Ülkemin gelmiş geçmiş en zengin insanı benim

Kadir İnanır, gördüğü saygının belgesini önüme koydu. "Tek tek ülkenin köylerine gitsem, bir gün ağırlansam, 4 ömür yetmez."

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 08 Şubat 2010 Güncelleme 08 Şubat 2010, 02:39
Ülkemin gelmiş geçmiş en zengin insanı benim

İÇİNDEKİLER

Ülkemin gelmiş geçmiş en zengin insanı benim
Kullandığı sözcüklerin her zaman bir anlamı vardı da, başkalarının duyamadığını da duyuyordu.
Martıların çığlıklarındaki mesajı mesela.
Bebek Oteli'nin kafesindeydik. Bir kahve söyledi, bir tabak da leblebi. Bizi bir araya getiren sohbetin en güzel anına eşlik etti, leblebileri martılara atarken. Beyninden parmak uçlarına uzanan şefkati gördüm. "Hiddetini en çok, sevincini en az gösteren biri olarak biliniyorsun" diye başladım sohbete. "Evet" dedi. "Çünkü dürüst bir adamım ben."
Sonra hiddetin kaynağına indi. "İnsanların duyarsızlığı ve bencilliği."
Topluma karşı kendisini bu kadar sorumlu bir adamın aynasından ne çıkar diye merak ettim. "Aynaya bakınca ne görüyorsun?"
Günebakan çekirdeği bıraktı avucuma. "Dürüst, hiç yalan söylemeyen, yaşını göstermeyen..."
Birden durdu. "Ben asla yaşlanmayacağım" dedi. Çekilen fotoğraflarına eşlik eden kanıtlar koydu önüme. "Çünkü, kalbinin içini tertemiz tuttuğun zaman, o duygular yüze vuruyor. Eğer içinde pislik varsa yüzüne vuruyorsa, o zaman yaşlanıyor ve çirkinleşiyorsun."
O sırada yan masada, birbirlerini sorguluyordu bir çift.
Belki yaşayıp, yaşamadıklarını. "Aşkı siyaset, siyaseti aşk gibi yaşadın mı hiç?" dedim.
Kapalı gişe oynayan filmlerinden kesitler verdi. "Siyaseti ben kendi içimde yapıyorum. Filmlerimde bu var.
41 yıldır durmadan bu işin pazarlamasını yapan başka biri yok.
Yaptığım bütün filmlerin senaryolarında, içeriğe çok dikkat ederim. 30 yıl önce çektiğim filmi bugün izle, canlı olarak görürsün.
O filmler temel sorunlara dikkat çeken, tartışılan, insanların duygularını yücelten, evrensel değerleri içinde taşıyan filmler."
Geçen yıl iki proje gelmiş, kendi değerlerine uymadığı için reddetmiş.
Martılara leblebi atıyordu o sıra. Bir güvercin, masamıza gelecek kadar cesur davrandı da, leblebileri masadaki tabaktan yemeye başladı. Ülkenin her yerinde sesini tanırlar da, her düşündüğünü söyleyebilecek kadar özgür hissediyor muydu kendisini?
Hiç düşünmeden cevap verdi. "Hiçbir şeyden lafımı esirgemem. Doğru olmadığına inanmadığım hiçbir şeyi de söylemem. 41 yıldır bu ülkede, benim karakterimi, vizyonumu bilmeyen kimse yoktur.
Ömrümün kalan kısmını da birilerine hesap vererek geçirmek, söz konusu değildir."
Kimseye özür borcu olmamış. "Çünkü ben hiç kimseye bilerek asla kötülük yapmam" dedi. "Keşke dediğin bir şey oldu mu?" diye sordum "Yok" dedi, "Öyle dramatik bir şey olmadı ama hayata dair ertelediğim bir sürü şey var tabii."
Bunun nedenini de, Anadolu'dan gelip, büyük şehirde tutunmak, işindeki kavganın içinde yer edinmek için verdiği mücadele olarak belirtti.

41 YILLIK KADİR İNANIR FİRMASINI KİMSE TİCARİ ARAÇ OLARAK KULLANAMAZ
"Bu süre içinde, hayatıma dair kaçırdığım bir sürü şey var ama hiçbiri dramatik değil" diyerek, bir kapıyı açık bıraktı. Ben de "özel bir soru" diyerek, parantez açtım ve sordum. "Bu dünyanın kötü hali yüzünden mi baba olmadın?" "Kısmet meselesi" dedi, "O kavganın içinde kendime fazla zaman ayıramadım." Kadim bir yalnızlığın içinden, ahiret sorusu çıkardım. "Ölüm ilanlarına bakar mısın?" "Hep" dedi, "En sıkıştığım zaman tek yaptığım şey, mezarlığa gidip, mezar taşlarının kenarında tanıdıklarıma dua okumak.
Duygularımın tavan yaptığı tek şey odur." "Kimlere kem gözle bakarsın?" dedim, kem gözle değil, hırslanarak baktığı resimleri teşhis etti. "Sadece kendileri için yaşayanlar ve başarılı olmak için her yolu mübah sayanlar."
Hâlâ bu ülkede kavgayı göze aldığı davaları vardı. "Bizim kavgamız, dünyanın cennet ülkesinde, insan onurunu yücelten ne varsa, onları görerek yaşamak." "Bir pankart taşısan, üzerine ne yazardın?" "Tam bağımsız Türkiye." "Doğrularında neler kazandın, neler kaybettin?" terazisine davet ettim onu.
Gönül rahatlığı cümlelerin içindeydi. "Saygı kazandım, hiçbir şey de kaybetmedim." dedi. Kendisine ait olan, başkalarının da kullandığı bir gerçeği aktardı yeniden. "Tek tek bu ülkenin köylerine gitsem, birer gün kalsam, 4 ömür yetmez. Baş köşede ağırlanırım. Bu ülkenin, gelmiş geçmiş en büyük zengini benim."
Hüzünlü bir parantez açtı. (Bunun böyle olduğunu öldüğüm zaman göreceksin.) Allah uzun ömür versin, daha çok işimiz var Kadir İnanır'la...
Yeni reklam filmini konuştuk.
Kampanyanın bir bölümünde Fırat Doğruloğlu da oynayacak. "Bu meselede de bir yanlış anlaşılma var, onu da lütfen yaz" dedi. "Benim 41 yılda edindiğim Kadir İnanır firmasını, birileri ticari amaç olarak kullanamaz.
Orada telif haklarına dikkat çektim. Ama bizim medya sağolsun, oynayan çocuklarla bağlantı kurdu.
Bunun yapımcısı var. Ticari olarak para kazanıyorlar. Hırsızlık var. Ben para da istemiyorum. Kızılay'a yardım edin diyorum. Sen Kızılay'a da yardım yapmıyorsan, bundan daha büyük bir utanç olamaz."
Görkemli tarihini alnına yazmış bir sanat adamı değildi sadece. Hayatın da işçisiydi.
Tek başına mutluluğu yasaklamıştı da, haklı isyanlar katmıştı sesine.
Ama cümlelerinin düğümünü çözdüm.
Gücense de, güveniyordu ülkesine.

FUTBOLUN EKONOMİSİNİ HİÇ KİMSE BENİMLE TARTIŞAMAZ

"Seninle futbolu konuşalım" dedi, "Olur" dedim. Haziran'da Dünya Kupası'nı 10. kez yerinde izleyen özel biri olarak, bu sevgiyi lanse ederken, "Bu rekor spor yazarlarında bile yoktur" dedi. "Futboldaki hızlı yapılanma General Franco'nun 3 F'sini mi hatırlatıyor?" diyerek meselenin odak noktasını işaret etti. "Bu memleketi uyutalım meselesini mi?" "Milli takımın başına kim gelirse gelsin, havasını alır" derken, haklı gerekçeleri önüme koydu. Yüksek ihaleyle, pazarı büyüyen kulüplere bir tehlikeyi işaret etti. "Batmanız an meselesi." Yoksul bir ülkede, futbolcuların ayrıcalıklı sistemini işaret ederken, onları sevimli olmaya davet etti. "Şansal Büyüka ve Erman Toroğlu, aynı şablon ve aynı formatla program yapacaksa, ben istemiyorum" dedi. Bunları, bu söyleşinin ikinci bölümünde yarın anlatacağız.

AŞKDİYE BİRŞEY YOKTUR
"Aşkın önünde diz çöker misin?" diye sorduğumda beklemediğim bir cevap aldım. "Aşk diye bir şey yok. Söylüyorlar da, aşkı gören yok ki. Kerem ile Aslı diyorlar, gören var mı?" Başka bir pencere açtı. "Tutku önemli, tutku. Tutku çok zedeleyici bir şey. O zaman kimliğini kaybediyorsun." "Tutkuyu tanıyor musun?" dedim. "Yok" dedi, "Ona eriştiğin zaman, kafayı yemiş olursun."

HER ŞEY ALLAH'INDIR
"İnsan inançlı olursa, bu dünyada hiçbir şeyin kalmayacağının bilincine ulaşması gerekir. Her şey Allah'ındır, her şey. Hep söylenir ya. En zenginle en fakir arasında 150 liralık fark vardır. O da kefen parası. Biri Amerikan bezine sarılır, diğeri patiskaya. Sen kazandığın paradan korkuyorsan, onu nerede yiyeceksin! İnsanlar açsa yiyemezsin. Sömürmeyeceksin, kan emmeyeceksin."

12 GAZETE OKUYORUM
"Okumadan olmaz. Her gün 12 gazete okuyorum. Benim 2 saatimi alıyor. Yetiştiremezsem de, takip ettiğim köşe yazarları var, onları geceye saklıyorum. Ne zaman, nerede, ne kadar dönmüşler, sıraya koyuyorum. Ben medyayla 41 yıldır birebir, iç içe yaşadığım için, ne yazdıklarını, nereden nereye geldiklerini bilirim. Sisteme karşı gelenlerin, şimdi nasıl silahşör olduklarını çok iyi takip ederim."