Tarihi 9 Şubat 2012

Demek ki suç işlemek serbestmiş!

Devlet, suçluluk duygusu içinde alabildiğine ezik. Kıvranıp duruyor. Özür diliyor, yetmiyor. Kesenin ağzını açıyor, olmuyor. Uzun süreden beri günah çıkarmaya çalışıyor. Karşısında ise, sürekli olarak suç işleyen, bunu açıktan yapan, üstelik ilan bile eden insanlar var.
Garip gibi görünse de yaşananlar son derece normal!
Bu devlet, olanlara yıllarca göz yummuş.
Kanunlar uygulanmamış, sadece kağıt üzerinde kalmış. Hukuksuzluk, hukuk haline gelmiş. Türkiye'nin belli bölgelerinde farklı bir uygulama yapılmış. Kaçakçılık serbest bırakılmış. Adına da "sınırda alış-veriş" denmiş.
İddialara bakılırsa, teşvik bile edilmiş.
Kaçakçılar zaman zaman kullanılmış. Bu faaliyetten sebeplenen resmi görevliler de olmuş...
Türkiye şimdi, on yıllardır devam eden bu uygulamanın altında alabildiğine eziliyor.
Yaşananlar karşısında kendini savunacak durumu ve söyleyebilecek tek bir sözü bile yok! Uludere Sınırı'nda 34 vatandaşımızın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan bombalama olayı, giderek daha ilginç boyutlar kazanıyor...
Gülyazı Köyü'de yaşayanlar, herkesin önünde açık açık söylediler:
-Biz bu işi yıllardır yapıyoruz. Bu bizim ata mesleğimiz. Bombalama olayının ardından bugün bile sınırdan sigara ve mazot geçiriyoruz.
Ama mevcut kanunlara göre bu bir suç.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da "hukuk devleti" olduğumuz yazılı. Bu ülkede yaşayan herkes istisnasız kanunlara uymak zorunda!
Ama vatandaş, "biz uymuyoruz" diyor!
Bunu da kolluk kuvvetlerinin, mülki idare amirlerinin ve parlamenterlerin önünde dile getiriyor.
Çıt çıkıyor mu kimseden?
Çıkmıyor elbette.
Bu eylemi, Edirne, Kırklareli veya Gürcistan sınırında herhangi bir vatandaşımız yapabilir mi? Yaptıktan sonra da herkesin önünde ilan edebilir mi?
Tabii ki hayır.
Demek ki bu işte bir sakatlık var! Askeri yetkililerin TBMM İnceleme Komisyonu'nda verdikleri ifadeler, tam anlamıyla evlere şenlik...
Bölgede sürdürülen kaçakçılıktan "normal bir faaliyetmiş" gibi söz ediyorlar. Bu faaliyete göz yumarak, kanun önünde "suç işlediklerini" rahatlıkla söyleyebiliyorlar!
Biri, "Bize soran olmadı" diyor:
-Sorulsaydı, onların terörist değil, kaçakçı olduklarını bildirirdik.
Bir başkası, uzun uzun "kaçakçılığın rajonlarından" söz ediyor. Kanunları bir tarafa koyuyor, bölgede uygulanan "kuralları" anlatıyor...
-Kaçakçının hareket tarzını ve kaç kişi olacağını biliriz.
-Katır sayısı fazla, insan sayısı azdır.
-Böyle durumlarda aydınlatma fişeği atarız. Arkasından tahrip gücü olmayan boş havan mermisi ile ses çıkarırız.
- Kaçakçılar da katırları bırakıp kaçarlar.
Ardından, son derece korkunç açıklamalar yapıyor:
-Vurulan grubun 20'ye yakını çocuktu. Kaçakçıların hareket tarzını bilmedikleri için uyarı ateşinden sonra dağılmıyorlar. Nitekim, içlerinde profesyonel olanlar kaçıp kurtulmuşlar. İtiraf bunlar! Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Lime lime dökülüyor.
1)Anlatılanlara bakılırsa, o insanlar kanunlara uymamayı kendileri için bir ayrıcalık olarak görüyor. "Bir şey olmaz" düşüncesi ile uyarı ateşini bile ciddiye almıyor.
2)Asker de yasaların kendisine verdiği görevi yerine getirmediğini, Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'a uymadığını açıkça söylüyor.
Sonuç ortada: 34 can!
Ve bu uygulama halen devam ediyor. "Hukuk Devleti" ve "Kanun Hakimiyeti" gibi kavramları bir kenara bıraksak bile...
Soruna çözüm bulunmadığı takdirde, ileride aynı olayın yaşanmayacağının garantisi de yok, "PKK ile nasıl etkin mücadele edilecek?" sorusunun cevabı da.
Türkiye'nin artık kangren haline gelen bu sorunu acilen çözmesi gerekiyor!