Türk demokrasisinin unutulmayan kara lekesi 12 Eylül darbesi hakkında yıllar sonra gelen itiraf! Darbeyi MİT'ten haber alan gazeteci kim?

Türkiye, 12 Eylül 1980’de demokratik düzene indirilen en büyük darbelerden birini yaşadı. Askeri vesayetin izlerini taşıyan darbe ürünü 1982 Anayasası, geçen 41 yıllık süre içinde Türkiye’de demokrasinin gelişmesine set çekti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi değişiklikleriyle bu sancılı dönem tarihe karıştı. Öte yandan 43 yıllık kara lekenin yıldönümde yeni detaylar gün yüzüne çıktı. Milliyet Gazetesi'nde bir yazı kaleme alan Güneri Civaoğlu, darbe ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. 12 Eylül 1980 Darbesi'nin olacağını sabah saatlerinde merhum Erol Dallı'dan öğrendiğini ifade eden gazeteci Civaoğlu, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’i aradığını ifade etti. Demirel'in son sözlerine de yazısında yer veren Civaoğlu, Demirel'in "Başka ordum yok. Bu bizim ordumuz.” şeklinde konuştuğunu belirtti. İşte o çarpıcı detaylar....

Giriş Tarihi 12 Eylül 2023, 06:52 Güncelleme 12 Eylül 2023, 14:16
Türk demokrasisinin unutulmayan kara lekesi 12 Eylül darbesi hakkında yıllar sonra gelen itiraf! Darbeyi MİT’ten haber alan gazeteci kim?

İÇİNDEKİLER

1982 Anayasası özgürlükçü bir ruh yerine "yasakçı, otoriter, çoğulcu demokrasiye dayanmayan, vesayetçi, devlet otoritesini artıran, özgürlükleri sınırlayan" bir ruh taşıyordu.

1987'den bu yana yapılan tüm değişikliklerin hemen hemen hepsi özgürlükler ile ilgili olmasına karşın istenen sonuç tam manasıyla elde edilemedi. Anayasanın en önemli amacını, "siyasetin alanının daraltılması ve ülkeyi seçilmişler değil vesayet kurumlarının yönetmesi" oluşturuyordu.

Bunun için Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, DGM'ler, YÖK anayasal vesayet kurumları olarak biçimlendirildi. MGK, iktidar ve Meclis üzerinde bir güç oluşturdu. MGK zaman içinde gittikçe güçlenerek önemli kararlardaki tek adres haline geldi. 28 Şubat postmodern darbesi bu kurum eliyle hayata geçirildi.

Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, halkın seçtiği siyasilerin yerine geçerek karar veren organlar haline dönüştü. YÖK ile üniversiteler, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın eski yapısıyla da inanç özgürlüğü ve camiler üzerinde vesayet kurulmak istendi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi değişiklikleriyle bu sancılı dönem tarihe karıştı.

Bugün Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 12 Eylül 1980 darbesinin yıldönümü...

Tam 43 yıl önce yapılan darbenin ardından 1982'de yürürlüğe giren darbe anayasası ise Türk demokrasisine anayasa kılıfı adı altında 'deli gömleği' giydirildi.

Darbenin izlerinin silinmesi, demokratik hakların geri verilmesi, siyasetin alanının genişletilmesi için o günden bu yana anayasada birçok kez değişiklik yapıldı. Ancak 12 Eylül darbesinin ne anayasa, ne siyaset ne de toplumsal hayattaki izleri tam olarak silinemedi.

43 yıl önceki o kara günle ilgili Milliyet Gazetesi'nde "12 Eylül 'Kırmızı Cuma" başlıklı bir yazı kaleme alan Güneri Civaoğlu, çarpıcı açıklamalarda bulundu. 12 Eylül 1980 Darbesi'nden daha sabah saatlerinde haberdar olan gazeteci Civaoğlu, darbe ile ilgili dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'i aradığını ifade etti. Demirel, Civaoğlu'na konuyu araştıracağını söylemiş, 12 Eylül gününü tutuklanacağını hissederek geçiren Demirel son telefon konuşmasını da Cıvaoğlu ile gerçekleştirmiş. İşte Civaoğlu'nun dikkat çeken o yazısı...

O zamanlar Fransız "Le Figaro" gazetesi çizgisinde diyebileğimiz en çok satan iki gazeteden biri olan Tercüman'ın Genel Yayın Yönetmeniydim.

Saat 10'daki sabah toplantısı için yazı İşlerinin bulunduğu kata inmiştim.

Haber müdürü merhum Erol Dallı "Asker bugün darbe yapacakmış" dedi.

Yazı işleri masasında bir dalgalanma oldu.

Dallı'ya sordum.

"Kaynak?"

"MİT" diye fısıldadı.

Her kesimden kaynakları olan Erol Dallı daha önce Cumhuriyet'in yazı işleri müdürüydü.

Yeni İstanbul Gazetesi'nde genel yayın yönetmenliği yapmıştı. Yani deneyimli, sorumluluk bilinci olan değerli bir gazeteciydi.

"Durum ciddi" uyarısıyla, söyleminin arkasında durdu.

Arkadaşlarla gazetenin planlamasını yaptıktan sonra üst kattaki odama çıktım.

Doğrudan Başbakan Süleyman Demirel'i aradım.

Erol Dallı'nın adını vererek "Bugün ihtilal oluyormuş" söylemini ilettim.

"Size de böyle bir haber geldi mi?"
diye sordum.

Hiç duraksamadan "Yo hayır… Böyle hiçbir haber yok" cevabını verdi.

"Ama baktıracağım" dedi.

Ben de "araştıracağımı" söyledim.

Demirel görüşmemizi "şüphe tohumları" atarak noktaladı:

"Ama gene de o dediğin şeyi kesinlikle yapmazlar diyemem!.."

ANKARA'DA YAPRAK KIMILDAMIYOR

Öğleye doğru Demirel ile bir kez daha konuştuk.

Bu arada Erol Dallı konunun üzerine yoğunlaşmıştı. Muhabirleri yönlendirmişti.

Bana "Maltepe'den askeri araçlar
şehre doğru hareketlenmiş, yoldalar" bilgisini vermişti.

Gazetenin sahibi Kemal Ilıcak gelmişti.

Durumu bildirmek üzere onun odasına geçtim.

Bir değerlendirme yaptık. "Demirel ile konuşmaları sürdürmekte" fayda gördük.

Kemal bey de Ankara'daki üst düzey dostlarından bilgi almaya çalışacaktı.

Ayrıca…

Ankara Temsilcimiz Yavuz Donat ile sürekli temastaydık.

Ankara'nın nabzı Yavuz'un parmaklarında atar.

"Hâlâ da öyle" diyebilirim.

Ancak Yavuz'a gelen "ihtilal" gibi bir haber, bir "işaret" yoktu.

Tercüman'ın kardeş kuruluşu Akajans'ın patronu, dostumuz, merhum Uğur Reyhan'da da…

Odamdan Demirel'i bir kez daha aradım.

"Maltepe'den askeri araçların ve birliklerin şehre doğru hareketlendiği" yolundaki haberi bildirdim.

"Valla burada yaprak kımıldamıyor"
cevabını aldım.

Ne ilginçtir ki MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) bağlı olduğu başbakana ihtilal için bilgi vermemişti, vermiyordu.

Ama gazeteci Erol Dallı -kendi ifadesine göre- MİT'teki kaynağından bilgi sızdırabilmişti.

Demirel konuşmamızın ilerleyen dakikalarında "Ragıp Paşa (Uluğbay) ile konuştun mu?" diye sordu. Orgeneral Ragıp Uluğbay (eski bakanlardan Hikmet Uluğbay'ın abisi) ablamın eşiydi.

İşyerlerimizdeyken konuşmazdık.

İşlerimizle ilgili de konuşmazdık.

Bu bizim aile geleneğimizdi.

Ama bu defa "kişisel meslek konusu" değil, Türkiye insanının tamamını ilgilendiren "askeri müdahale" söz konusuydu.

Ablam merhume Sevgi'yi aradım.

"Fevkaladelik olduğunu, ihtilalden söz edildiğini, kendine dikkat etmesini" söyledim.

"Dışarıya çıkmaması" için uyardım.

Kaygıyla "Paşa nasıl?" sorusunu yönelttim.

Çünkü bir darbe macerasının ona zarar vermesinden kaygı duyuyordum.

Ablam "Öyle olağan dışı bir havasının olmadığını" söyledi.

Ama giderken "Bu akşam geç gelebilirim, siz yemeği yiyin, beni beklemeyin" dediğini ekledi.

Daha da pirelenmiştim.

DEMİREL İLE ÜÇÜNCÜ KONUŞMA

Saatler ilerliyordu.

Sanıyorum 14 ya da 15'ti.

İstanbul'da askeri araç geçişleri yoğunlaşmıştı.

Her taraftan gelen istihbarat "askerde hareketlenmeydi."

Başbakan Demirel'i gene aradım "Ragıp Paşa'yla konuşamadığımı. Ankara büromuzdan arkadaşların da Genelkurmay'da ve kuvvet komutanlıklarında yakınlık kurdukları komutanları aradıklarını, onların da ulaşamadıklarını" bildirdim.

Ankara'da hâlâ hareketlenme yoktu ama dönemin Milli Savunma Bakanı Ahmet İhsan Birincioğlu "Bazı komutanlarla konuştuğunu, her şeyin normal göründüğünü" bildirmiş Demirel'e.

Demirel, eski Milli Savunma Bakanları'ndan Ahmet Topaloğlu'na güvenirdi. "Ona da komutanların bir nabzını yokla, bak bakalım böyle bir ihtilal havası koklayacak mısın?" demiş.

Ama Topaloğlu hiçbir komutana ulaşamamış.

"Komutanım toplantıda" cevaplarıyla karşılaşmış. Tam bir alacakaranlık…

EVREN ÇANKAYA'DA

Süleyman Demirel "Bu akşam Genelkurmay Başkanı saat 17'de İhsan Sabri beye gelecek. İhsan Sabri bey de ağzını arayacak" dedi.

Her cuma akşamı 17'de Cumhurbaşkanlarının Genelkurmay Başkanı'nı Çankaya Köşkü'nde
kabulü bir gelenekti.

TBMM aylardır cumhurbaşkanı seçemediği için, İhsan Sabri Çağlayangil, senato başkanı olarak cumhurbaşkanına vekalet etmekteydi.

Kenan Evren ile görüşmesinden sonra izlenimini Demirel'e bildirecekti.

O yıllarda gazeteler bir gün sonrasının gazetesini akşamüstü İstanbul'da satışa çıkarırdı.

Gazeteci jargonuyla "meyhane baskısı…"

Saat 18'e doğru yazı işlerinden ve idareden "bizim meyhane baskısını taşıyan dağıtım kamyonlarına askerlerin Topkapı'da el koyduğu" haberi verildi.

Gazete binamız Topkapı'daydı.

Askerin buraya kadar gelmiş olması, gazete dağıtım kamyonlarına el koyması garipti.

Gerçi sıkıyönetim nedeniyle asker yetkiliydi ama bu işler için polisi kullanırdı.

Artık söylentiden çıkıp fiile dönüşen durum açıkça görünüyordu.

DEMİREL İLE DÖRDÜNCÜ TELEFON

Yazı işlerinde bir toplantı daha yaptım.

Hiçbirimiz eve gitmeyecektik. Daha sonraki gelişmelere göre gazeteyi yeniden yapacaktık.

Durumu gazetenin sahibi merhum Kemal Ilıcak ile paylaştım. Onayını aldım.

Saat 17'deki mutat Çankaya kabulünde İhsan Sabri bey, Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren'e "Paşam nasılsınız, bir sıkıntı, bir ihtiyacınız var mı?" diye sormuş.

Kenan Paşa'nın cevabı "Yoo… Hayır. Hiçbir sıkıntımız, ihtiyacımız yok" olmuş.

Demirel bunu anlattıktan sonra "Askerde hareketlenmeler için 'NATO planı gereği'
gibi laflar ediliyormuş" dedi.

Ben de kendisine "Dağıtım kamyonlarımıza ve gazetelere askerin el koyduğunu, askerin şehre dağıldığını, gazeteden ayrılmayacağımızı, gelişmelere göre birinci sayfayı değiştirme kararımızı" söyledim.

KENAN PAŞA'NIN CEVAPLARI

Aradan yıllar geçmişti.

Fenerbahçe'nin efsane başkanı Ali Şen'in Bodrum'daki evinde bir yemekteydik.

Kenan Paşa da konuktu.

12 Eylül'de Çankaya'da "İhsan Sabri Çağlayangil'in kendisine sıkıntınız var mı paşam" sorusunu ve onun "Hayır hiçbir sıkıntı yok, hiçbir ihtiyacımız yok" cevabını hatırlatmıştım.

"O an aklınızdan neler geçiyordu"
diye sormuştum.

İşte Kenan Paşa'nın yanıtı:

"Ne diyecektim yani… '3-5 saat sonra senin oturduğun koltukta ben oturacağım' mı diyecektim?"

Bir soru daha: "Demirel, bakanlar kurulu kararnamesiyle, sizi ve kuvvet komutanlarını, jandarma komutanını görevden alsaydı, ne yapardınız?"

Ve Evren'in cevabı: "Hiç dinlemezdik, ihtilali gene yapardık. Kararname hiçbir şeyi değiştirmezdi. Kararı almıştık, dönüş yoktu…"

Kenan Paşa'nın, Demirel ve Çağlayangil ile diyaloğu ilerleyen yıllarda "iyi" denebilecek gibi sürmüştür. Hatta Kenan Paşa, 12 Eylül ihtilali için komutanlarla karar alındığında, "Gene Demirel başbakan, yazık oluyor adama" söyleminde bulunmuş. Elbette kanıtlayamam ama mümkün...

DEMİREL İLE SON KONUŞMA

Telefonda son konuşmamız, gecenin ilerleyen saatleriydi.

Artık "askerin ihtilal yaptığını" kabullenmişti.

Evinin önündeki polis korumalar alınmıştı.

Onların yerine askerler geçmişti.

"Belki de gelip alırlar" anlamına gelen ifadeleri oldu. Üzgündü.

"Ekonomiyi toparladığını, ilk seçimde partisini tek başına iktidara getireceğini" beklerken, askerin müdahalesini içine sindiremiyordu.

Ama…

"Asker" için "tek kötü kelime" etmemeye özen gösteriyordu. Sadece kırgındı.

"Bir tane ordumuz var, bizim ordumuz" demişti. Son sözü yazının başında belirttiğim gibi "Başka ordum yok ki" olmuştu.

Ve telefon kesildi.

Bir kaç kez daha aradım ulaşamadım.

İhtilali yapanlar, liderlerin irtibatını kesmişlerdi.

DARBEYİ MİT'TEN HABER ALAN GAZETECİ EROL DALLI KİMDİR?


Gazeteci, yazar Erol Dallı 1930 yılında Ankara'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde eğitim yaptı. Gazeteciliğe Falih Rıfkı Atay ve Bedii Faik'in Dünya Gazetesi'nde başladı; son yazısını da burada 'Günlerin Getirdiği' başlığıyla yazdı. Hepsi renkli ve esprili yazılardı. Uzun yıllar, Vecdi Kızıldemir ve Kayhan Sağlamer'le Cumhuriyet'in Yazı İşleri Müdürlüğü'nü yaptı; Nezih Demirkent döneminde Hürriyet'in, Kemal Ilıcak döneminde Tercüman'ın Haber Müdürlükleri'nde bulundu. Onun dinamik haberciliği hep konuşuldu; Adnan Menderes'in sevgilisi, bir zamanların ünlü romancısı Suzan Sözen'i Teşvikiye'de Belveder Palas'taki evinde ziyaretlerini ortaya çıkartan tek gazeteciydi. Çünkü o zaman 'Beyoğlu muhabiri'ydi. Türkiye'nin ilk banka soyguncusu Necdet Elmas'ı, Çarşıkapı'da Buğday Bankası'nı soyduktan sonra arkasına düşüp nasıl takip ettiğini, 68 kuşağının sembolü haline gelen 'Hippi' hareketinin Türkiye'deki yansımasını temsil eden 'Papatya Kız' Perihan Yücel'i kamuoyuna tanıttığını, bugün kaç kişi biliyor acaba? Erol Dallı 2004 yılında İstanbul'da öldü.

ANAYASA YENİ DARBELERE ZEMİN HAZIRLADI
12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koyan darbeciler siyasi ve toplumsal hayatın üstünden buldozer gibi geçti. Tüm temel hak ve özgürlükler askıya alındı. Başbakanından muhalefet partisi liderine kadar binlerce insan cezaevlerine gönderildi.

Bu süreçte 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 50'si asıldı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.

Cezaevlerinde yüzlerce kişi işkence altında yaşamını yitirdi. Darbeciler el koydukları yönetimi yaklaşık 3 yıllık sürenin sonunda 6 Kasım 1983 seçimleri ile sivillere bıraktı.

Ancak 1982 Anayasası sayesinde sivil siyasetin hep ensesinde olup nefes almasına izin vermedi. Anayasaya yerleştirilen maddeler ile asker, yargı, bürokrasi vesayeti kurulurken sona erdiği söylenen darbe dönemi yıllarca devam etti.

Anayasa, yeni darbelere de zemin hazırladı. Türk demokrasisi, 28 Şubat postmodern darbesi ile ağır yara aldı. 15 Temmuz hain darbe girişimini ise Cumhurbaşkanı ile omuz omuza veren ve ölümü göze alan millet savuşturdu. AK Parti'nin ilk yılları da dahil olmak üzere asker ve yargı sürekli sivil yönetimin önünü kesti.

SİYASİ LİDERLERE YASAK
12 Eylül darbecileri ve cunta ile birlikte hareket eden tüm bürokratlar, anayasanın geçici 15'inci maddesi ile koruma altına alındı. Türkiye bu yüz karası durumdan 30 yıl sonra 2010 referandumu ile kurtulabildi. 12 Eylül darbecilerini mahkeme karşısına çıkartabildi. Kendini koruma altına alan darbe yönetimi anayasa ile siyasetçi ve vatandaşa karşı baskıcı bir sistem kurdu. Temel hak ve özgürlükler anayasada uzun uzun tarif edildi. Maddelerin sonundaki "ama" ile başlayan cümlelerle bu hakların hepsi geri alındı. Eski başbakanlar merhum Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, muhalefet partisi liderleri merhum Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş başta olmak üzere birçok siyasi aktör yasaklıydı. Siyasi yasakların kalkması bile yıllar sonra referandum ile mümkün oldu.

19 PAKETLE 184 DEĞİŞİKLİK
Türkiye'ye adeta deli gömleği giydiren, darbelere altyapı oluşturan 1982 Anayasası'nın kısmen değiştirilmesine yönelik, geçen 41 yıllık süre içinde 19 paket kabul edildi, kısmen 184 değişiklik yapıldı. En köklü değişiklikler 2000'li yıllardan sonra gündeme geldi. Özellikle AK Parti iktidarları döneminde çok önemli değişiklikler yapılsa da Türkiye bir türlü darbe anayasasından kurtulamadı. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçerek tarihi bir adım atmış olsa da yeni ve sivil anayasaya olan acil ihtiyaç hâlâ devam ediyor.

VESAYET KURUMLARI
Zübeyde Yalçın'ın haberine göre; 1982 Anayasası özgürlükçü bir ruh yerine "yasakçı, otoriter, çoğulcu demokrasiye dayanmayan, vesayetçi, devlet otoritesini artıran, özgürlükleri sınırlayan bir ruh taşıyordu. 1987'den bu yana yapılan tüm değişikliklerin hemen hemen hepsi özgürlükler ile ilgili olmasına karşın istenen sonuç tam manasıyla elde edilemedi. Anayasanın en önemli amacını, "siyasetin alanının daraltılması ve ülkeyi seçilmişler değil vesayet kurumlarının yönetmesi" oluşturuyordu. Bunun için Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, DGM'ler, YÖK anayasal vesayet kurumları olarak biçimlendirildi. MGK, iktidar ve Meclis üzerinde bir güç oluşturdu. MGK zaman içinde gittikçe güçlenerek önemli kararlardaki tek adres haline geldi. 28 Şubat postmodern darbesi bu kurum eliyle hayata geçirildi. Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, halkın seçtiği siyasilerin yerine geçerek karar veren organlar haline dönüştü. YÖK ile üniversiteler, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın eski yapısıyla da inanç özgürlüğü ve camiler üzerinde vesayet kurulmak istendi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi değişiklikleriyle bu sancılı dönem tarihe karıştı.

TAKVİM UYGULAMASINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYIN