Doğum günün kutlu olsun Nejat baba...

Nejat Uygur bugün 83'üncü yaşına basıyor. Büyük usta ile gazeteci ve fotoğraf makinesi sokulmayan evinde "göz göze konuştuk"... Anıları ise eşi Necla, oğulları Behzat ve Süheyl Uygur anlattı

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 09 Ağustos 2009 Güncelleme 09 Ağustos 2009, 00:13

İÇİNDEKİLER

Başı hafifçe öne düştüğünde önce onun uyuduğunu sanmışlardı. Eylül yağmuru hafifçe çiseliyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Ankara'dan yola çıkan minibüs, İstanbul otoyoluna girmek üzereydi. Büyük oğul Ahmet direksiyondaydı. Yanında oturan babasının hafifçe inlediğini duyunca şaşırdı. "Baba" dedi, "uyudun mu?" Nejat Uygur'dan hiç ses gelmedi... "Baba..." dedi bir daha... Bir daha... Bir daha... Minibüsteki turne ekibini aniden derin bir korku sardı. Nejat baba, ön koltukta hareketsizdi. Ahmet aniden frene bastı ve geri vitese taktı... "Dönüyoruz" dedi soğukkanlılığını koruyarak. "Hastaneye..." Haber çabuk yayılmıştı. Ertesi sabah tüm Türkiye, Nejat Uygur'un sağlığına kavuşması için dua ediyordu. Ankara'daki Ufuk Hastanesi ziyaretçi akınına uğramıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan Süleyman Demirel'e kadar pek çok siyasetçi, sanatçı dostları, hayranları onu görmek istiyordu. Ama Nejat Uygur, hastanenin üçüncü katındaki odasında tüm bunlardan habersiz, yüzünde bir bebeğinki kadar masum bir ifadeyle yatıyordu. Kendinde değildi. Zaten o masum yüzü, çocuksu gülümsemesi ve müthiş yeteneği değil miydi onu milyonların kalbine kazıyan...

BOYNUZ KULAĞI NAH GEÇER...
Nejat abi içerdeki odadaki sessizliğini koruyor. Onun hakkında konuşurken zaman zaman kahkahalarımız, hüznümüze galebe çalıyor. Biliyoruz ki o da böyle isterdi. Behzat bir öykü anlatıyor. " 1976 yılında Ataköy C motellerinden dönerken orada kamp yapan Yunanlı ve Arap sporcuların kavgaya tutuştuğunu gördük. Baba eski boksör. Ayırmak için indi. Arabın birinden bir yumruk yedi. Bir tane de o çaktı. Sonra ortalık karıştı, hepimizi karakola götürdüler. Polisin biri Araplara dönerek Türkçe olarak, "Utanmıyor musunuz bu abiyle kavga etmeye, o Türkiye'nin en büyük sanatçısı Gazanfer Özcan' dedi. Diğer polis hemen müdahale etti: 'N'apıyorsun lan. O Müjdat Gezen. Baba kahkahayı patlattı." Bu arada Süheyl giriyor lafa: "Baba Anadolu'da öyle seviliyordu ki... Behzat'la kendi tiyatromuzu kurduktan sonra ilk oyunumuz 'Boynuz Kulağı Geçer'i oynuyoruz. Bir gece oyundan sonra ikimiz bir lokantaya girdik. Birkaç kadeh içip bir şeyler yiyeceğiz. Yan masalardan bir adam pis pis bize bakıyor devamlı... Sarhoş da. Belli ki kavga çıkacak. Kalktı yanımıza geldi. Öfkeyle, 'Uygur kardeşler... Boynuz kulağı geçer ha? Nah geçer' dedi ve çıktı gitti." Onun hakkında anlatılacak şey sayfalara sığmaz aslında. Kalkıp odasına yürüyorum ve kafamı uzatıp Nejat Abi'ye bakıyorum. Çocuk gözleri dalmış gitmiş. Kim bilir neler düşünüyor... 84. yaş gününde onu sahnede alkışlamak umudunu yitirmeden sessizce çekiliyorum. Kulaklarımda Nejat Uygur'un her oyunundan sonra sahnede söylediği şu cümleler yankılanıyor: "Bir gün gelecek ziller susacak, tiyatro perdesi üzerime bir daha açılmamasına kapanacak. Hiç üzülmeyin sevgili seyircilerim, tüm dertlerinizi ben götüreceğim. Kahkahalar sizlere kalacak..."

KAHKAHALAR SİZE KALACAK!
Bugün 9 Ağustos Pazar... Büyük usta Nejat Uygur'un 82. doğum günü. Birkaç gün önce Behzat Uygur'a bir telefon açıp, 'Baba'nın durumunu sormuştum. Ziyaretine gitmek istiyordum, mümkünse bir de söyleşi yapmak. "Kimseyi kabul etmiyoruz" dedi... "Ama baba seni çok sever!" O an aklıma yaklaşık altı yıl önce, 25 Ocak 2003'de onun 60. sanat yılını kutlarken Radikal'de yazdığım yazı geldi. Kutlama davetiyelerinin üzerinde benim tıfıl bir gazeteciyken çektiğim fotoğrafı yer alıyordu. "Şarlo bile seni kıskanır" diye birkaç satır karaladıktan sonra şöyle bitirmişim yazıyı; "Ne mutlu ki sen tiyatroda 60. yılını kutlarken, davetiyenin üzerinde benim otuz yıl önce çektiğim bir fotoğrafın yer alıyor. Bu onur da bana yeter sevgili Nejat Abi..." Bu sayfanın bir yerlerinde göreceğiniz, onun makyajlı yüzünün bir yanı gülen, diğer yanı ağlayan fotoğrafını çektiğim günden bu yana da 36 yıl geçmiş. Nejat abi bu fotoğrafı çok sevmiş olmalı ki, yıllarca kullandı. Behzat'ın da dediği gibi o beni severdi ama ben de onun tam bir 'fan'ıydım. Ertesi gün Behzat Bodrum'a gidecekti. Süheyl Uygur ile buluşup Baba'ya gitmeye karar verdik. Konuşup konuşamayacağımız belli değildi ve eşi sevgili Necla Uygur fotoğrafının çekilmesini haklı olarak istemiyordu. Necla abla, Süheyl ve ben odasına girdiğimizde Nejat abi, pijamasıyla bir koltuğa uzanmıştı. Detaylara fazla girmek istemiyorum ama söyleşi yapılacak bir durumda değildi. Süheyl yüksek ses bir iki espri yaptı, pek tepki vermedi. Ama kulağına doğru eğilip, "Köpekçe biliyor musun baba" diye bağırınca ağzından mırıltı halinde bir iki sözcük döküldü. "Bilmesem seninle nasıl konuşurum?" "Oyunlardaki replikleri hatırlayıp cevap veriyor" dedi Süheyl. Çıkmadan önce elimi, elinin üzerine koydum ve hafifçe sıktım. Bakıştık. Sessiz gözlerinde hala o çocuksu gülümseme vardı.

APANDİSİT NASIL ALINIR?
Necla ve Nejat Uygur 1953 yılında evlenmişler. Genç Nejat, o günlerde daha 26 yaşında ve kendi tiyatrosuyla Anadolu'nun her köşesini turluyor. Arada sırada İstanbul'a uğradığı günlerden birinde Necla hanım ile tanışıyor.

Arda Uskan: İlk gördüğünüz zaman ondan etkilendiniz mi?
Necla Uygur: Anında... Bir aile toplantısında tanıştık. Birbirimizden elektrik aldık, baktı bakıştık, güldü gülüştük, öptü öpüştük, kokladı koklaştık, bir de baktım Nejat'ın karısı olmuşum...

A.U: O zaman tiyatro yapıyor muydunuz?
N.U: Hayır. Onunla başladım. Sonra beraber turneye çıktı. Uzun uzun yıllar. Hamileliğim, loğusalığım hep Anadolu yollarında geçti. Bütün ekibe karavana pişirirdim. Hamileyken kamyonun üzerinde yolculuklar yaptım. Dekorların üzerinde yatıyorduk. Çocuklarımın hepsi bu turneler sırasında doğdu.

A.U: Nejat abinin çocukluğunda apandisitini aldırma hikayesi varmış...
N.U: Evet... Bunlar üç kardeşler. Ağabeyi Zeki Ayhan Uygur şimdi Amerika'da dünya çapında bir beyin cerrahı. Nejat ortancaları. En küçükleri Recai bir gün hastalanmış. Aileden bir ilgi, bir ilgi... Nejat ortanca olduğundan daha az sevildiğini sanıyor. Apandisitinin üzerine mor boya ile makyaj yapıyor ve ağlamaya başlıyor. Hastaneye koşturuyorlar tabii. O günün şartları malum. Doktorlar, sağlam apandisiti, patlayacak diye alıyorlar. Nejat da istediği ilgiye kavuşuyor.

AU: Dönelim Anadolu yıllarına... Çocuklar da yollarda doğdu demiştiniz!
N.U: Evet. 1963'de Behzat dünyaya geldiğinde Adana'daydık. Artık geçinmek çok güç olmuştu. Ev kirasını veremiyorduk. Sade suya pirinç kaynatıyordum. Çocuklarımızın pijamalarını yamıyordum. Ama Nejat'ı her zaman pırıl pırıl giydirdim.

ARAP'IN İNTİKAMI
Uygur ailesi bir süre Adana'ya yerleşmeye karar verir. Nejat ve Necla Uygur Adana Şehir Tiyatrosu'na girerler. Kendisine küçük roller verilmeye başlayınca kafası atar ve tiyatrodan ayrılır. O günlerde Adana şehir tiyatrosu Sheakspeare'in ünlü 'Othello" oyununu sahneye koyacaktır. Malum, kahramanımız Othello bir zenci... Nejat Uygur da, aynı oyunu tuluata çevirip 'Arap'ın İntikamı' adıyla tam şehir tiyatrosunun karşısındaki bahçede oynamaya başlar.
N.U: Bizim bahçe tıklım tıklım doluyor. Şehir tiyatrosu sinek avlıyor. Geldiler yalvardılar oyunu değiştirin diye. Nejat'ın inadı tuttu değiştirmedi.

A.U: İstanbul'a gelişiniz nasıl oldu?
N.U: Nejat'ın Anadolu'daki başarısı İstanbul'dan duyulmuş. Çağırdılar. Altan Karındaş ile 'Gönül Avcısı' diye bir oyunda oynuyorlar. Ama Nejat'ın ayakkabısının altı delik. Sahnede bacak bacak attığı zaman ayağını yere doğru tutuyor ki delik görünmesin. Derken İstanbul'da da adı duyulmaya başladı...

MANDA GÖLÜ BALESİ
Nejat Uygur artık tam bir tuluat ustasıdır. Oyunlarında, fıkralardan tutun da gazete haberlerine kadar pek çok kaynaktan yararlanır, bazen de başka oyunları değişik isimlerle adapte edip sahneye koyar. O günlerde telif hakları filan hak getire... Bir gün, 'Boeing Boeing' adlı yabancı bir oyunu kendine uydurmuş, oynuyor. 'Telif hakları avcısı' Osman Karacan da bu işe yani başlamış. Durumu anlamış ve mahkemeye başvurmuş. Mahkemenin tayin ettiği bilirkişi gurubunun içinde tiyatro eleştirmeni olan rahmetli babam Adnan Benk de var. Ondan dinlemiştim, çok matrak bir hikayedir. Bunlar, bilirkişi heyeti olarak güya habersizce tiyatroya gidip seyircinin arasına oturuyorlar. Ama Nejat abi cin gibi. Hemen anlıyor durumu. Bir anda sözleri değiştirip tuluata başlıyor. Oyuncu arkadaşları eski repliklerine devam ettikleri için ortaya muhteşem bir karmaşa çıkıyor. Adnan Benk demişti ki, "O kadar komikti ki hepimiz bastık kahkahayı ve bu müthiş yetenek karşısında raporu 'Bu oyunun Boeing boeing ile ilgisi yoktur.' diye verdik." Nejat Uygur halkının kalbini kazandı ama ilk dönemlerinde Türk tiyatrosunun 'entelektüelleri' tarafından ciddiye alınmadı. Zaman, kimin haklı olduğunu gösterdi o da ayrı... Buna üzülür müydü? Soruya Süheyl Uygur yanıt veriyor.

Süheyl Uygur: Önceleri hiç aldırmazdı. "Halkın alkışı bana yeter" derdi. Ama sonra zamanla burnundan kıl aldırmayanlar onun yaptıklarını yapmaya başlayınca sinirlenirdi.

Arda Uskan: Bir örnek verebilir misin?
S.U: Mesela yıllar önce 'Damdaki Zurnacı' diye bir oyun koymuştu. Tümüyle bir sirkte geçer. 'Manda Gölü Balesi' diye üç şişman kadına dans ettirmişti. Aynı olay daha sonra 'Hisseli Harikalar Kumpanyası' adıyla Haldun Dormen tarafından sahneye kondu. Oradaki Kuğu Gölü Balesi yapan şişman kadınlardan biri de Adile Naşit'ti.