SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 5 Eylül 2011

Geçmiş zaman olur ki

En eski kıskançlığım 48 başlık, küçücük, parlak kırmızı sedef kaplı bir akordeon üzerine.
Benden ancak 2.5 senecik büyük olan dayıma sormuştu evdekiler: "Sana Bağlarbaşı Kapri Salonu'nda sünnet düğünü mü yapalım, yoksa ona vereceğimiz parayla istediğin bir şey mi alalım?.." İlkokulda önce mandolin kursunun, sonra da orkestrasının en yaman pena sallayanı seçilen Cengiz dayım, kara kömür parçacıklarına benzeyen gözlerini kocaman açıp, zafer narasına benzer bir sesle bağırmıştı. "Düğün müğün istemem.
Evde kestirin beni. Düğün parasıyla da bana bir akordeon alın!.."
6 yaşımdaydım ve dünyanın en aptal dayısına sahip olmaktan utanmıştım o gün. Korkmuştum da bir yandan. Acaba onun aptallığı bana da geçer mi diye. Bana bu soru sorulacaktı elbet.
Ben o zaman göğsümü şişire şişire ve aptal dayımın gözü önünde, "Sünnet düğünü" isteyecektim elbet. Bir sürü hokkabaz, sihirbaz gelip beni eğlendirecekti. Ben salonun baş köşesine kurulmuş, bembeyaz yatağımda, fiyakalı ve şımarık şımarık yatarken, konu komşu yastığımın altına hem de kağıt paralar bırakacak. Her yanım hediyeler, oyuncaklarla dolacak. Ve gecenin kahramanı olacaktım, oohhh!
Dayıma akordeon alındı, düğün yapılmadı.
Bana düğün yapıldı ve bir dolu hediye geldi, gerçekten de. Ama benim tüm oyuncaklar birer ikişer ya kırıldı, bozuldu ya atıldı, ya da ben bıktım. Dayım ise akordeonuyla mahallenin prensi oldu neredeyse. Sadece oturduğumuz Tabaklar Meydanı'nda değil. Uncular Sokağı'ndan, Doğancılar, Zeynep Kamil, Kısıklı, İmrahor tarafından bile bir dolu tanıdık sırf dayımın akordeonunu dinlemek için ya geliyor ya da gelip alıp götürüyorlardı onu. Bir keresinde taksi bile tutup götürüp-getirmişlerdi dayımı ta Toygar Tepe'ye...
O küçük kırmızı akordeon çalınmadığı zamanlar kutusunun içine kapatılıyordu. Kutu da misafir odasındaki dolabın üstüne konuyor ve başta ben olmak üzere hiç kimsenin elini bile değdiremeyeceği bir kutsal emanet gibi saklanıyordu hane halkı tarafından. Yıllarca bir tek tuşuna bile dokunamadan. Bir kez bile kucaklayamadan, hep uzaktan bakakaldım o akordeona, içim giderek... Ve düşündüm ki; dünyanın en akıllı, ama en gaddar dayısı, benim dayım...

İKİ HANE YANDAKİ EV
Uzun yıllar geçti aradan. Dayım ortaokulu birincilikle bitirdi diye bu kez bir İspanyol gitar alındı ona... O, ilk göz ağrısını, bu kez ta yatak denkliğinin altındaki ceviz sandığın içine hapsetmiş, gitarıyla halli hamur olmaya başlamıştı.
Ben ne etsem de akordeonu kapabilsem elinden diye 10 çeşit maskaralık ve şeytanlık uydurdum ama hiçbiri kar etmedi. Sonunda dedemlerin iki hane yandaki evinde kimsenin olmadığı bir anı fırsat bilip, paspasın altındaki anahtarı aldım. Kapıyı açıp, hırsız gibi odaya süzüldüm. Sandığın üzerindeki dengi özenle kenara taşıyıp, kapağı açtım.
Küçük ellerim titreye titreye o muhteşem kutuyu oradan çıkarıp, her yeri eski haline getirdim.
Ve arka bahçelerden atlaya atlaya, sıçraya kendi bahçemize getirip, bin türlü ıvır zıvırın atılıp, konduğu ardiyeye, eski muşamba bloklarının arasına sakladım... O günden başlayarak ne zaman ki evi boş buldum, dooğru ardiyeye koşup, akordeonu çıkarıp, omzuma takıp, rezil kepaze bir şekilde sesleri böğürtüp, inleterek güya çaldım onu...

BİR COŞKU KAPLADI
Haftalar geçmiş, hala marifetim anlaşılmamıştı ne güzel. Ve bir gün kendim bile şaşarak fark ettim ki küçük kurbağa şarkısının başlangıç bölümünü hatalı filan da olsa çıkarabiliyorum. İçimi inanılmaz bir coşku kapladı. O an, orada dünyanın en iyi müzisyeni olmaya karar verdim. Ertesi gün biraz daha, sonra biraz daha derken, parçanın tamamını ve eksiksiz çalmayı becermiştim. Sonra arkası da geldi. Okul şarkılarının, hatta bazı aranjman parçalarını da çalabiliyordum artık. En büyük korkum, beni tam da dünya çapında bir akordeoncu olmama az kalmışken yakalamaları, yüzüme şaplağı geçirip, akordeonu bir daha hiç ulaşamayacağım yerlere tekrar saklamalarıydı...
Bir yandan becerimi göstermek için can atıp bir yandan da kaybedeceğim korkusunun kıskacında ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir gece kapı çalındı. Annem kapıyı açtı ve Cengiz dayımı içeri buyur etti. Cengiz dayım yüzünde o güne kadar hiç görmediğim bir ifadeyle bana uzun uzun bakıp sonra da şöyle dedi: "Basları kullanmadan akordeoncu olunmaz. Sen sadece sağ elinle tuşlara döver gibi basıyorsun.
Annene yalvar da, sana ders aldırsınlar hocadan. Akordeonuma da iyi bak.
Körüğüne pudra dök ara sıra..."
Dünyanın en tatlı, en iyi dayısına sahip olduğumu o an anladım... Müzisyenliğime gelince.
Yakalanmasaydım şayet, belki basları da tutabilecektim ama büyü bozuldu, hevesim tutuldu ne yapayım? Ama kim ne derse desin, sağ elimle öyle bir 'Papatya' tangosu çalıyorum ki, gören tuşları okşuyorum sanır. He he he...
'Papatya gibisin beyaz ve inceeeeee!..'