bizim basın, kavgalarla ve itişkakışla ilgilendiği için olayın asıl önemli tarafına hiç bakmadı. Oysa, bazı milletvekilleri "kepazelik" olarak da nitelendirdikleri bir skandalı gündeme getirmişlerdi:
-Bu nasıl olur, Millet'in Meclisi'nde hilal ve yıldızı mı çiğneyeceğiz?
Meclis
'in dört bir yanına serilmiş halıların üzerindeki küçük ay-yıldız motiflerinden söz ediyorlardı. O ay-yıldızlar, iktidarıyla muhalefetiyle milletvekilleri, meclis çalışanları, vatandaşlar ve biz basın mensupları tarafından her gün paspas gibi çiğneniyordu!
Dün, özellikle Meclis'e gidip baktım...
İktidar ve muhalefet kulisleri, basın bölümü, bütün koridorlar, kısacası Meclis'in dört bir yanı o halılarla kaplıydı. Üstelik, biz de farkında olmadan defalarca üstlerinden geçmiştik.
Kaçmaya, basmamaya çalıştım. Ancak, motifler o kadar birbirine yakın işlenmişti ki, zaman zaman ay-yıldızın üzerine ben de basmak zorunda kaldım.
Kahroldum, tarifi çok zor duygular içine girdim!

***
Dün, Meclis'de İstiklal Marşı'nın kabulünün 91. Yılı kutlanıyordu. Genel Kurul Salonu'nun girişinde Mehmet Akif'in portresinin yanına İstiklal Marşı konulmuştu.
Başlangıcındaki "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" dizesi gözüme takıldı. Oysa, biz O'nu kabul edildiği yerde söndürüp, ayaklar altına almıştık!
İkinci dörtlüğün girişindeki "Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!" sözcükleri, sanki bu gün için yazılmış gibiydi.
Önce İstiklal Marşı ve Mehmet Akif portresine, sonra da yerlerde serili halılardaki hilallere baktım. Olacak iş değildi. Uğruna nice yiğitlerin toprağa verildiği o hilal ayaklar altındaydı.
Hilal, çehresini çatmakta son derece haklıydı!
Kahrolmamak elde değildi. Bu milletin dini inancının sembolü hilal ve bayrağının üzerindeki ay-yıldız, yine bu milletin Meclisi'nde ayaklar altındaydı.

***
Osmanlı'nın son dönemlerini düşündüm...
Ortada "düştü, düşecek" denilen bir "hasta adam" vardı. O "hasta adamın"
Washington Büyükelçisi
ise, babası Polonyalı, annesi İngiliz ve asıl adı da Alfred Bielinski olan Ahmet Rüstem Bey'di.
Ahmet Rüstem Bey, davet edildiği Beyaz Saray'da yerdeki ay-yıldızı görünce deliye dönmüştü. Kapıdan içeri adımını atmadı... "Yere serip, çiğnenmesini istediğiniz halı benim onurumdur" dedi:
-Üzerinde dini inancımızın, hem de bayrağımızın ayyıldızı var. Onun yeri ayakların altı değil, ellerin erişemeyeceği yükseklerdedir. Bu halı buradan kaldırılana kadar sarayınıza adım atmam mümkün değildir. İnanılır gibi değil, ama aradan 100 yıl geçti.
Her şey tersine döndü. Bu defa kendi onurumuzu ayaklar altına serip, kendimiz çiğnemeye başladık.

***
Durumu ilk fark edenlerden biri olan gazeteci Serdar Arseven, TBMM İdare Amiri Salim Uslu'ya sormuş. Uslu da bu yazının başlığındaki cevabı vermiş:
-Bu bir rezalet.
Doğru, bu kelimenin tam anlamı ile bir rezalet ve kepazelik. Üstelik, Başkan Cemil Çiçek'ten başlayıp, 550 milletvekilinin hangisine sorulsa çoğunun vereceği cevap farklı olmayacak. Belki çok daha ağır yorumlar bile yapılacak. Ne fark eder, neye yarar? Bu tepkiler, Meclis'te binlerce insan tarafından ayaklar altında ezilen ay-yıldız gerçeğini değiştirir mi?
Yapılması gereken, tepki göstermek değil, o halıları hemen Meclis'ten söküp atmak.
Hem de bir dakika bile vakit kaybetmeden.
Ancak, yetmez. Sonra da bu işin sorumlularını bulup yakalarına yapışmak gerekir.
Bu milletin onuru ancak o zaman kurtulur!