"Küçük Emrah modunda yaşıyoruz"

Grup terapisine, Amerikan filmlerinden aşina olsak da Türkiye için henüz çok yeni bir uygulama.

Giriş Tarihi 07 Mart 2019, 11:15 Güncelleme 07 Mart 2019, 11:15
Küçük Emrah modunda yaşıyoruz

İÇİNDEKİLER

Bireysel terapilerin bile halk arasında 'delilik tedavisi' olarak adlandırıldığı bir dönemde Türkiye'de grup terapisi uygulamasını gerçekleştiren ENA Therapia'nın kurucusu Klinik Psikoloğu, Endüstriyel Psikolog ve Grup Terapisti Esin Nur Akyıldız, alanındaki ilklerden!

Türkiye'de aldığı eğitimini ABD'deki yüksek eğitimi ile taçlandıran ve bu konuda sayılı uzmanlar arasında yer alan Akyıldız önemli bir iddianın da sahibi! Akyıldız'a göre grup terapisi modern dünyada olduğu gibi Türkiye için de bir gereklilik!

Akyıldız grup terapisinin henüz Türkiye'de çok yeni olduğunu ve Türkiye'de bu işi yapan birkaç profesyonelden biri olduğunu söylüyor. Türkiye toplumunu iyi tanıdığını aktaran Akyıldız tedavi süreçlerinde klasik yöntemleri benimsemek yerine orijinal yöntemleri kullanmayı tercih ediyor.

Psikodrama, Psikanaliz, Art Terapi, Sanat Terapisi'nden oluşan tedavi biçimlerini birleştirerek kendine has 'gökkuşağı' adını verdiği yöntemi kullanan Akyıldız, grup terapisi uygulamasının kriz ve buhran dönemlerinde ön plana çıktığını ve giderek artan bir ihtiyaç haline geldiğini belirtiyor.

Bu işin en profesyonelce yapıldığı yerin ABD olduğu bilgisini veren Akyıldız bizzat ABD'de eğitim almış ve uygulama süreçlerini sıkı bir biçimde gözlemlemiş! Grup terapisini dört dörtlük yapabilmek için önce 'danışan' olarak bu süreçten geçilmesi gerektiğine inanan Akyıldız kendisi de bu süreçlerden geçmiş!

'Akyıldız 'Zayıf noktalarını ve zaaflarını çözememiş bir psikolog başarılı olamaz! Sorunsuz insan yok çünkü sorunların bittiği yerde hayat da bitiyor!' diyor; 'Sağlıklı bir topluma sahip olmanın yolu, sağlıklı bireylere sahip olmaktan geçiyor' diye de ekliyor.

Akyıldız 'Bırakın grup terapisini, bireysel terapi yapan psikologlar bile Türkiye'de gereksiz görülüyor. Türkiye'de grup terapisi yapmak cesaret istiyor. Çünkü doktorların veya sağlık uzmanlarının bile psikologlara inançları yok.' derken psikologların tedavi süreçlerinin sigorta kapsamına alınmamasının başlı başına bir eksiklik olduğunu ve Sağlık Bakanlığı'na bu konuda büyük görevler düştüğünü belirtiyor.

'Modern toplumlarda insanlar 'güven problemi' yaşıyor ve sağlıklı bir biçimde sosyalleşemiyor' diyen Akyıldız 'Bireyselliği, asosyal kişiliği, toplumdan izole yaşamı ve yalnızlığı modern çağın hastalıkları olarak görüyor ve 'modern insan çok yalnız!' diyor.

Türkiye'de aile hekimliği kadar aile psikologlarına da ihtiyaç olduğunu öne süren Akyıldız, Türkiye'nin kanayan sorunlarına da parmak basıyor... Akyıldız'a göre 'Hayat kalabalık bir oyun!'

Akyıldız 'Yaşanan terör olayları ve töre cinayetleri toplumun sağlığındaki bozulmanın en önemli göstergeleri! Kadına uygulanan şiddetin önüne polisle geçilemez, insanları bilinçlendirmek zorundayız!' diyor.

Töre cinayetlerinin kadının kaderi olmaması gerektiği tespitini yapan Akyıldız hiçbir inanışın, geleneğin ve örfün cinayeti emretmeyeceğini de söylüyor.

Televizyonlardaki dizilerle duyguların sömürüldüğünü iddia eden Akyıldız, rating uğruna toplumun yanlışa sürüklendiğini, kavga ve çatışmaların özendirildiğini, kadın programları ile sorunların daha da artırılğını ifade ediyor ve Türkiye'de kadının hala ikinci sınıf olarak görüldüğünü de ekliyor. Ayrıca magazinel yaşamların toplumu dejenere ettiğinin ve yanlış rol modeller aşılandığının da altını çiziyor.

Akyıldız'ın Türk toplumunun yapısına ilişkin de çarpıcı analizleri var! Toplum olarak acıdan beslenen bir yapıya sahip olduğumuzu, arabesk kültürün topluma ajitasyon aşıladığını ve kendi ifadesiyle 'Küçük Emrah modu'ndan bir türlü kurtulamadığımızı aktarıyor.

Haber 7'den Hakan Göksel'in toplumsal yapı, birey ve grup terapisi ile ilgili sorularını yanıtlayan Akyıldız'ın söyleşisi iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm toplum birey ve grup terapisi uygulamalarından oluşurken ikinci bölümde de iş dünyasını yakından ilgilendiren 'Endüstriyel Psikoloji' ile ilgili soru ve cevaplar yer alıyor.

Şehirleşme, şehir kültürü ve göçler insanı nasıl etkiledi?

Bu sorunuzun cevabı aslında ağırlıklı olarak sosyoloji ile ilgili. Sanayileşme süreci ile toprağa bağlı ve geçimini topraktan sağlayan ve sıkı bağları olan kalabalık bir yapıya aidiyeti olan insan bir dönüşüm sürecine girdi. Üretim araçlarının çeşitlenmesi ile insanlar köyden kente doğru bir hareketlilik yaşadı. Bu değişim kültürden, davranış biçimlerine kadar toplumun ve özelde insanın tüm yaşam süreçlerine etki etti.

Toprağa olan bağlılıkla beraber içinde yaşadığı topluluğa olan aidiyet bağları da zayıfladı. Topluluk içerisindeki bir yaşamdan bireysel bir yaşama doğru bir geçiş oldu. İnsanların sahip olduğu kültürel miras, yaşama biçimleri a'dan z'ye bir değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Tabi bunun en büyük etkisi de insan üzerine yani birey üzerine oldu.

Bireyin 'yaşam biçimi' anlamında sahip olduğu kültürün, yani insanın doğduğu büyüdüğü ve gelenekleri ile yetiştiği yerden kente doğru yer değiştirmesi, köklerinden vazgeçmesi, ait olduğu bir alandan bir diğerine geçmesi, bilinmeze doğru bir yolculuğa çıkmasına neden oldu... Bilinmezlik de sorunları beraberinde getirdi.

'İNSAN HER ŞEYİ KONTROL ETMEK İSTER'

Bilinmezlik insan psikolojisini tedirgin eden, kaygılarını artıran bir unsur! İnsan, hayatıyla ilgili her süreçte, kendini güvende hissetmek ister. +

İnsan ya da birey kendini güvende hissetmek istediği yerde, her şeyi kontrol etmek her şeyi bilmek ister.

İnsanın bilmediği, kontrolü dışında olan şeyler de kendisine zarar verilebileceği düşüncesini doğurur...

'Küçük Emrah modunda yaşıyoruz!'

Kırsaldan şehre göç eden insan, normalde kendi tarzında hareket eden, kendine has davranış biçimleri olan, 'merhaba' demesinden yemek yeme adabına kadar görmeye alıştığı bir takım özellikleri olan insandır. Şehir veya kent ise farklı kültürlerden, farklı gelenek ve göreneklerden gelen insanların karıştığı bir yapıdır... Kırsalda daha fazla aile odaklı bir yapı hakimken şehirlerde daha fazla birey odaklı bir yapı vardır. Şehirleşme bireyselliği de beraberinde getirir ve paylaşımlar azalır...

Mesela toplum olarak mutsuzuz... Her şeyi çok hızlı biçimde tüketiyoruz... Tatminler oluşmayınca da acı çekiyoruz. Toplum olarak acıdan beslenen bir yapıya sahibiz! Sahip olduğumuz arabesk kültür topluma ajitasyon aşılıyor her birimiz mutsuz bireyler haline geldik. Deyim yerinde ise 'Küçük Emrah modu'ndan bir türlü kurtulamıyoruz!

'HEPİMİZ BİRER İŞKOLİK OLDUK'

Birçok danışanınız ya da halk dilindeki tabiriyle hastanız var? Şehir kültüründe yalnızlaşan bireyin sıkıntıları nelerdir? Neleri gözlemliyorsunuz?

Günümüzün en önemli sorunlarından biri hayat mücadelesi verebilirken ayakta kalabilmek. O kadar ciddi rakiplerimiz var ki ayakta kalabilmek için hepimiz deli gibi çalışıyoruz...Farkı yaratabilmek için hep "daha çok çalışmalıyım, işimde daha çok başarılı olmalıyım, işimi kaybetmemeliyim, motivasyonum, performansım yüksek olmalı ki verimim artmalı benden vazgeçememeliler' kaygılarından kaynaklanan bir 'işkoliklik' durumu var. Tabi bu durum, ekonomik sıkıntıların insan psikolojisi üzerinde oluşturduğu gelecek kaygısıyla da doğru orantılı olduğundan psikolojik tramvalar artırıyor.

Hepimizin sahip olduğu, kadın, erkek, evlat, abi, abla ya da eş gibi farklı roller var. O rollerden en çok iş kadını, ya da iş erkeği rolünü oynadığımızda diğer rollerimizde dengesizlik ortaya çıkıyor. Tek bir rolden beslenmeye çalışıyoruz. Deli gibi çalışıyoruz, işten besleniyoruz, oradaki motivasyon bizi hayata bağlıyor. Zaten diğer rolleri gerçekleştirebilmemiz için de para kazanmamız gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle kendimize bahaneler bulup işkoliklik oluyoruz.

Hayatta kalabilmek için beslenebileceğimiz yer; iş, çünkü para kazandığımız yer orası.. Kaygı yüksek olduğu için insanlar deli gibi çalışıyor ve diğer roller; birine ait olma, biriyle birlikte olma, aile kurma kendini gerçekleştirme gibi ihtiyaçlar (Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi) aşağılarda kalıyor. Temel gereksinmelerden kendini gerçekleştirmeye çıkarken orta seviyede bocalayıp kalıyoruz.

Dolayısıyla kişi bireyselleşiyor işine çok fazla konsantre olduğu için sosyalleşemiyor, ikili ilişkilerde zayıflıyor. Yakın çevresiyle muhatap olmak yerine, işine odaklanıyor. Kendi evinde, kendi bilgisayar teknolojisiyle, kendi başına kalınan ortamlara kendini hapseden asosyal yeni nesiller yetişiyor.

Aslında bizler de onların bir parçasıyız.. İşin durup tatilin başladığı noktada bocalayıp depresyona giriyoruz. İşe o kadar kaptırıyoruz ki 'hayatımın geri kalanında ne yapıyorum' diye düşünmeye başlıyoruz ki bu noktada çok tehlikeli oluyor.

'ÇAĞIN TEHLİKESİ YALNIZLIK!'

Yalnızlık hissine kapılıyoruz. Diğer rollerden beslenemediğimizden dolayı bir takım acil durum emareleri görülüyor. Bunların hepsi bireysel yaşamı getiriyor. Birey sadece kendine konsantre olup, izole yaşamaya başlıyor bu da aynı zamanda yalnızlığı getiriyor ve de yalnızlıkla birlikte de sorunlar başlıyor.

Eğer kişi bunları doğru şekilde kendinde tespit edebiliyorsa destek almaya başlıyor... Her modern kendini gerçekleştiremeyen ve dengesini kuramayan insan aslında yalnız... Yani çağın rahatsızlığı yalnızlık!

Sabah kalktığında karısının yüzünden önce telefonuna gelen mesajlara, e-postalara bakan insanlar var... Bazen de sosyalleşse bile kalabalığın içerisinde yalnız olan çok insan var. Yalnızlık aslında tek başına bir rahatsızlıktır demek de doğru değil, 'bir duygulanım hali' ama yalnız hissetmek bir takım hastalıklara neden olabiliyor.

'HEPİMİZ TAKLİT EDEREK BÜYÜYORUZ!'


Kültürümüzde ebeveyn ve çocuk ilişkisinin birey olma üzerindeki etkisi nelerdir?


Bizim kültürümüzde anne ve babanın çocuğu olarak yetiştirilmek tamamen anne ve babanın kuralları ile şekillendirilmiş bir fanusta yaşamak anlamına geliyor. Çünkü biz toplum olarak son derece korumacı, müdahale etmeyi seven ve yorum yapmaya meyilli bir toplumuz.

Çocuk zaten doğduğu andan itibaren anne ve babaya ait tüm özellikleri alıyor. Hepimiz taklit ederek büyüyoruz. Model alarak yetişiyor ve otomatikman anne ve babanın bir modeli olarak ortaya çıkıyoruz...

Göbek bağının pek kopmadığı, kendine dışarıdan bakamayan, anne ve babadan beslenen; onların davranışlarından aldığı öğretilerle; onay alma, takdir edilme ihtiyacına muhtaç bireyler olarak yetişiyoruz. Biz de terapilerimiz de öncelikli olarak o göbek bağını koparmaya çalışıyoruz

'Rating kaygısı toplumu dejenere etti!'


Bir de toplumdaki diğer rol-modeller var. Televizyonlar yetişme tarzlarımızı etkiler hale geldi. Magazinel yaşamlar bize altın kaselerde sunuluyor. Sonuç olarak magazinel yaşamlar toplumu dejenere ediyor ve yanlış rol modeller aşılıyor.

Televizyonlardaki dizilere dikkat edin insan duyguları sömürülüyor.Rating uğruna toplum yanlışa sürükleniyor, kavga ve çatışmalar özendiriliyor. Kadın programları ile sorunlar daha da artırılıyor.

'MASKENİN ANLAMI SAMİMİYETSİZLİK!'

Toplumun içerisinde yaşarken bir takım maskelerle taşıyoruz... İnsanların birden fazla maske taşıması bir gereklilik mi yoksa insanların bir savunma aracı mı?

Maskeler özetle kişinin genel duygu durum halinde karşı taraftakilere zarar vermesini engellemek adına kendini korumaya aldığı perdelerdir. Bir kalkandır, aslında tamamıyla savunma düzeneklerinden biri!

Hayatımızda, ailemizle olan ilişkilerimizde çok sayıda maske kullanırız. Kendimizi veya çevremizi koruma adına geliştirdiğimiz davranış şekillerindendir.

Aslında algı olarak maskeye olumsuz anlam yüklenmesine rağmen hayatımızın ve modern çağın gerekliliği diyorsunuz...

İnsan için 'Maske olmazsa olmaz' değil aslında, maske kullanmadan hareket eden insanlar da var. Maske kullanmadan yaşayan insan kendini çözmüş zayıf noktaları ve zafiyetlerinin farkına varmış insandır. Maskenin anlamı samimiyetsizlik.

Aynı zamanda samimiyetsizlik toplumların ve toplumumuzun en büyük sorunlarından biri! Samimiyetsizliğin de bir aşama ilerisi ise güven problemi... Güvensizlik yalnız bizim değil bütün dünyanın problemi... Kimse kimseye güvenmiyor. Bunu sorgulamaya bizi iten şey bir takım menfaatler söz konusu olduğunda beklentilerin ne yönde gelişeceğidir... Maskenin tanımı aslında rolleri ayrıştırabilmektir..

İNSAN KENDİNİ TANIMIYOR TANIDIĞINI ZANNEDİYOR

İnsan neden kendinde olanı göremez ve kendini gözlem gücü zayıftır?


Bunu bir örnekle açıklamak isterim. Sabah uyandığınız itibaren düşünün, insanlara baktığınız kadar aynaya bakıyor musunuz? Ayna ile de dolaşmadığımız için sürekli diğer insanlara bakıyoruz, onları gözlemliyor onlardan algıladığımız şeyleri öğreniyoruz.

Bu nedenle kişi kendine çok fazla konsantre olamadığı, kendine çok fazla bakmadığı için kendin de olanı diğerleri kadar fark edemiyor. Zaten terapilerde de yapılan gelen kişilere ayna tutmak. Kimse kendini o kadar iyi tanımıyor sadece tanıdığını zannediyor.

İnsanlar sırrını bile anlatmak için çok güvendiği dostlarını ve arkadaşlarını bulurken ararken neden grup terapisine seçsin?

Tamamıyla bireysel duruşu, biraz daha kırabilmek adına bir davranış bu seçim. Çok fazla bireysel ve yalnız yaşamaya başladık. Bireysel ve yalnız yaşadıkça da kendimizi sorgulamaya, problemlerimizi görmeye başlıyoruz ve kendimizle uğraştıkça sahip olduğumuz sorunların değerlerin ya da hedeflerin sadece bize ait olduğu yanılgısına kapılıyoruz.

İşte bu noktada grup terapisi süreci devreye giriyor. Grup terapisinde kişi kendi dışında insanların da benzer hedeflere, sorunlara ve tranvalara sahip olup olmadığını gözlemleme şansını buluyor. Bu özetle 'sen yalnız değilsin senin gibi aynı probleme sahip olan çok insan var dolayısıyla şu yalnızlık duruşundan bir kurtul' deme yöntemi.

'İKİ KİŞİNİN YAŞADIĞI SIR DEĞİLDİR!'

Yani aynı problemi farklı insanlar da yaşıyor. Bu paylaşımla birlikte aslında sır gibi görünen şey otomatik olarak sır olmaktan da çıkıyor. Birinin probleminin gruptaki diğer üyelerde de var olduğu keşfedildiğinde, otomatikman insanın algısı da farklılaşıyor ve bireyin sorunu sır olmaktan çıkıyor.

'İki kişinin bildiği sır değildir' diye bir popüler bir söylem var bugünlerde duymuşsunuzdur. Biz bunu biraz terapiye uyarladık ve 'İki kişinin yaşadığı sır değil. Bu sıkıntıyı bir tek sen yaşamıyorsun!' diyoruz!

Grup terapisinin öncelikli olumlu faydalarından biri 'yalnız değilim' duygusu kazandırması, ikincisi de yaşanan probleme 360 derecelik bir açıdan bakabilme olanağı sağlaması. Bu sayede farklı bakış açılarını görebilmek mümkün oluyor. Önyargıları kırmak için çok önemli fırsatlar oluşturuyor. Bazen yaşamda karşınıza çıkan ama hiç de önemsemediğiniz kişi grup terapisinde hiç görmeye alışık olmadığınız bir bakış açısını size sunabiliyor..

Öğrenmede herhangi bir sınır olmadığının, aslında önyargılar yüzünden fark edemediğin başka insanların sana neler katabileceğini görme fırsatı oluyor. Paylaşımlar arttıkça grupta bir aidiyet duygusu oluyor ki bu bireyselleşmeyi kıran en önemli unsur. Çünkü grup zaman geçtikçe aile olmaya başlıyor. Güven sorunu azalıyor. Güven sorununu kaldırmak için grup terapisi bire bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor...

'HANİ ŞU AMERİKAN FİLMLERİNDEKİ Mİ?'

Grup terapisi Türkiye'de ne kadar tanınıyor ve Türkiye buna hazır mı?


Grup terapisi Türkiye'de çok bilinmiyor ve tanınmıyor. Hatta grup terapisi ile ilgili bir takım şeyleri anlatmaya başladığınızda ' Hani şu Amerikan filmlerinde bir daire oluşturuluyor herkes konuşuyor ve derdini anlatıyor' şeklinde yorumlanıyor. Eğitim seviyesi yüksek olanlar da dahil herkes böyle bakıyor.

Çoğu insan Türkiye için bu uygulamanın çok erken olduğunu söylüyor. Benim görüşüm ise bu yönde değil, insanlara bir şekilde vermeli ki tecrübe edenler olumlu sonuçlarla karşılaşırsa zaten birbirlerini haberdar edebilirler böylelikle grup terapisi Türkiye'de yayılmış olur.

Danışanlar en çok hangi gerekçelerle kapınızı çalıyorlar?


Genellikle sosyalleşme gereksinimi duyanlar geliyor. Buna ek olarak merak ediyorlar, başka bireyler (genç, yaşlı; erkek, kadın hayatı nasıl algılıyor bilmek istiyorlar. Belli konudaki fikri tecrübesi nedir, yaşadığı travma nedir görmek istiyorlar... Öncelikli olarak merak diyebiliriz! İnsanlar yeni bir şey öğrenmek isteği ile de geliyorlar.

Terapilerde bir gruba giren insan hayatını en şeffaf haliyle ortaya yatırmak zorunda değil. Öncelikle böyle bir ortama giren insanın diğer insanlara karşı bir ısınma süreci vardır. Bu ısınma tanıma tecrübe etme ile olur eğer kişi grup içinde isteyerek kendini güvende hissederse duygularını ve yaşadığı bir takım özel olaylarını anılarını anlatabilir.

'ABD'DE KATILMAYANA HAPİS VAR!'

ABD'de grup terapisi daha yerleşmiş bir uygulama Türkiye ile bir kıyas edilirse neler söylenebilir?

ABD ile burası arasında aslında çok büyük farklar var. ABD'de belirli bir tanı konmuş hastalıklar ile ilgili tedavi görülmek üzere bir zorunluluk olarak uygulanıyor. Örneğin alkol kullanımı ile ilgili düşünün. Kişi evinde, iş ortamında ya da barda alkol yüzünden bir sorun yaşamış ise o insana alkol ile ilgili bir rehabilitasyon süreci olarak bir guruba gitme zorunluluğu konuluyor. Uyuşturucu ile alkolle, öfke ile ilgili sorun yaşayan bireyler için zorunlu terapi öngörülüyor. Hatta katılmayan bireyler için hapis cezası bile söz konusu olabiliyor.

'KADINA ŞİDDETİN ÖNÜNE POLİSLE GEÇEMEZSİNİZ!'


Bizde böyle bir uygulama yok. Bizde ise çok ciddiyetsiz görülüyor. Ülkemizde psikolojik ya da psikiyatrik tedaviler sigorta kapsamında bile değil. Üstelik lüks olarak görülüyor. Sigorta karşılamıyor ama gelişmiş ülkelerde her türlü destek veriliyor. Destek verildiği için bu alandaki gelişmeler de topluma çok ciddi katkılar sağlıyor. Ülkemize göre standartları da ona göre yüksek oluyor.

Türkiye'nin terör gibi töre cinayetleri gibi çok ciddi problemleri var. Örneğin Türkiye'de kadının hala ikinci sınıf olarak görülüyor. Yaşanan terör olayları ve töre cinayetleri toplumun sağlığındaki bozulmanın en önemli göstergeleri! Kadına uygulanan şiddetin önüne polisle geçemezsiniz, insanları bilinçlendirmek zorundasınız!

Töre cinayetleri kadının kaderi olmamalı hiçbir inanış, gelenek, töre ve örf cinayeti emretmez. Bunlar fazlası ile ciddiye alınması gereken problemler...Yurt dışında kanunlarla destekleniyor bizim ülkemizde kanunlarla desteklenmediği için o kadar da ciddiye alınmıyor. Türkiye'de aile hekimliği kadar aile psikologlarına da ihtiyaç var...

''DELİ DOKTORU' DİYE BAKILIYOR!'

Yasal boyutundan bahsettiniz peki bireylerin bakış açısından değerlendirirseniz neler söylenebilir?

Bırakın grup terapisini bireysel terapide bile sokaktaki insanın bakış açısı normal değil! Deli doktoru diye bakılıyor. Böyle yaygın bir kanı var. Sokaktaki insan psikoterapinin ne olduğunu bilecek ki ancak o zaman ancak grup terapisinin ne olduğu anlatılabilsin..

Ben grup terapisine neden bu kadar inanan, uygulamaya çalışan ve insanlar faydalansın diye uğraşan biriyim diye sorarsanız, grup terapisi sürecinden önce bir danışan olarak geçtim. Grup terapisti olmadan önce grup terapisinde bir danışan olmanız gerekiyor.

Çıraklıktan kalfalığa ve ustalığa olan mertebede bir şeyleri daha net bilebilmeniz için bu aşamalardan geçmeniz gerekiyor. Böylece önce psikoterapi ne ise yarar, neden kişi bireysel psiko terapi almalıdır kısmı anlaşılabilirse grup terapisi olarak vereceğimiz şeyler o doğrultuda mantıklı ve faydalı olacaktır.

Psikoterapinin ne olduğunu bilmeyen birine grup terapisini verirseniz gülüp geçerler. Yani özetle grup terapisi modern dünyada olduğu gibi Türkiye için de bir gereklilik!

TİYATRAL TERAPİ İLE SORUN ÇÖZME

Grup terapisinde uyguladığınız yöntemler nelerdir? Yani danışanlarınızın sorunlarının çözümünde hangi araçlara başvuruyorsunuz?


Grup terapisinde psikodrama ekolünü benimseyen bir yaklaşım içerisindeyim... Rol terapisi ve rol kuramı üzerinden gider. Psikodrama tiyatral terapidir. Yani 'konuşma, eyleme geç, konuşma yap, göster' gibi... Gruplar en az 6 en çok 14 kişiden oluşur.

Her terapistin farklı bir tarzı vardır. Daha çok harekete yönelik çalışmalar yaptırıyorum.. Sosyometrik bir takım uygulamalar da oluyor. Sosyometrik uygulamalar sayesinde grup içinde küçük grupçuklar oluşuyor ve birbirlerini daha fazla tanımalarına neden oluyor. İnsanların eyleme, harekete geçmesine bir takım bağlar kurulmasına neden oluyor.

Güven, hacıyatmaz, gözü kapalı gibi bir takım ısınma oyunları ile grup içinde kimlerin güvenle, kimlerin kontrolle ilgili problemi olup olmadığını gözlemliyorsunuz. Bir takım oyunlar bazen, kişilerin geçmişte yaşadıkları problemleri tetikliyor. Sonra yuvarlak bir daire oluşturulup herkes paylaşımlar yapıyor. Ne hissettikleri nelerin iyi ya da kötü geldiği anlatılıyor. Bu paylaşımlar içerisinde mutlaka geçmişte yaşanan birtakım problemler ortaya çıkıyor.

'SORUNLARINIZI GRUP TERAPİSİNDE ÇÖZEBİLİYORSUNUZ!'

Grup içerisinde dışarıda yaşadığımız problemlerin her birini yakalama şansı yakalıyoruz. Örneğin dışarda da karşılaştığı sorunla ilgili yaşadığı problemlere tepki gösteren kişi aynı olayda benzer davranışı gösteren kişiye aynı tutum ve öfkeyi gösterebiliyor. Dolayısıyla grup içinde bunu tespit ettiğiniz noktada sorunu çözebilme şansınız oluyor.

Kişi o davranışı gösterdiğinde bir terapist olarak nedenlerini görebiliyorsunuz. Bununla birlikte de danışan gerçek hayattaki yaşadığı olayı hatırlıyor. O olaya gidiliyor ve o olay sahneleniyor. Kişi orada geçmiş yaşamındaki olayı görerek kendini hayattan izole ettiği bir hayat sürdürdüğünü görüyor.

Grup içerisinde sürekli çekingen duran ve terleyen birey bu olayı anlattığında bilinç altında güncel hayatını etkileyen olayı çözebilmek adına o sahneyi yeniden yaşıyor çünkü o sahne onu bugünkü probleminin kaynağına götürmüş oluyor. O olayı yeniden yaşayan danışana ayna tekniği ile kendisini görme imkanı sağlıyoruz.

'GÜNLÜK HAYATTAKİ TAHRİBAT GİDERİLİYOR!'


Danışan güncel hayattaki duruşunda o dönemde neyi değiştirmesi gerekiyorsa grup içindeki sahne sınırları ve şimdi algısı ile birlikte değiştiriyor.. Paylaşımlar alınıyor, o olay irdeleniyor, başka sorunlar ve sonuçlar ortaya çıkıyor ve çözümleniyor.

Diğer danışanlar da benzer bir davranış sergilediklerinin farkına varıyor. Kişinin gündelik yaşamda karşılaştığı tranvalarla ilgili diğer rollerdeki insanların itiraflarını duydukça algısı değişiyor. Algılaması değiştikçe hayatını etkileyen o olay yüzde yüz onu etkilerken yüzde 20'ye düşüyor ve de iyileşme başlıyor...

Özetle problem tespit ediliyor. O problemin başlangıç sahnesine gidiliyor nerede o tahribat oluşmuşsa sahne düzeltildiğinde gündelik hayattaki algılamalar geçmişteki tahribattan izole şekilde ayrışıyor ve iyileşme başlıyor...

'BEN BİLMİYORUM DİYEBİLEN 3 ADIM ÖNDE BAŞLIYOR!'

Halkın hangi kesiminde grup terapisine ilgi daha fazla daha çok tercih ediliyor. Örneğin muhafazakar kesimin ilgili bakış açısı nedir? Nasıl bir müşteri profiline sahipsiniz?

Konudan konuya değişiyor. Cinsellikle ilgili konulara baktığımızda daha çok entellektüel olmayan kesim geliyor. Ancak bu entellektüel olan kesimde cinsellikle ilgili problem yok anlamına gelmesin, sadece onlar bu kadar bilinçli ve eğitimli oldukları halde neden böyle bir probleme sahip olduklarını çözemedikleri, bilemedikleri hatta belki de kendilerine itiraf edemedikleri için destek alamıyorlar... Destek almak çok iyi hissettirmiyor... Kendileri 'ben hallederim' diye düşünüyorlar...

'Benim bilmediğim bir şey, bu bu konuda bilgisizim okumadım öğrenmedim' diyen bir kesim var ki onlar tamamiyle cinsellikle ilgili grup terapilerinden (erkekler ve bayanlar) çok ciddi oranda faydalanıyorlar...

Kişinin bilmediği bir konu hakkında 'ben bilmiyorum' diyebilmesi zaten diğerlerinden üç dört adım ilerde olmasını sağlıyor. Tamamiyle kendini teslim ederek bilirkişi olarak gördüğü kişiden en doğru biçimde bilgileri ve öğretileri alıyor. Bazılarında ise 'ben bu konuyu nasıl bilemem ki, bu konuda kendimi nasıl eğitmedim ki, terapisten mi bunun eğitimini alacağım?' gibi farklı sorgulamaları devreye giriyor ve katılımları daha az oluyor.

'ÖFKE PROBLEMİ TAŞIYAN ÇOK SAYIDA İNSAN VAR!'

Öfke ile ilgili olan terapilerde, her kesimden insan var çünkü öfke problemi yaşayan insan sayısı çok fazla. Erkeklerde de bayanlarda da öfke kontrolü problemi yaşayanlar çok sayıda var. Erkeklerle öyle öfke problemi örtüştürülmüş ki sanki her erkekte bir öfke problemi vardır gibi algı var.

Bunun problem oluşturduğunu kişinin itiraf edebilmesi gündelik yaşadığı problemlerle doğru orantılı gidiyor. Mesela sık sık birileri ile tartışıyorsa, yüksek tansiyon problemi olup iki de bir hastaneye kaldırılıyorsa ve bu konuda doktorlar 'tedavi görmelisiniz' teşhisi yapılıyorsa erkekler grup terapisine geliyorlar.

'KADINLAR DAHA CESARETLİ!'

Ama terapilere katılmada kadınlar biraz daha cesaretli! Gerek öfke gerek cinsellik terapisi olsun kadınlar öğrenmeye daha açıklar! Kadınlar dışarıdaki rollerinden kendilerini biraz daha ayrıştırarak grubu sokabiliyorlar.. Erkeklerde bizim toplumumuzun da yüklediği bir takım roller var.

Erkek olma güçlü olma, her şeyi kontrol etme duruşu; grubun herhangi bir üyesi olma kimliği ile çok örtüşmüyor. (Her erkek için geçerli değil tabi bu durum.) Alışkanlıklarına ters düşen bir durum olduğu için erkeklere kıyasla kadınlar biraz daha sıcak bakıyorlar.