
Uzun planlar yapacak vaktimiz yok. Ölüm, bir hastalık veya bir kaza vesilesiyle gelip çatacaktır. Öyleyse kendine gel ve Rabb'ine dön.
Dünyaya gelen her canlı avucunun içinde ölüm tarihiyle doğar. Bu tarih şaşmaz. Ne bir saniye öne, ne de arkaya gider. Ölüm için vesileler yazılmıştır. Kimi için hastalık, kimi için kalp krizi, kimi için ise yaşlılık. Her ne olursa olsun ölüm soğuktur. Sarsıcıdır. Beklenmedik anda gelebilir. Hesabımızı boşa çıkarabilir. Sıra tanımaz. Bahane dinlemez. Bir dönüm noktası bile olur bazıları için ölüm. Hz. Peygamber (SAV), "İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanırlar" buyurmuş. Bu elbette ki dünyada bütün iletişim aygıtlarını yüce Yaratan'a kapatanlar içindir. Onlar etraflarını görmeyen ve ne olup bittiğinin farkında olmayan bir ceset gibidirler. Uyanırlar. Ama ibadete ve tövbeye değil, ölüme uyanırlar. Hesaba uyanırlar. Yeniden bir şans isteseler reenkarnasyon masalı gibi onlara "Heyhat, sıranızı savdınız" denir.
ÖLMEDEN ÖLMEMİZ GEREKİYOR
Mevlânâ, ölümü, "Yaratılmışın yaratanına ulaşması" olarak tanımlamış. Doğrudur elbette ama yaratılan, yaradılışının farkındaysa ölüm ürkütücü olmaz. Ölmeden önce ölmek lazım. Azgın nefsi, alçaltan duyguları, boş avuntuları öldürmek lazım ki ölüm anında ölen sadece fiziki beden olsun. Ruh ise yücelsin. Bugün istedim ki vefatından sonra rüya âleminde dostlarına mesaj yüklemiş büyüklerden bir demet sunayım. Rüya elbette bağlayıcı değildir. Fıkhi bir sonuç içermez. Ama mutlaka ibret taşır. İbn Ebi'd Dünya'nın "Kitabül Menamat" adlı eserinden bir bölüm şöyle: Sahır diyor ki: Ölümümden sonra rüyamda Abdullah Bin Mübarek'i gördüm. 'Sen ölmedin mi?' dedim. 'Öldüm' dedi. 'Rabb'in sana ne yaptı?' dedim. Şöyle dedi: 'Bizi öylesine bir afla karşıladı ki, bağışlanmadık günah bırakmadı.' Sordum: 'Peki Süfyanı Sevri ne yaptı?' 'Sorma' dedi. 'O Allah'ın peygamberlere, sıddıklara, şehitlere ve iyi insanlara verdiklerine kavuştu.'