Tarihi 6 Aralık 2010

Nereye koşuyoruz?

Gün içinde evden ofise, oradan oraya koşturup duruyoruz. Hele buna şehir trafiğini de eklersek, hayatımız hep bir telaş içinde geçiyor. İstanbul'da farklı bir yoğunluk, New York'ta ellerinde kahveleriyle koşturan bir başka kalabalık… Zaman yönetimini iyi yapan şanslı azınlıkta bile olsak, acaba kendimize gerçekten ne kadar vakit ayırabiliyoruz?
Kendimize vakit ayırmak demek de yemek yediğimiz, dinlendiğimiz, uyuduğumuz anlardan ibaret değil. İçimize yöneldiğimiz, kendimizi eğlendirdiğimiz ve geliştirdiğimiz zamanlar bahsettiğim değerli anlar.
Türk halkı olarak bakıyorum, çok fazla TV seyrediyoruz ve bu pasif eğlence anlayışımızdan dolayı dönemsel ilgi alanlarımız ortaya çıkıyor. Bir dönem buzda dans oluyor bu ilgi, bir dönem tango, bir dönem rap. İlgilenmeyenler ise, genelde monoton bir yaşam sürüyor.
Kendimize ait özel bir ilgi alanı var mı?
Kişisel olarak seçtiğimiz bir hobimiz var mı?
İşten, güçten, sevgiliden ayrı kendimize ait bir yaşam alanımız var mı?

ÖĞRENMENİN YAŞI YOK
Yaz tatillerinde biz Türkler güneşlenip en fazla denize girmeyi severiz. Oysa yabancılar plaj voleybolu oynar, su kayağı yapar, yeni bir spor dener… Kısacası sürekli yeni bir şey katar hayatına. Çünkü öğrenmenin yaşı yoktur!
Leonardo da Vinci
bile zamanında söylemiş, "Öğrenmek zihni asla tüketmez."
Harıl harıl koşturmakla, saatlerce durmaksızın çalışmakla başarı olunmuyor. Başarı kavramının içinde 'denge' kelimesi gizlenmiş bence. Doğru yerde ve zamanda çalış, geri kalan anları kendine ayır.
Sürekli bir koşturma içinde mutlu olmak da pek mümkün değil. Tamam itiraf ediyorum, ben de yıllarca çok çalıştım, çok koşturdum.
Belki hala koşturuyorum ama en azından artık kendime vakit ayırıyorum.
Güne yoga ile başlıyor, sporumu yapıyor, azıcık boş vakit bulsam kitap okuyorum. Eskiden kariyer için koştururdum, şimdi yeni hobim olan at üzerinde koşturuyorum. Üşenmeden haftada birkaç kez Polonezköy'e gidiyor ve at biniyorum. Ve tüm bunları yaptığımda kendimi 'tam' hissediyorum. Mutlu ve tatminkar… Başarılı olmak için 'hırs' elbette iyidir.
Herkes hayat standardını yükseltmek ve zengin olmak istiyor gibi görünüyor. Ama Budizm'deki "Bir adamı mutlu etmek istiyorsan, onu daha zenginleştirmek yerine arzularından arındır" deyişi sizce de yerinde değil mi?
Filozof Epikür'e göre 'haz' tanımı da "bedende acının ve ruhta sıkıntının yokluğu, yani huzur" olarak yapıldığına göre, kendimize acı vermenin, koşturarak sıkıntı yaratmanın manası çok yok.
O yüzden koştururken 'nereye koştuğumuza' iyi bakalım. Koşuyoruz ama bu koşma bir işe yarıyor mu? Bazen bir duralım ki ruh bedene yetişsin.
Yoksa, geçen gün sunduğum 9.Yönetim Zirvesi'nde konuşan başarılı işadamı Nafi Güral gibi "Yeniden 30'lu yaşlarımda olsam eşime ve hobilerime daha çok vakti ayırırdım" şeklinde pişmanlık dile getirmeyin derim.
Ve son olarak, hayatla ilgili en net durumu da ünlü yazar açıklıyor. Paulo Coelho'nun 'Brida' adlı romanında beni en çok etkileyen bölümlerden biri şudur; "İnsanın yeryüzündeki tüm yaşamı ruh eşini aramak biçiminde özetlenebilir. İnsan bilgeliğin, paranın ya da gücün peşindeymiş gibi yapabilir, oysa hiçbiri önemli değildir. Ruh-eşini bulamadığı sürece yaptığı her şey eksik kalacaktır."