Dünya hayatımızdaki yolculuğumuzu ve Cenâb-ı Hakk'a dosdoğru ulaşabilmemizi sağlayan iki duygu: Korku ve Ümit

Bu ikisinin dengesiyle hem dünyamızı hem dinimizi doğru şekilde yaşama imkânı buluruz…

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 17 Temmuz 2013 Güncelleme 18 Temmuz 2013, 01:32
Dünya hayatımızdaki yolculuğumuzu ve Cenâb-ı Hakk’a dosdoğru ulaşabilmemizi sağlayan iki duygu:  Korku ve Ümit

İÇİNDEKİLER

* Korku ve ümit, İslam medeniyetinin kelimeleriyle "havf ve reca" olarak tabir edilmiştir. Hayatımızda korku ve ümidin dengeli olması sayesinde tedbirler alır, tercihler yapar ve yaşantımızı sürdürürüz. Fazla korku bizi hayattan koparır, hasta eder, panik atak gibi birçok rahatsızlığa sebebiyet verir. Normalden fazla bir ümit duygusuysa, bizi yerine getirmemiz gereken işlerden, tedbirlerden uzaklaştırır, hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını olumsuz yönde etkiler. İşte aynen bunun gibi manevi hayatta dengeli bir korku - ümit terazisi kurulmalıdır.

* Kişi bir yandan kulluğunu hesaba çekmeli, her nimetten sorulacağını düşünmeli, Allah Teâlâ'ya karşı vazifelerindeki yanlışlık ve eksiklikleri çok samimi olarak gözden geçirmelidir. Diğer yandan Allah Teâlâ'nın rahmetinin genişliğini, af ve mağfiretinin büyüklüğünü, bütün günahları affedici olduğunu, kendisi layık olmasa bile Mevla'sının ona cenneti, cemali ve daha nice büyük güzellikleri verebileceğini düşünür. Bu iki düşünce onu doğru bir yola ve istikamete sevk eder. Ama bu ancak hakiki bir ilim ve dosdoğru bir rehberle mümkün olabilir. İşte iman ve Kur'an bilgisi ve Efendimiz (s.a.s.)'in rehberliği, kişinin doğru yolda bulunması için asla alternatifi olmayan tek hakikattir.

* Arabamızla biz yola çıktığımızda bir yandan o yolu kat edeceğinizi ve gideceğiniz yere ulaşabileceğinizi düşünürsünüz. Bu duygu sizde hâkimdir. Çünkü başka düşüncede olsanız zaten yola çıkamazdınız. Ama bir yandan da yolda kaza ihtimalini, aksaklıkları, daha birçok engeli kısmen hesaplarsınız. Ve buna göre dikkat edersiniz. Bu ikisini dengelediğinizde normal hayatınıza devam edersiniz, sürdürürsünüz. Ama bu ikisinden biri şiddetiyle diğer bir tarafı bastırır ise ölçüleriniz ve hayatınızı normal şartlarda sürdürebilmeniz tehlikeye girer. Allah Teâlâ'dan uzaklaşmak korkusu ve azaba uğrama endişesi Cenâb-ı Hakk'a kavuşmak, cennette cemaline erişmek duygusuyla ahenkli bir hale getirilmelidir. Din kişiye bu davranışı sağlar.

* Kur'an-ı Kerîm'in birkaç yerinde Cenâb-ı Hak "Sakın şeytan sizi dünya hayatının şımarıklığıyla, gafletiyle ve Allah'ın merhametini kullanarak aldatmasın" mealinde ümit duygusunun ağır basmasındaki tehlikeyi beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerîm'in bazı yerlerinde ise "Yoksa siz kendinizden evvelkilerin çektiği sıkıntıları, imtihanları çekmeden cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz?" mealinde buyurarak kişiyi ince bir hesap yapmaya davet eder. Zilzal sûresinde son iki ayette ise "Zerre kadar iyiliğin ve zerre kadar kötülüğün Cenâbı Hak isterse, adaletiyle tecelli ederse hesabının sorulacağı ve kişinin muhakkak bu amelleriyle yüzleşeceği beyan edilmiştir. Bu çerçeveden bakar isek kişinin doğru bir yoldan gittiğinin formülünü siz kıymetli okurlarımıza şöylece özetleyebiliriz. 'Havf' yani korku öyle bir seviyede bulunmalı ki Allah'tan ümidi gölgelememeli, bu duyguya perde olmamalıdır. 'Reca' yani ümit öyle bir seviyede olmalı ki kişi dine saygısızlık, Allah Teâlâ'nın hesap sormasına karşı umursamazlık ve ibadetlerini, itaatini yapmamazlık neticesini doğurmamalıdır. Yani ümit korkuyu engellememeli, korku duygusunun hemen arkasından ümit gelmeli, ümit duygusunun arkasından da hemen bu nimetleri kaybedebilirim korkusu kişiyi dengede tutmalıdır. Bu iki duygu birbirini çağrıştırmıyor ve dengelemiyorsa muhakkak ya inançta ya rehber edindiği kaynakta yanlışlık veya bir yanlış anlama mevcuttur.

YAPTIĞIN GÜNAHLARDAN MAHCUP İSEN TÖVBE EDİP PİŞMAN OLDUYSAN HEMEN BİR İYİLİK YAP
* Kıymetli okurlarımız Efendimiz (s.a.s.) kendisini görme şerefine erişmiş olan başımızın tacı yüce sahabilerine bu tavsiyelerde bulunmuştur. Biz günahımızı kabullenmeyeceğiz. Yani biz sadece günah yaparız, artık bizden iş çıkmaz demeyeceğiz. Madem ki günahı kabul ediyoruz, bunun karşılığındaki iyilik, tövbe ve hayır işleri de gönülden kabul edip yerine getirmeye çalışacağız. Hep zarar etmeye talip olmayıp, manen kârlı çıkabilecek faydalı işlere yöneleceğiz.

* Dünya hapishanelerinde bile suçlular iyi halden dolayı ceza indirimine ve tahliyeye kavuşuyorlar. Çok dar ve sınırlı olan insanların merhamet ve anlayışı bile bunu öngörebiliyor ise hiç Allah Teâlâ'nın engin rahmeti ve kalplerde mevcut olan samimi tevbeyi bilişiyle diğerleri kıyaslanabilir mi? O halde bizler işin bu güzellik noktasını kaçırmadan hep daha iyi yapmaya gayret etmeliyiz.

* * *
GÜNÜN YAZISI
DUANIN KABULÜ İÇİN VESİLELER
Kıymetli okurlarımız dua çok önemli bir ibadettir. Bu sebepten dua hakkındaki sohbetimize devam edelim. Kişi duasının kabulü için vesileleri çok dikkatli değerlendirmelidir. Sabah namazı vakti, seher vakti (yani sahur vakti) iftar etmek için sofraya oturduğumuz zaman, Cuma vakti ve Cuma günü, Cuma gecesi, yağmur yağdığı zaman, üç aylar, mübarek geceler, ramazan geceleri gibi zamanlar kişinin duasının kabulü için önemli vesilelerdir. Mübarek mekânlar; başta Kâbe, Medine ve Mescid-i Aksa olmak üzere manevi güzelliklerin yaşandığı makamlar duanın kabulüne vesilelerdir. Kişinin duadan evvel sadaka vermesi bir yetimi, fakiri, ihtiyarı sevindirmesi, hasta ziyaretinde bulunması, bir gözyaşını silmesi, duanın şimşek gibi kabulüne vesile olan hareketlerdir. Kalbin Allah zikriyle meşgul olup gözden yaşlar akıtılması, namazda secde anında kalbimizden istediğimiz şeyleri geçirerek niyazda bulunmak da, muratlarımızın verilmesi için çok büyük bir sebeptir. Geçmiş büyüklerin ruhaniyetine Fatihalar okumak, o zatların ruhları için sadaka ve hayırda bulunarak sonrasında dua etmek ve Allah Teâlâ'nın bu nevi vesile olarak kabul ettiği şeyleri öğrenip onlarla dua etmek muhakkak duaların kabulünü beraberinde getirir.

* * *
GÖNÜL SAHİFESİ
Veli kullardan bir zat kaleme aldığı eserinde şöyle bir şey anlatıyor. Çok zengin ve varlıklı bir kişi ölümden çok korkarmış. Ölmeden evvel vasiyet etmiş. Mirasımın büyük bir kısmını öldüğüm zaman benim kabrimde ilk geceyi beraberce geçirmeyi kabul eden kişiye bırakacağım. Ve bir müddet sonra bu adamcağız her insan gibi ölüvermiş. Akrabasından veya etrafından hiç kimse mezara girmeyi kabul etmemiş. Kimse cesaret edememiş. Fakat o civarda yaşayan bir hamal varmış. Bu haberi o da duymuş, kendi kendine yahu günübirlik yaşamak, bir lokma için bu kadar yük taşımak artık beni canımdan bezdirdi. Buranın halkı da cimri, doğru dürüst bahşiş bile vermezler. Ben zaten ölmüşüm bari ben gireyim de kabre ölürsem kurtulurum, ölmezsem sağ kalır sabaha çıkarsam kazandığım mal mülkle sıkıntıdan kurtulurum diye düşünmüş. Gitmiş teklif edilen şekil üzere toprağın altında o da sabahı beklemeye başlamış. Ancak havayı teneffüs edebilecek kadar bir dehliz açık imiş. Hikâye bu ya melekler gelmiş. Kişiyi sorguya çeken Münker ve Nekir melekleri. Adama soru soracakken hamalla konuşmaya başlamışlar. Herhalde hamal da saf ve temiz yürekli bir insanmış ki melekleri böyle aşikâr görebilmiş. Melekler adama "Bu adam nasıl olsa öldü, buradan bir yere gidemez, ama sen bizim kayıtlarda gözükmüyorsun, seni kaçırmayalım bir hesaba çekelim." demişler. Başlamışlar hesaba "Rabbin kim, peygamberin kim, onun getirdiği kitaba ve Kur'an'a inandın mı, dini şeriatı kabul ettin mi?" gibi muhakkak herkese sorulacak soruları sormuşlar. Bizim hamal şakır şakır terliyormuş sıkıntıdan. Melekler devam etmiş. "Malın mülkün var mı?" adamcağız "Vallahi billahi yok, sadece şu ip var hamallık yaparım." Melekler; "Yetmez mi işte ipin var, bu ipi nereden aldın? İşini düzgün yaptın mı? Millete içki fışkı mı taşıdın yoksa helal yükleri taşımak için mi kullandın? Kazandığını nereye harcadın? Nasıl yedin, bu lokmaları yedikten sonra nasıl ibadet ettin?.." Adamcağız sorular karşısında illallah demiş, canından bezmiş, kabre girdiğine bin pişman olmuş. Tam o sırada kabir açılmış, yukardan seslenmişler "Gel birader seni tebrik ederiz, büyük servet sahibi oldun" diye bir alay insan ona müjdeler vermiş. Adamcağız sıçrayarak kabirden çıkmış ve insanların hayret edeceği şu sözleri söylemiş "İstemem arkadaş istemem, ölünüzde sizin olsun diriniz de, malınız da sizin olsun servetiniz de. Vallahi sabaha kadar ben bir tane ipin hesabını veremedim. Aptal mıyım ben bu serveti alayım da kabirde safa yerine cefa çekeyim. Tövbeler olsun ben bu malın hesabını veremem, Allah size de akıl fikir versin…" bu sözlerle hamal oradan uzaklaşmış.

* * *
AYET-i KERiME
* (Tarafımdan onlara) De ki: "Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allâh'ın rahmetinden umut kesmeyin. Allâh bütün günâhları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Zümer 53
Kur'an-ı Kerîm'deki en büyük müjdelerden biridir bu ayeti kerime. Çünkü rabbimiz kendisinin kulu olduğumuzu hatırladığımız müddetçe rahmetiyle bize muamele edeceğini ilan etmiş ve her geçen gün kulluğumuzu daha iyi bir noktaya taşımak için bizleri ümide sevk etmiştir. Allah'tan ancak kâfirler ümit keser.

* * *
Hz. İnsan'dan insana sesleniş
HADiS-i ŞERiF
* Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyete erişmiş olursunuz.
Cami el-Sağir
Peygamberler hariç, Ebu Bekir, insanların en üstünü, en hayırlısıdır.
Deylemi

* * *
SORDUM ÖĞRENDİM
* Sahur yemeğinin dindeki yeri ve önemi nedir?
Sahur yemeği, oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sahura kalkmış ve ümmetine de tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), hadislerinde sahur yemeğinin "bereket" ve "mübarek gıda" olduğunu, ayrıca sahur yemeğinin, Müslümanların orucu ile ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli farklardan biri olduğunu belirtmiştir. (Müslim)

* * *
Ya Rabbi bizi maddi ve manevi rızıklarınla rızıklandır sana kulluktan bizleri mahrum eyleme.
Âmin