Ankara'da hakimler var ama...

Nevzat Tandoğan'ı ölüme götüren olay, bir doktorun cinayetiydi. Ankara eski valisi, bu cinayetin neresindeydi ve o olayı neden örtbas etmek istemişti?

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 28 Mayıs 2013 Güncelleme 28 Mayıs 2013, 00:27
Ankara’da hakimler var ama...

İÇİNDEKİLER

Büyük Friedrich yani 46 yıl tahtta kalan Prusya Kralı II. Friedrich, yeni yaptırdığı sarayın yakınındaki bir değirmenden rahatsız olur ve değirmeni yıkmak için satın almak ister. Değirmenci satmak istemeyince ona, "Ben kralım, istersem alırım" der. Değirmenci de "Siz kralsınız ama Berlin'de de hakimler var" diye cevap verir. İşte o yoksul değirmenci gibilerinin güvendiği hakimlerden birisi de Ankara'daydı ve içselleştirdiği adalet duygusuyla Dr. Neşet Naci Arzan cinayetinde kurulan bütün planı bozmuştu. İsmi Fahrettin Karaoğlan'dı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'ydı. "Bir hakim olarak bana en büyük ızdırabı veren hadise Nazım Hikmet'in hiçbir delile ve kanun hükmüne dayanmadan 28 yıl hapse mahkum edilmesidir. Adalet tarihimizi bu büyük günahtan kurtarmak en büyük emelimdir ama ne yazık ki gücüm buna yetmiyor" demişti. 16 Haziran 1946 günü, yani Yargıtay'daki itirazından yaklaşık 6 ay sonra arabasında kuşkulu bir biçimde ölü bulundu ama o adalete büyük bir hizmet yapmıştı bile... Cinayetten iki ay sonra 18 Kasım 1945'te mahkeme kararını açıkladı: Reşit Mercan'ın 20 yıl ağır hapis cezasına, ömür boyu kamu haklarından yasaklanmasına ve medeni hakları için de kendisine vasi tayin edilmesine... Ya Haşmet Orbay? 1 sene hapsine ve 10 lira hafif para cezasına çarptırıldı. Vicdanlar yaralanmıştı ama Fahrettin Karaoğlan bu yaraya itiraz etti ve kararı Yargıtay'da bozdurdu. Üstüne üstlük "Ankara'da adil yargılama yapılamaz" deyince dava sil baştan Bolu'ya taşınmıştı. Cinayetin soruşturması ve yargılaması tam bir skandallar zinciridir. Hukuk tanımazlığın ötesinde, adaleti yanıltmak için yapılmadık kalmamıştır. Bunlardan bazı çarpıcı örnekler verelim. Reşid Mercan, bir arkadaşıyla birlikte karakola gidip teslim olması sonrası mahkemeye çıkarılmadan önce polis ve savcı tarafından gizlice Nevzat Tandoğan'la görüştürülür.

REŞİD'İ SIKIŞTIRIYOR
Vali ve Belediye Başkanı olan birisi cinayet şüphelisiyle neden görüşür ve ne konuşur? Bu görüşmede neler konuşulduğunu Ankara'daki mahkemede "Söyleyemem" diyen Mercan, Bolu'daki duruşmalarda korkudan biraz sıyrılınca şöyle anlatır: - Söyle oğlum nasıl oldu bu iş? - Nasıl olacak, siz hepsini biliyorsunuz. - Ne münasebet, neyi bileceğim ben? - Sizin hepsini bildiğinizi söylediler bana. Doktoru öldüren Haşmet'tir. Ben onu ve ailesini kurtarmak için suçu üzerime alacağım. Siz de beni kurtaracakmışsınız. - Ne biçim laflar bunlar, ne demek Haşmet öldürdü. Sen öldürdün işte. Böyle lafları bir daha duyarsam öldürürüm seni! - Efendim, tanınmış ailenin oğlu olan arkadaşımı kurtarmak için ben kendimi ateşe atıyorum. Siz de beni kurtaracakmışsınız. Aksi takdirde vazgeçerim bu işten. - Poliste ifade vermişsin, artık cayamazsın bir kere. Seni kurtaracağız ama bir daha Haşmet'in ismini ağzına alırsan öldürürüz seni. Şu anda buradan atarım seni, kaçmaya çalışırken de vuruldu diye zabıt tuttururum. Uğur Mumcu'nun "40'ların Cadı Kazanı" kitabındaki iddiasına göre de Nevzat Tandoğan'ın oğlu Haldun, Reşid ve Haşmet'in yakın arkadaşıdır. Ancak bu mesele çok daha derindi anlaşılan. Çünkü Haşmet Orbay, Mumcu'nun da, meseleyi kitaplaştıran İhsan Tombuş'un da dikkat çektiği, 1986'da kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyecekti: "Daha evvel Erzurum'da pederim Kâzım Orbay 3. Ordu müfettişiyken, ben Milli İstihbarat Teşkilatı'nda vazifeliydim. Sonra Ankara'ya gelince, bu vazifeme devam ettim. Aynı zamanda vilayet hususi kâtibiydim." Tandoğan'ın özel sekreteri olan Haşmet Orbay'la çok yakın olduğu anlaşılıyor. Haşmet Orbay'ın iddiası daha da ileri, gizli görevi esnasında kendisine talimat verenlerden birisinin de Nevzad Tandoğan olduğunu söylüyor.

DOKTOR ÖLDÜRÜLECEĞİNİ BİLİYORDU
Dr. Neşet Naci'nin arkadaşı ve Alman Hastanesi'nde çalışan bir Alman hekim, Neşet'in öldürüleceğini bildiğini, bunu kendisine Fransızca olarak "Ben bittim, öldüm" diye söylediği şeklinde bir ifade verdi. Cinayet anında muayenehanede bulunan tanık Celadet Conk ise gerçeği anlatırsa, kendisinin ve ailesinin hiçbir can güvenliği kalmayacağını iddia etmişti. Reşid Mercan da sürekli cezaevinde öldürülebileceğini, kendisinin korunmasını istiyordu.

PATLAMAYAN MERMİ
Cinayet yerine ilk koşan Fahri Ecevit'in ve akabinde gelen aynı binada muayenehanesi bulunan, üstelik de Adli Tıp Profesörü olan, yani uzman bir tanık da patlamamış bir mermi olduğunu söylediler. Hatta mermiyi yerden alan polisle, delile ellememesi konusunda tartıştıklarını anlattılar. Reşid'in karakola teslim ettiği silah 7 mermi alabiliyordu. Sıkılan ve patlayan 7 merminin de boş kovanı bulunmuştu. Üzerinde tetik izi olan ama patlamayan mermiyi isteyen mahkeme heyeti, polis ve savcılıktan öyle bir mermi olmadığı cevabını aldı. Oysa o mermi bulunsaydı belki de cinayet silahı kabul edilen silahtan çıkmadığı anlaşılacaktı. O zaman muhtemelen 7'den fazla büyük ihtimalle de 8 mermi alabilen bir başka silahla cinayetin işlendiği ortaya çıkacaktı. Neşet Naci'yi vuran kurşunlarla, Reşid'in teslim ettiği tabancının uyuşup uyuşmadığı ise hiç kontrol edilmedi. Haşmet Orbay, neden gidip el altından silah alıyordu? Her zaman kendisini desteklemiş, para göndermiş dayısı Nuri Killigil'in Sütlüce'de bir silah fabrikası vardı zaten. Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Killigil de bu fabrikada 1949'da meydana gelen esrarengiz ve büyük bir patlamada ölmüştü. Dr. Neşet'in üzerinde Reşid yazılı reçetesinin tarihi Şubat 1945'ti. Cinayetten 9 ay öncesine ait reçeteyi olay yerine ilk gelen hekimler görmüştü. Oysa mahkemeye teslim edilen reçetenin tarihi cinayet günü olarak görünüyordu.

ŞAPKA KiME AiT?
Katilin vestiyere astığı ve kaçarken bıraktığı şapka için Haşmet Orbay, "Benim ama giymesi için Reşid'e vermiştim" deyince Reşid "Yalan, ben şapka takmam zaten" diye itiraz etti. Bunun üzerine mahkemede şapka Reşit'in kafasına giydirildi. Şapka o kadar büyüktü ki, Reşid'in kulaklarına kadar düşünce salondakiler kendilerini tutamayarak güldüler. Fakat şapka Haşmet'e giydirilmedi. Üzerindeki pardösüyü çıkarmadan cinayet işleyen katil, askıya şapka asıyor ve çıkarken de almıyordu. Böylece onu gören tanıklar, saç rengini ve sıklığını da tarif ediyorlardı. Tanıklara göre katil açık renk saçlı ve boyu 1.70'in üzerindeydi. Reşid'in boyu 1.70, Haşmet'in daha kısaydı. Reşid'in saç rengi hiç uymuyordu. Apartmanın alt katındaki fotoğrafçı Haşmet'i tanıyordu ve kaçan kişinin o olduğunu söylüyordu. Katille birlikte asansörle çıkan bir tanık ise gördüğü kişinin ne Haşmet ne de Reşit olduğunu söyleyecekti.

KİM BU MUZAFFER?
Haşmet'in evinde verdiği partilerin baş davetlilerinden, Reşid'in de tanıdığı Muzaffer diye birisinden bahsediliyordu. Bazen subay, bazen de askeri memur olduğunu söyleyen garip bir tipti. Reşid'i aramaya giden ekibin içinde o da vardı. Reşid karakola geldiğinde de oradaydı. Haşmet, "Tanırım, çok adi birisidir" derken, Reşid ise mahkeme huzurunda, "Katil Haşmet değilse eğer Muzaffer'dir" diyecekti...

ESRARENGİZ BİR OTOBÜS MÜDÜRÜ
Nevzat Tandoğan'ın garip intiharı esnasında evde olan ama baştan nedense ismi söylenmeyen bir kişi vardı: Otobüs Müdürü Hüsnü Yeğiner. Tandoğan'a çok yakın hatta sırdaşı olduğu söyleniyor. Neşet Naci Bey'in öldürülmesi sonrası muayenehanesine polislerle birlikte gelen, ama hangi sıfatla ve yetkiyle orada olduğu bilinmeyen Hüsnü Bey, 1961'de vefat etmiş. Bulabildiğim kadarıyla, daha önce İnhisarlar'da yani Tekel'de müdürlük yapmıştır.