İffetli kişi her türlü aşırılıktan uzaktır

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 30 Mayıs 2019 Güncelleme 30 Mayıs 2019, 08:00
İffetli kişi her türlü aşırılıktan uzaktır

İÇİNDEKİLER

İslam ahlakının önemli kavramlarından biri olan iffet, nefsin haramdan uzak durması, helal olmayan ve güzel karşılanmayan söz ve davranışlardan sakınması demektir. İmanın şubelerinden biri olan hayâ iffetten doğar. Esasen iffet; her türlü aşırılık, dengesizlik ve ölçüsüzlükten uzak durmak, özellikle cinsi-şehevi arzuyu şer'i sınırlar ve ahlaki değerler açısından kontrol altında tutmak demektir.

Bu yönüyle iffet, karakter eğitiminde denge unsurudur. İffet, insanın hem bireysel, hem de toplumsal ahlakını ilgilendirir. "İyi ahlak nedir" sualine Hz. Ali'nin(ra), "Haramlardan kaçınmak, helal kazanç titizliği göstermek, aile efradına cömert davranmak" şeklinde verdiği cevap, bu noktaya vurgu yapar. "Şehvetin kulu ve esiri olmak, kölelikten daha zelil bir durumdur" şeklinde bir söz vardır. Gerçekten de iffet, insanı tutkularının baskısından kurtaran ve onu özgür kılan hayat iksiridir. Yüce Kur'ân, kurtuluşa eren gerçek müminlerin vasıflarını sayarken, "Onlar ki, edep yerlerini (iffetlerini) korurlar" ayetiyle [4], cinsel dürtünün doyurulmasında ilahi yasalar çerçevesinde şekillenmesi gereken bir ahlaki kişiliğe dikkat çeker. Ayrıca, Kur'ân kıssaları arasında Hz. Yusuf'un, Hz. Yahya'nın ve Hz. Meryem'in iffetli ve nezih hayatları, onların dillere destan örnek tutum ve davranışları zikredilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah'ın sizi, birbirinizden (kiminizi kimine göre) üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin. Erkekler için kendi kazandıklarından bir pay, kadınlar için de kendi kazandıklarından bir pay vardır. Allah'ın lütfunu isteyin, şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir." (Nisa, 4/32) Bir başka ayette ise:

"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah'a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul edendir, rahmeti sonsuzdur" (Hucurat 49/12) buyurulmaktadır.

Göz, kulak, dil ve el iffetli olmadıkça bunların sahibinin iffetli olması mümkün değildir. Dilin iffetli olmaması halinde alay, tecessüs, gıybet, nemime (koğuculuk) gibi günahlar işlenir. Gözün iffetli olmaması halinde harama ve bayağı arzuları kışkırtan dünya hayatının ziynetine nazar edilir. İffetin kulakta yok olmasıyla da çirkin şeyler işitilir. Demek oluyor ki göz, kulak, dil, el gibi organların kuralsız kullanılması, özellikle gözün kirlenmesi, aile hayatının huzur ve mutluluğu için büyük bir tehlike teşkil edecektir.

Nitekim Allah Teâlâ, şu uyarıda bulunur: "Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama) dikmesinler ve namuslarını korusunlar! Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Gerçekten Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) esirgesinler ve namuslarını korusunlar! Kendiliğinden görüneni müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler." (Nur, 24/30) Mal, mülk, yeme içme gibi konularda ölçülü ve kanaatkâr olmak anlamında iffete dair hadisler vardır. Onlardan birkaç örnek vermek istiyoruz: a) Rasûl-i Ekrem (sav), cennete girmeye aday üç grup insanın övgüye değer özelliklerini sayarken, mali konularda iffetli duruş sergileyen karaktere dikkat çeker: "Ehl-i cennet üçtür: Adil, sadakazekat veren (yardımsever) ve muvaffak olan bir yönetici, bütün yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve ince kalpli kimse, iffet ve namusuna düşkün, bakmakla yükümlü ve sorumlu olduğu kimseler olmakla birlikte istemekten çekinen kişi." (Müslim, Cennet, 63) b) Genç sahabi Ebû Said el-Hudri'nin (ra) babası Malik, Uhud Savaşı'nda şehit olur. Başta annesi olmak üzere yakınları, ihtiyaç sahibi olduklarını bildirmek ve yardım istemek üzere onu Rasûlullah'a (sav) gönderir. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) ona, istemekten sakınanı Allah'ın iffetli kılacağını, müstağni davranarak elinde olanla yetineni zengin edeceğini, sabretmek isteyene sabır vereceğini ve sabırdan daha bol bir rızık olmadığını söyler. Konuyla ilgili hadis, Ebû Said el-Hudri tarafından şöyle rivayet edilir: Medineli Müslümanlardan bir kısmı Rasûlullah'tan(sav) bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Rasûlullah (sav), elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle hitap etti: "Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini artırır. Kim tokgözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye çalışırsa, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye, sabırdan daha hayırlı ve engin bir lütufta bulunulmamıştır." (Buhari, Zekat, 50) Sonuç olarak; iffetini yitiren kimse izzet, vakar, şahsiyet ve hürriyetini kaybetmiş demektir. Bu yüzden Rahmet Elçisi'nin şu dua cümlesi önemsenmeli ve en içten duygularla tekrar edilmelidir: "Allah'ım, senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum!" (Din ve Hayat Dergisi'nin Haziran 2013 sayısından yararlanılmıştır).


ALLAH'IN VE RESÛLÜ'NÜN ASLANI HZ. HAMZA (R.A):
Hz. Peygamber ile sütkardeşi, aynı zamanda çocukluk ve gençlik yıllarındaki dostudur. Rivayete göre, Ebû Cehil ve adamlarının Resûl-i Ekrem'e hakaret ettiklerini duyan Hamza, büyük bir öfkeye kapılır. Hamza elindeki yay ile Ebû Cehil'i yaralamış ve "İşte ben de Muhammed'in dinini benimsiyorum, cesareti olan varsa gelsin dövüşelim" diyerek İslâmiyet'i kabul ettiğini ilân etmiştir. Hamza'nın İslâm dinini benimsemesiyle müslümanların güçleri artmış, bu da müşriklerin Müslümanlar aleyhine gerçekleştirmek istedikleri cüretkâr teşebbüslerini bir kere daha gözden geçirmelerine sebep olmuştur. Hz. Hamza, Bedir Savaşı'nın önde gelen kahramanlarındandı. Büyük bir cesaretle savaşarak teke tek vuruşmak için ortaya çıkanlardan Şeybe b. Rebîa'yı öldürdü ve Ebû Süfyân'ın karısı Hind'in babası Utbe b. Rebîa'nın öldürülmesine yardımcı oldu. Bundan dolayı özellikle Hamza'dan intikam almaya çalışan müşrikler Uhud Gazvesi'nde, Habeş asıllı köle Vahşî'ye Hamza'yı öldürdüğü takdirde âzat edileceğine dair söz verdiler. Hind ise bütün takılarına ilâveten 10 altın vereceğini vaad etti. Bu gazvede de kahramanca savaşan Hamza otuz bir kişiyi öldürdü. Bir taşın arkasına gizlenen Vahşî, Hz. Hamza'nın yaklaştığını görünce mızrağını fırlatarak onu şehid etti. Resûl-i Ekrem Hz. Hamza'nın durumunu görünce çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi: "Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Resûlullah'ın amcası! Ey Allah ve resulünün aslanı Hamza! Allah sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım." Hz. Hamza'nın cenaze namazını Resûl-i Ekrem kıldırdı. Kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Cahş ile aynı kabre konuldu.

SAHABEDEN BİR HATIRA:
Bir keresinde sahabeden bir kişi Medine'de Harre adı verilen bir yerde ailesiyle konaklamaktaydı. Kaybolan devesini arayan biri onlara rastladı ve devesini görürlerse onu yanlarında tutmalarını istedi. Bir müddet sonra konaklamakta olan sahabi, kayıp deveyi buldu. Sahibini aradı, ancak ona ulaşamayınca deveyi yanında götürdü. Bir zaman sonra deve hastalandı. Hanımı onu kesmeyi teklif ettiyse de sahabi buna razı olmadı. Belli ki emanete riayet hassasiyetiyle hareket ediyordu. Muhtaç durumda olmalarına rağmen, deveyi kesip ailesine yedirmekten kaçınıyordu. Hanımı deveyi kesmesi hususunda ısrar ettiği halde bunu kabul etmemişti. Oysa devenin sahibi geldiğinde, "Keşke onu yeseydiniz." demişti. Sahabi, "Senden utandım (da onu kesemedim)." diye karşılık verdi (Ebu Davud, Etime, 36).

BİR AYET
"Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah'ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?" (Câsiye, 45/23).

BİR HADİS
"Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında 'doğru/sıddık' olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında 'yalancı/ kezzab' olarak tescillenir" (Müslim, Birr, 105).

PROF.DR. ALİ KÖSE