Hasan Basri Yalçın

HASAN BASRİ YALÇIN

Tarihi 12 Temmuz 2017

Solun romantizmi ve radikalleşme

Radikalleşme gibi kavramlar Soğuk Savaş'ın bitişinden bu yana İslami gruplara has bir durummuş gibi sunulur hale geldi. Sanki radikalleşmenin tek kaynağı din ve özellikle de İslam diniymiş gibi kullanılıyor.
Bunun konjonktürel bir mesele veya öylesine gelişigüzel kullanılan bir ifade olduğunu düşünmüyorum.
Bazı çevrelerin bile isteye radikalleşme kavramını sanki akademik ve tarafsız bir kavrammış gibi sunmasının ardında bütünüyle İslami grupları marjinalleştirme çabası olduğu çok aşikar.
Maalesef İslam dünyasında da bilinçli ya da bilinçsizce aynı kavramları konuşan ve kullananlar var. Halbuki radikalleşme denilen olgu herkesin ve her grubun başına gelebilecek dini inançtan oldukça bağımsız bir durumdur. Modern zamanların neredeyse tamamında radikalleşme eğilimi gösteren farklı gruplar olmuştur. Ve hatta Soğuk Savaş döneminde bu kavramlar daha ziyade sol örgütler için kullanılmaktaydı. Özellikle Türkiye tarihinde sağ gruplar nadiren radikalleşirken sol gruplarda radikalleşme çok daha yaygındır.
Soğuk Savaş yıllarının bu radikal sol örgütleri her şeyi denedi. Kimi dağ gerillası olma yoluna girdi. Kimisi şehirde sokak eylemlerini tercih etti.
Kimi ise 9 Mart vakasında olduğu gibi darbe yapmaya çalıştı. Bugün bunların tartışmasını yapacak değilim ama bu yöntemlerin neredeyse tamamı topluma rağmen azınlık bir grubun siyasal tercihini topluma şiddet kullanarak dayatma zihniyetine dayanıyordu.
Toplumun bu talepleri benimsemediğini gördükçe bu grupların ana akımla mesafesi daha da açıldı.
İçinden çıktığı topluma yabancılaşan bu gruplar öfkelendikçe daha da radikalleşti ve radikalleştikçe de marjinalleşti. Solun Türkiye'deki Soğuk Savaş tarihinden geriye kalan tek şey 68 kuşağının gençlik dönemlerine dayalı bir nostaljidir. Bu nedenle ülkede hala herhangi bir sokak eylemi falan çıktığında bu 68 kuşağının temsilcileri ortaya çıkar ve romantik bir söylemle ülkeyi tekrar kendi doğru bildikleri hizaya çekmek isterler.
Hatırlayın Gezi olaylarında yapılan açıklamaları. Darbelerde kimi yurtdışına kaçmış kimi samanlığa saklanmış bir sürü "eski tüfek" coşkun bir edayla gençleri gaza getirmenin peşine düştüler.
Bir tanesi geçenlerde PYD saflarında ölen bir kadın teröriste methiyeler düzmekle meşguldü. Kendilerinin gençlik yıllarında yaptıklarını efsaneleştirerek genç kuşaklara aktarmanın peşindeki bu tipler aslında Soğuk Savaş yıllarına ait bir romantizmi bugünlere taşıyarak solun Türkiye'deki radikalleşme ve marjinalleşme süreçlerini diri tutuyorlar.
Yine benzer özellikler ortaya çıkıyor.
Sokak siyaseti ve ayaklanma terminolojisi merkezileştiriliyor. CHP liderinin "adalet yürüyüşü" olarak isimlendirdiği eylemin ardından da aynı coşkuyu gözlemledik.
Cumhuriyet mitinglerinde de aynı hava vardı. Sokaklardan siyasete yürüme eğilimi hiç değişmedi.
Bu sokak siyasetini karalamak anlamına gelmesin. Mitingler ve sokak gösterileri tabii ki demokrasilerde kullanılan yöntemlerdir ve meşrudur.
Her türlü grup da bu tür eylemler yapar. Mesela 28 Şubat döneminde de birçok eyleme tanıklık ettik. Fakat ülkenin İslamcıları bu mitinglerde sesini duyurmanın peşindeydi. Sokaktan hareket ederek ülkedeki iktidarı düşürmeyi ve sokaktan yeni iktidar tesis etmeyi düşünmüyordu. Fakat Cumhuriyet mitinglerinden tutun da gezi ayaklanmasına, 1 Mayıslardan tutun da "adalet yürüyüşüne" kadar tüm sol eylemlerin temelinde aslen sokak eliyle siyaseti dizayn etme çabası var. Halbuki bu defalarca test edildi ve başarısızlığa uğradı. Fakat ülkedeki sol zihniyet hala tuhaf bir Soğuk Savaş romantizmiyle Soğuk Savaş radikalleşmesini ve marjinalleşmesini sürdürmekten keyif alıyor. Sokaklarda ve meydanlarda "Sayın bakalım biz kaç kişiyiz" diyerek her seferinde kendinde var olmayan bir güç vehmediyor. Hem kendinde hem de rakiplerinde abartılı bir güç algısı oluşturuyor. Fakat günün sonunda seçim sandığında algılar değil gerçekler ortaya çıkıyor.