Tarihi 17 Ağustos 2016

Melekler ve karıncalar

Güneş, ağzından alevler çıkaran bir canavar gibi sokakları ateşe boğmuştu. Mavi ufukların serinliğine sığınan bir çocuk, elindeki boş su bidonuyla güneşe posta koyarcasına yürürken yolun köşesinde durdu.
Adamın biri kuru bir ağacın kenarında otururken, yanı başında içi pilav dolu camekanlı arabasıyla müşteri bekliyordu.
***
"Hayırlı işler amca" dedi çocuk çağlayan gözleriyle.
"Sağol evlat" diye karşılık verdi adam, bin yıllık yadigar bakışıyla.
Okul tatilindeki çocuk küçük bir muhabbetle, bir tatil kitabının sayfalarını aralamak ister gibiydi.
"Bu sıcakta su dayanmıyor amca." Sattığı suyun parasını koyduğu cebini işaret edip, "Bugün üç bidon bitirdim."
***

Yolun kenarından arabalar geçiyordu ama pilav tezgahına kimsenin baktığı yoktu. Adam oralı bile değildi de, çocuğun garibine gitti.
Denizin kenarında ağaç altında gölgelik yerler vardı da, bu amca neden güneşin altında duruyordu.
Adam çocuğun düşüncelerini okudu.
"Ekmek burada evlat."
***
Ardından konuyu derinleştirdi.
"Hayallerle yaşanmaz. Hayalleri gerçek yapmak için savaşmak gerek.
Yürekli melekler yüzyıllar boyu sırf bu yüzden savaştı." "O melekler şimdi nerede?" "Onlar karınca oldu evlat. Karıncadan başka bu sıcakta çalışan özel canlılar var mı? Karıncalar o gücü nereden alıyor sanıyorsun?"
***
Çocuk merak içinde oturduğu yeri kolaçan etti. Karıncalar hararetli bir koşuşturma içindeydi.
Adam devam etti.
"Sen okul tatilinde elinde bidonla su satıyorsun. Bir deniz kenarında kumdan kaleler yapmak senin hakkın değil mi? Dondurma yiyip serinlemek istemez miydin?" "İsterdim" dedi çocuk, ürkek bir sesle.
***
"Sen de bir karıncasın" dedi adam.
"Güneşin altında su satarak, ailen için çocuk yaşta hayata atılmışsın. Benim gibisin. O yüzden serinlikte bedenimi rahatlatacağıma, güneşin altında azap çekmeyi göze alıyorum. Ben gözlerimle denize giriyorum. Çünkü geçen arabaların beni görebileceği yer burası."
***
Gözleri aynı noktada buluştu.
Dost oluyorlardı kan ter içinde.
Namuslu insanların cam kırıkları üzerinde yürümekten kaçmayacağını ikisi de biliyordu.
Aynı topraklar üzerinde verdikleri ekmek mücadelesinin kutsallığını da.
Günbatımı serinlik çarşafını şehre giydirmeye hazırlanırken, pilav satan adam su satan çocuğa ömür boyu üzerinden çıkarmayacağı bir giysi hazırlamıştı.
"Şeytanın elbisesini giyme sakın.
Yoksul kal ama ruhunu bedeninin hizmetkarı yapma" dedi.
"Söz veriyorum" diye karşılık verdi çocuk. "Vatanım, bayrağım ve ekmeğim için söz veriyorum."
***
Yoldan geçen arabalar birer ikişer durmaya başlamıştı.
Hepsi de yaşlı amcayı tanıyordu.
Çocuk rahatlamıştı, "ben gideyim amca" dedi, "Evdekiler merak eder." Arabalar pilav tezgahının bulunduğu yolun kenarına dizilirken çocuk evinin yolunu tuttu.
Giderken elindeki boş bidonu ritmik bir şekilde dizlerine vururken, durup durup pilavcı amcaya bakıyordu.
***

Adam gözlerini çocuktan ayırmadan yerine kuruldu ve derin bir nefes çekti.
Söylediklerinin yankısız kalmadığının işaretlerini gördü.
O kuru ağacın altındaki bereketli karıncalar kanat resmi çizerken.
Ağaç bile melek kokuyordu.