ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 8 Aralık 2010

Bir fotoroman hikayesi...

Son birkaç gündür gazeteniz Takvim'de, benim o pişmiş kelle fotoğrafımı iki ayrı sayfada birden görmeye başladınız.
Biri malum bu köşede, diğeri 'Türk Medyası' başlıklı yazı dizimizin hemen yanı başında. İşte bu kelle, bu gün sizlere, 'Basın Tarihimizi' sulandırmamak adına orada yazamadıklarını anlatacak.
Yani o döneme ait bir takım özel anılarını... Hatta Güneş Gazetesi'nin doğuşundaki üstün 'katkılarını!'
***

Gazeteye katkım şöyle olmuştu; Güneri Civaoğlu, Güneş'i, o güne kadar görülmemiş yeniliklerle sürmüştü ya piyasaya, işte bunlardan biri de ilk 'renkli fotoramandı!' Ama bir farkla; Romanı fotoğraflayacak olan kişi ben Samim Değer ve Artun Yeres gibi bu piyasanın 'en ünlü' üç adamı değil, hakiki bir yönetmen olacaktı; Rahmetli Halit Refiğ...Ve gün geldi çekimler başladı. Ama Halit ağabey öyle mükemmeliyetçiydi, çektikleri kareleri beğenmiyor, tekrar tekrar derken gazetenin yayın günü yaklaşıyordu. Ve bir sabah pes edip diyordu ki, 'Çağırın Arda'yı o çeksin, ben denetlerim...' Ve ben böylece dahil oluyordum işe. Ama önce Güneri Bey'in gazetedeki odasının 'önünü' anlatmam gerekiyor sizlere. Ki ortamın 'bizim kıytırık fotoroman' setleriyle nasıl çeliştiğini anlayabilesiniz.
***

Güneş Gazetesi'nin en üst katına çıkıyorsunuz, sizi bir masa ve bir hanım karşılıyor. Bu birinci tekil şahsın adı Billur Kalkavan.
Bütün güzelliği ve alımıyla kurulmuş sandalyeye öylece size bakıyor. Ve ancak o ihsan ederse girebiliyorsunuz yayın yönetmeninin yanına. Çünkü Billur 'sekreter' değil 'Güneri Bey'in asistanı!' Hani son yıllarda köhne Babaili'ye nispet yerleşmiş mertebe! Güneri Bey'in odası ise bildiğiniz havaalanı. Garsonlar ordusu yemek servisi yapmakta. Çekimler başlıyor, ben bitiyorum...
Halit Refiğ usta işi öyle ciddiye almış ki, her yerden görkem fışkırıyor. Bir de sıradan senaryo değil elimizdeki. Halide Edip'in ünlü eseri Handan! Tabii tarihi mekanlar seçilmiş, iki ayrı fotoğraf seti, ışıklar, ışıkçılar, makyajcılar, asistanlar, asistanlar... Hatta devlet tiyatrosu sanat yönetmeni bile getirtilmiş. Oyuncu kadrosu daha müthiş. Can Gürzap, Necla Nazır, Metin Belgin ve Yeşilçam'ın emektar aktörleri...
Ama ortada yolunda gitmeyen bir şeyler var; 'Set çok ağır ilerliyor!' çünkü Halit ağabey işini ciddiye alıyor1 Ve bu yüzden günde en fazla 10 kare çekilebiliyor doğal olarak. Bir de senaryo yazmış ki inanılmaz. Verin bu gün yapımcı Şükrü Avşar'a, size üç yıllık dizi yapsın. İşte ben kendimi bir anda bu ortamda buluveriyorum. Fena halde canım sıkılıyor tabii. Çünkü biz fotoroman senaryolarımızı hemen o çekim sabahı, oyuncularla buluştuğumuz Kafe Bulvar'da peçetelerinin üzerine yazmaya alışmışız. Öyle 100 sayfa hikayeyi okumak hem zaman kaybı hem beyin hücrelerine zarar. Aslında şöyle yazılsa kafi bizim için; "Kız kanser, oğlan da...
Tanışıyorlar, aşık oluyorlar, oğlan istiyor, kız vermiyor ve finalde birlikte oluyorlar."
Ama gel de bunu Halit ağabeye kabul ettir. Bir de mekan sorunu var. Bizim setler, Kilyos, İstiklal Caddesi ve oyunculardan birinin evinden ibaret.
Rahmetli seçmiş biri Caddebostan, diğeri Anadolu Kavağı ve on tane köşk ve hane...
Bizim çekim sürüyor 2 gün, abinin çekimi sürecek en az 22 gün.
Ve bir gün dananın kuyruğu kopuyor, başrol Can Gürzap'ın bir atın üzerinde geleceği sahnede... Tabii at dediğime bakmayın gelecek olan küheylan.
O da malum özel araçlarla naklediliyor. İşte burada ben giriyorum devreye ve diyorum ki; "Abi bu adam dıgıdık dıgıdık gelmese de, yürüyerek girse köşkün kapısından? Çünkü tek kare göreceğiz." Şaşkınlıkla bakıyor suratıma rahmetli. "İşte onun için sana gel dedik ya" diyor.
Onu hallediyoruz ama bu kez de önümüzde 'yemek sahnesi' var.
Oyuncular Osmanlı kostümleriyle oturmuşlar masaya, ben konserve dolmaları koydurmuşum tabaklara, bir iki de pilaki. Halit ağabey bir görüyor, çıldırıyor; "Evladım koskoca Murat Paşa pilaki mi yiyecek şimdi?" 'Masa hizasından çekiyorum abi zaten tabak içleri görünmeyecek' diyecek oluyorum. Ve...
Ve 'durup dururken Halit Refiğ olunmayacağının' cevabını alıyorum o gün; "Olmaz çocuğum, aktörün psikolojisini etkiler!' Güneş Gazetesi'nin ilk renkli dev fotoroman hikayesi işte böyle. Halit ağabeye gelince, eminim öte tarafta yine bildiği o emsalsiz filmlerini çekiyordur. Ben ise üç yıl önce aynen onun söylediği kurallarda iki fotoroman çektim, yani iki küçük roman.
Ama baktım ki, özlemin eski tadı kalmamış...