Tarihi 4 Mart 2010

Yazınca hoş olmayacak, ama...

Telefonun bir ucunda gazete patronu, diğer ucunda da Süleyman Demirel vardı. Gazetenin yayın politikasından rahatsız olan Demirel telefonu kaldırdı. Gazetenin patronunu, Akdeniz'de tatilde olduğu otelde buldurdu:
- Günlerdir bana haksız yere yükleniyorsunuz...
Patron, Demirel'i dinledikten sonra, eleştirilerden kurtulmak için "Tatildeyim" dedi:
- O yüzden gazete ile çok fazla ilgilenemedim.
Demirel
de cevabı yapıştırdı:
- Bu yayın politikası aylardır devam ediyor. Sen aylardır tatil mi yapıyorsun?
Demirel
bu sözlerle her şeyin farkında olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Haklıydı da.
Çünkü, kendisine muhalif yayın politikasını belirleyen bizzat gazetenin patronuydu!

***

Dağıtım Karteli, Akşam Gazetesi'nin okura ulaşmasını engellemişti. Bir gece gazete balyalarını kamyonlardan aşağı atmıştı.
Akşam, Dost Dağıtım adı altında bir dağıtım şirketi kurdu. Kendi gazetesini kendisi dağıtmak istedi. Kartel, engellemek için yine devreye girdi. Akşam Gazetesi'ni okura ulaştırmamayı kafasına koymuştu.
Kartelin gazetelerinin satıldığı bakkal ve bayilere müfettişler gönderildi:
- Dost Dağıtım'ın getirdiği hiçbir gazeteyi satmayacaksınız. Aksi takdirde sözleşmelerinizi feshederiz.
Akşam
, başka bakkal ve bayilerle anlaşmaya başladı. Ancak, kartel yine önünü kesmek için elinden geleni yaptı.
Gazete yetkilileri de baktılar ki olmuyor. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın kapısını çaldılar. Yaşanan hukuksuzluğu anlatıp, dağıtımda kartelleşmenin önüne geçilmesini istediler.
Erbakan "Haklısınız" dedi:
- Size bu yapılanlar hem yanlış, hem hukuksuzdur.
Hükümet
, dağıtımda kartelleşmenin önüne geçilmesi için bir kanun tasarısı hazırladı. Bakkallar ve bayiler, kendilerine getirilen gazeteleri satmak zorunda olacaklardı. Aralarında ayrım yapamayacaklardı.
Düzenleme Meclis komisyonlarından geçti. TBMM Genel Kurulu'na geldiği gün, kartele ait gazetelerin bütün yöneticileri ve bazı yazarları oradaydı. Belli ki patronları öyle istemişti. Muhalefetteki Mesut Yılmaz'la görüşmüşler ve ANAP'ı düzenlemeye karşı çıkmaya ikna etmişlerdi. Tansu Çiller'e de baskı yapıyorlar, iktidar ortaklarını bölmeye çalışıyorlardı.
Basının "deve dişi" gibi isimleri, basın özgürlüğüne karşı savaş içindeydiler.
Şimdi isimlerini tek tek sıralasam, utanırlar mı bilmem! Hepsi kartelleşmenin devamı için çırpınıyor, kendilerinden farklı düşünen bir basın organını boğmak için çırpınıyorlardı.
Bir elin parmakları kadar insandık...
Biz de mücadele ettik. Mesut Yılmaz'a rağmen, ANAP'tan bile destek aldık. DYP'de bölünme olsa da basın özgürlüğünün önünü açtık. Düzenleme, TBMM Genel Kurulu'ndan geçti.

***

Başbakan'ın, gazete patronları ile ilgili sözlerinin ardından gelişen tartışmalara baktım ve geçmişte yaşanan bu örnekleri düşündüm!
Kim ne derse desin, kim aksini iddia ederse etsin... Bazı köşe yazarları ne kadar bildiri yayınlarsa yayınlasın... Başbakan, bazı gazete patronlarının bazı köşe yazarlarını yönlendirdiklerini bilmiyor mu? Ya da patronlar zorlamasa bile bazı köşe yazarlarının duruma göre vaziyet aldıklarının farkında değil mi?
Mümkün mü Erdoğan'ın bazı gazete patronlarının söyledikleri, "Yazarlara söz geçiremiyorum" sözlerine inanması?
Başbakan'ın sözleri medya açısından rahatsız edici olabilir. Gazeteci olarak bunları kabul etmekte zorlanabiliriz. Sözlerini, gazete patronlarına yazarları kontrol etme çağrısı olarak yorumlayıp sert tepkiler de gösterebiliriz...
Ancak, madalyonun bir de ters tarafı var:
Başbakan gerçek durumu bilmeseydi... Bizdeki zafiyetin farkında olmasaydı... Türkiye'deki basın özgürlüğü, gerçekten dört dörtlük oturmuş olsaydı... Akşam örneğinde olduğu gibi bazı meslektaşlarımızın geçmişteki sabıkaları bulunmasaydı...
Bütün bunları söyleyebilir miydi?