SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 26 Eylül 2009

Cem Garipoğlu polis de vurdu mu

Başlığa bakıp "ne alaka?" diye sorarsınız muhtemelen. Yanıtını da ben vereyim. Elbette olmadı böyle bir şey. Yani Cem Garipoğlu polis filan vurmadı. Tabancasını, bıçağını, testeresini çekip bir polisi canından etmedi, yaralamadı. Peki, niye attım o başlığı?
Yanıt yine benden gelsin.
Kabul edersiniz ki bir kurumu ağır yaralamak için ille de ateşli ateşsiz, delici, kesici bir silah, alet, edevat, taş, sopa kullanmaya ihtiyaç yoktur. Öyle bir herze yersiniz ki gelişen olaylar o kurum hakkında türlü çeşit istifhama, kuşkuya, soru işaretine kaynak olur. Cem Garipoğlu da işlediği iddia edilen (hüküm giyene kadar iddia diyeceğiz elbette) cinayet yüzünden polis teşkilatına büyük zayiat verdi.
Bilmem kaç yüz gün sonra olsun "çember daraltıp" teslim olmasını sağlayan da aynı teşkilat olsa bile, arada geçen her saniye her lahza kamuoyu belleğine güveni rendeleyen bir törpü gibi işledi.
Bırakın bizler gibi profesyonel habercilerin septik, kuşkucu ortamlarını, her bir ortamda her bir yurttaşın aklına ya da yakınındaki bir ağızdan kulağına gelen : "bazı polisler işi kapatmak için Cem'e yol verdi" sözünü duymadınız mı?
Neredeyse çocuk yaştan bu yana muhabirlik yapıyorum. Bu sürecin iri kıyım kısmı polisiye işleri araştırıp, koşuşturmakla geçti. Bütün bu süreçte polisin isteyince bulamadığı, çözemediği, yakalayamadığı, konuşturamadığı hiçbir olayı hiçbir kimseyi görmedim. Bazılarınız bilir ama bilmeyenler de öğrensin; Türk Emniyet Teşkilatının personeli de, elindeki teknik elektronik imkânlar da fevkaladenin fevkindedir. Kuru bir abartma ve gururlanma için söylemiyorum: Yeni mezun komiser muavinleri dahi dünyanın en büyük polis teşkilatlarında rahatça görev yapacak, her işin altından kalkacak kadar sıkı, sağlam, donanımlı yetişiyor. Buna bir de yılların deneyimli, her türlü imkânı kullanma avantajlarını sağlamış kadroları eklersek o çocuğun pır diye uçması, bilinmeyen bir yere konması, orada yuva yapması, saklanması düşünülebilir mi?
Şimdi meşhur tabirle "cinayetin arka bahçesi" de aydınlanıyor. Kim nasıl saklamış, nerede nasıl gizlenmiş bir bir ortaya çıkıyor ama kabloların ucu bir türlü buluşup kavuşmuyor. Bırakın ayları, haftaları olay gecesi ele geçirilmemesinin bile altında muamma var.
Arada bir televizyonlarda orada olmazsa şehir meydanlarında ortaya çıkıp "bir şeyler" anlatan bir adam var malum. "Doğrucu Davut mu, meczup mu, birilerinin piyonu mu" olduğu belli olmayan, yerel gazeteci bir adam var. Tümüne bir şey diyemem ama söylediklerinden bazıları gelişmelere tencere kapak uyup örtüşüyor.
Onun kadar olsun bilgisi yok muydu yani işi en başında takip edenlerin?
Bu genci şöyle ya da böyle adalet önüne çıkaran amir memur kadroların bir de bunları düşünmesi, olayın bu muğlâk ve puslu tarafını da kurcalayıp dökmeleri gerekir. Yoksa başarının hep gölgeli hep 'acaba'lı kısımları kalacaktır.
Küçük gibi görünse, gösterilse de bu kısımlar her daim "Cem vuruğu" olarak anılmaya mahkûmdur.