ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 31 Ağustos 2013

Savaş kimin umurunda?

İnsanlık bir kez daha ikiye ayrıldı. Bir tarafta 'şeyi şeyine denk olanlar' diğer yanda 'şeyi bile olmayanlar!' Savaşı coğrafi açıdan düşünürsek, suya atılan taşın yarattığı hareler gibi dalga dalga yayılan ve uçlarda ciddiyetini kaybeden etkisinden de söz etmiş oluruz. Bunlar, çeşitli gerekçelerle, gerçeğin uzağında kalabilenler. Misal, toplum olarak gelecek kaygısına düşmüş veya bireysel bazda kendi derdine gark olmuşlar. Şimdi harp çıksa da, bu insanlar için ne ifade eder ki?
İleriye dönük mutluluk planları yapanları, savaşın acı sonuçlarından bihaber olanları, ısrarla hayal dünyasında yaşayanları da listeye katabiliriz. Bir de tuzu kurular var malumunuz. Veya bir dirhem tuza muhtaçlar... Ölüm döşeğindekiler...
Sokaklarda yatıp kalkanlar... Açlar ve belli ki ömür boyu aç kalacaklar... "Duydun mu abi bölgenin birinde oluk oluk kan akıyormuş!", "Eee?", "Dünya düzeni değişecekmiş", "Ay çok umurumdaydı!", "Güç dengeleri de el değiştirecekmiş!", "Ha onda ha bunda, bana ne!" Örnek olsun diye atıyorum; Geçtiğimiz gün Amazonlarda bir kabile başkanı bir gergedan tarafından öldürüldü. Oğlu olmadığı için bu gün yeni başkanlık seçimi var. Heyecan dorukta.
Bu yüzden Amerika'nın Suriye'ye girmesini iplemiyorlar bile. Zaten Ortadoğu gibi bir bölgenin varlığından haberleri bile yok.
Hadi bir örnek daha; Tayland'da sular altında kalan bölgede açlık ve hastalık baş gösterdi, insanlar kendi derdine düştü. Onlar için 3. Dünya Harbi başlasa ne olur başlamasa ne olur! Şimdi atmıyorum; Çünkü Ortadoğu savaşını, küpleri doldurma vesilesi olarak görenler var bu evrende. Bu uyanık arkadaşlar, dolarlarını istiflemeye koyuldular bile. Yalnız ülkemizdeki uzantıları biraz sarsak.
Güçle karışık parayı bulacaklarını sanırken bir yerlerinin açıkta kalacağını bilmiyorlar. Hince düşünceler ve ince hesaplarla pusuda bekleyen bu arkadaşları, meteorolojiye göre inceden bir kar yağışı bekliyor anlayacağınız.
Bu arada unutmayalım ki savaşın bir tarafı da, Tanrı'dır.

Ne yazayım... Ne yazayım...
Meslektaşları bilmem ama 'bu ağır gündeme rağmen ne yazayım' telaşı kalbimi sıkıştırır her sabah. Çünkü kendimi birincil yazar değil, teferruatçı yazar olarak görürüm. Mesela, tayyare olsam jet değil levazım uçağı olurdum kesin. Veya evin lider babası yerine, teferruatla uğraşan babaannesi.
Yazılarıma "Dert üstü murad üstüymüşüz gibi..." diye başlamam da bu yüzden. Ama inanırım ki, her şeye rağmen hayat bir yerlerde normal yollarda seyretmekte. Sonuçta 'Ajda Pekkan'ın bacaklarını' da biri yazacak elbette.
Aslında bacak tarzı yazılar yazmamın nedeni, 'işi olmayan çavuşlar, döner avuçlar' tembelliği de olabilir. Bazen de ateşin ortasında kalmak yerine daha serin denizlerde ağır kulaçlarla yüzme arzusu. Veya fırtına bulutlarının görkemli fotoğrafı yerine aptal bir saman tarlası resmine dalıp gitmek... Uzun bir koşunun dinlenme molası... İki derin nefes arası... Ağır sohbeti bölen bir yudum şarap.
Yani 'bir tür hücre dinlendirme!' Vücudu, beyni nadasa alma. Belki bir günlüğüne belki bir dakikalığına. Sonrasında, hayat nasılsa tonlarca ağırlığıyla çökecek omuzlara ve tabii yazılara.

Olayı tersten okumak;
Bundan böyle gazeteye elimde bir pala, yürüyerek gideceğim. Kılıma dokunan olursa tekmeyi basarım k.çına.
Nasıl olsa aynı hakime düşer, salıverilirim.

Suriye'ye ABD girsin istiyorum. Hatta Mısır'a da. Ki o Esat ve şürekası veya darbe komutanları birer birer yakalansın ve içeri tıkılsınlar. Herhalde bu ülkelerin de bir Silivri'si vardır. Üstelik kim bilir hangi şartlardadır?
"Başbakan her milli bayramda bir bahane ile Ata'nın huzuruna çıkmıyor" diyenlerin, Başbakan'ın sırtına konan minderden haberi olmuştur umarım. Ve de dünkü Anıtkabir törenlerinde saatlerce ayakta durduğundan da...