ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 17 Temmuz 2011

O zaman Kürtçe ağıt yakan anneyi de susturun!

Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda geçen akşam yaşanan 'Sanatçıyı linç etme' girişimini şiddetle protesto ediyorum önce.
Bana göre olayın 'mazlum' kahramanı sanatçı Aynur Doğan, 'kötü karakter' ise o bir gurup izleyici.
Neymiş efendim kız Kürtçe şarkı söylemiş!
Aynı gün 13 şehit vermişiz, yakışık almamış! Elbette hepimizin yüreği buruk, çalıp söylemeye mecalimiz yok. Da peki senin ne işin var o zaman konserde? Ne demeye geldin kalkıp taa oralara kadar? Otur evinde değil mi?
Hadi geldin, cahilce isyan etmek niye? Üstelik orası cenaze töreni değil ki, 'Mujeres de Agua' diye bir müzik etkinliği! Yani bir tür eğlence. Bir anlamda, kültür düzeyi yüksek insanların tercih edeceği bir yer. Sen de böyle bir konsere geldiğine göre, 'Kürt halkı ile PKK'yı birbirinden ayırt edecek kadar bilgi düzeyine sahipsin' demektir!
Kürtçeye bu kadar tahammülünüz yoksa, Şehit olan iki Kürt askerimizin analarını da susturalım.
Ekranlardan üç gündür Kürtçe ağıt yakıyorlar çünkü. Diyelim ki, 'Siz de Türkçe ağlayın bakim, birilerinin siniri bozuluyor!"
Hani yeni yetmeyken sorarlar ya 'Hayatta en nefret ettiğin şey nedir?" diye, siz de cevap verirsiniz, 'yalan, riya!' Büyüyünce anlıyorsunuz işte o riyanın nemenem bir şey olduğunu. Böyle örneklerini görünce.

'En iyi senaryo ödülü' muhabire gitti!
Bu kadar yıldır gazeteciyim, bir zamanlar Yeşilçam senaryoları da yazdım ama böylesin hiç duymamıştım.
Sözünü ettiğim bir gazete muhabiri. Daha doğrusu magazinci.
Bizim 'ödüllük' muhabir bir gece İstanbul mekanlarını turlarken, Kaleci Volkan ve eşine rastlıyor. İki kare çekiyor ve ertesi gün fotoğrafın altına şöyle bir hikaye yazıyor. "Volkan, karısına bakan adamın kafasında şişe kırdı!"
Tabii ertesi gün hepimiz hücum ediyoruz habere. Üstelik Volkan'dan da herhangi bir açıklama yok. "Doğrudur herhalde", deyip bir de çocuğu maganda ilan ediyoruz.
Ama bizim gazeteci milleti sabır taşını çatlatır ya, Volkan da isyan ediyor sonunda ve 'Kafada şişe kırma' olayına bir açıklık getiriyor. Meğer olayın aslı şöyleymiş; O gece ön masada oturan bir adam, Sıla'nın 'gol' şarkısını kalecimize bakarak ve bakıp tezahürat yaparak söylüyormuş.
Volkan yanına varmış, 'Bana mı söylüyorsun' diye sormuş. Adam alaycı tavrını sürdürünce de kavga etmişler. Sonrası malum, gazete manşetleri.
İşin öte tarafında ise bir aile faciası var. Volkanın kavga ettiği adam, karısıyla boşanmanın eşiğine gelmişler.
Gazetede çıkan haber üzerine, kadın demiş ki, "Sen elalemin karısına nasıl bakarsın?" Bunu öğrenen Volkan da, önce adamı bulmuş, sonra kızgın eşle bir telefon görüşmesi yapmış ve 'Kocanız karıma bakmadı, içiniz rahat olsun' demiş.
Şimdi sıra bu senaryoyu uydurup, ortalığı ayağa kaldıran muhabir arkadaşta. 'Ödül' vermek için her yerde onu arıyoruz. En başta da, o karısıyla boşanmanın eşiğine gelen beyefendi.
Not; Volkan Demirel ayrıca şu maganda lafımızı da ağzımıza tıkamış. "Birileri Zeynep'e bakmış, şöyle olmuş, böyle olmuş gibi şeylere takmam.
Zeynep'ten dolayı hiç kimseyle bir tartışmam, kavgam olmadı. Seven insan kıskanır ama bir yere girdiğimizde ona baktılar diye birini dövecek de değilim"
diyor.

Canım karıncalarım...
Geceden yediğim karpuzdan bir küçük parça düşmüş odamın zeminine. Sabah kalktığımda bakıyorum, ayağımın dibinde bir sürü karınca. Karpuz zerresini sırtlamışlar bir yere doğru götürmeye çalışıyorlar. Elimi ağzıma boru yapıp sesleniyorum, "Neree? Oğlum nere?"
Gerçekten nereye götürüyorlar?
Oturduğumuz daire üçüncü katta.
Yoksa bunların evleri de mi burada? Biraz araştırıyorum, hayır.
Hem sonra karınca dediğin, toprak altındaki oyuklarda yaşamaz mı?
Nerede toprak? En az 10 metre yüksekteyiz. Peki bu küçücük adımlarla kaç gün sürecek yolculukları? İşi gücü bitirince düşeceğim peşlerine, bu sırrı mutlaka çözmem gerekiyor.
Sır dedim de, bilim adamları diyor zaten; şu arıların ve karıncaların yaşam şifrelerini çözebildiğimiz gün, evrenin sırrını da çözmüş olacağız.