Ranzasına gider, saatlerce onun anlattıklarını dinlerdi. Ünlü kabadayı, çocukluğunda alamadığı eğitimi cezaevinde alıyor gibiydi. Yanındakiler sık sık onun, "Ey yüce Allah'ım şu yaptığını beğeniyor musun? Oğlan pezevenkleri dışarıda, memleketin filozofu İlhan Selçuk içerde" dediğini duyarlardı.
Dündar'ın bu 'eğitimi' ilerde, onun evine gidenleri şaşırtacak kadar görkemli bir kütüphane kurmasına neden olacaktı. Başucu kitapları arasında, Şevket Süreyya Aydemir'in 'Tek Adam'ından Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza'sına, Emre Kongar'ın 'Türkiye'nin Toplumsal Yapısı'ndan Vedat Türkali'nin 'Bir Gün Tek Başına' sına kadar pek çok eser yer alıyordu.12 Mart dönemindeki hapishane günlerinde, onu çok etkileyen isimlerden biri de cunta liderliği ile suçlanan emekli general Cemal Madanoğlu olmuştu. Bir gün Madanoğlu Paşa'nın üzerindeki oldukça yıpranmış paltoyu görünce, "Ağabey palton eski galiba" diye sormuş ve şu yanıtı almıştı; "15 yıl önce bir gezi sırasında İngiltere'den almıştım!" Dündar'a çok koymuşu bu cümle. Yıllar sonra, o an aklından geçenleri şöyle anlatacaktı, "Kendisi bir ihtilalin, 27 Mayıs'ın liderliğini yapmış, memleketin kaderine yön vermiş, devletin milyonlarını elinin altında bulundurmuştu. Ama eskiyen paltosunu bile değiştirememişti."
Ama yine de bir kabadayıydı Dündar... Bir başka alemin insanıydı. Bir gün avluda volta atarlarken İlhan Selçuk'a, "Düzen kahpe, biz kabadayıyız be abi" demişti. Selçuk ise onu bir iş kurup bu hayattan elini ayağını çekmesi için ikna etmeye çalışıyordu.
AÇILIŞA DAVET ETTİ
Aradan dört yıl geçmiş, hapishane günlerinin altından çok sular akıp gitmişti. 1974 yılının Mayıs ayında, Cağaloğlu'nda, Cumhuriyet gazetesinin ahşap tarihi binasının üçüncü katında çalan telefonu kaldıran, İlhan Selçuk' tan başkası değildi.
Karşı taraftan gelen eski hapishane arkadaşının sesini hemen tanımıştı. "İlhan abi, seni dinledim iş adamı oldum" diyordu Dündar Kılıç gururla. Onu ve gazetenin yazı işleri müdürü Oktay Kurtböke'yi Cem Reklam'ın açılışına davet ediyordu. Selçuk ve Kurtböke, Şişli meydanındaki apartmanın ikinci katındaki lüks döşenmiş daireye girdikleri zaman alışılmamış bir kalabalıkla karşılaşmışlardı.
ARKIN'I KİM KURŞUNLATTI?
Aslında Dündar, üç yıl önce, ağabeyi Yahya Kılıç'ın yönetiminde, Cem Film adlı bir şirket kurarak Yeşilçam'a adımını atmıştı. Ama nedense bunu bir iş olarak görmüyordu. Cem Film o dönem sinemaya fırtına gibi girmiş, Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray Fatma Girik, Ferdi Tayfur, Kemal Sunal gibi pek çok ünlü oyuncuyu kendine bağlamıştı. "Başka star kaldı mı diyecekseniz?" haklısınız. Ama Cem Film, bu oyunculara piyasadan aldıklarından çok daha fazla para öneriyordu. Bu tatlı anlaşmanın, bir de dikenli tarafı vardı doğal olarak. Anlaşmaya uymayanlar için çeşitli cezalar gündeme gelebiliyordu.
Örneğin Cem Film ile yapacağı bir yapım yerine başka bir firma ile çekimlere başlayan Cüneyt Arkın'ın bacağından kurşunlanmasının esrarı (!) hala çözülememiştir. Biz dönelim o Mayıs günü Şişli'deki apartmanın ikinci katındaki daireye. Duvar boyu aynalar, kadife koltuklar, ceviz kaplama mobilyalar, sürekli boşalan viski şişeleri, çiçek sepetleri arasında yapılan bu kutlamanın ilginç bir konuk listesi vardı; Fikret Hakan, Tanju Korel, İlhan Selçuk, Kürt İdris, Oflu İsmail'in yanısıra MİT'ten emekli Albay Faik Kelican ve yine eski bir MİT'ci Şemsi Ülengin... Üstelik Mehmet Eymür ve ekibinin MİT'ten ayrılmasına neden olan Ülengün, şimdi Cem Reklam'ın müdürlüğünü yapıyordu. Bu ilişki, ileriki bölümlerde okuyacağınız gibi, Mehmet Eymür'ün Dündar Kılıç'a savaş açmasına neden olacaktı.
"DEVLET KORUMAZSA BİZ KORURUZ"
Bir köşede iki eski MİT elemanı hararetli bir konuya dalmışlardı. Diyarbakır'da görev yapan Albay Faik Kelican, emekli meslektaşı Semşi Ülengin'e şöyle dert yanıyordu; "Anarşistler peşimde Şemsi'ciğim, evime bile gidemiyorum. Onları atlatabilmek için 20 günde 18 il gezdim." İşte o anda Dündar Kılıç'ın silahını çekip masaya koyması bir oldu. "Seni devlet koruyamazsa biz koruruz ağabeyciğim... Vallahi bu iş için bir tabancamız var" diyordu. Sonrasını yine ondan dinleyelim; "Beni hep devlet düşmanı olarak gösterdiler. Oysa ben devlet yetkililerine her zaman hürmet gösterdim. Cem Reklam'da Faik beyle konuştuğumuz günlerde ben Hilton'un kumarhanesini işletiyordum. Faik bey durumu anlatınca hemen otelde kendisine bir oda ayırttım ve üç sene orada ağırladım. Kapısında bekledik, silahlı biri gelip vurmasın diye."
HİLTON'A GÖRKEMLİ DÖNÜŞ
Köprülerin alından çok sular aktı demiştik ya... Dündar Kılıç'ın iş hayatında gerçekten büyük bir gelişme olmuştu. Cem Film ve Cem Reklam'dan başka bu arada bir de Cem Madencilik adlı bir kömür işletmesinin sahibiydi artık. Bu arada en şaşırtıcı ve çarpıcı olan ise Dündar'ın Hilton otelini hemen hemen 'ele geçirmiş' olmasıydı. Gerçekten de, yıllar önce kapısından kovulduğu, tabancasını çekip bütün personeli sıraya dizdiği Hilton Oteli'nde kalıyordu Dündar.
Kral dairesini de istediği gibi kullanıyordu. Bunlar yetmemiş gibi otelin kumarhanesine de ortak olmuştu. 1990 yılında Playboy dergisine verdiği bir röportajda şunları söyleyecekti; "Hilton'un kumarhanesini bile aldım. Oradan hisseme düşen paradan yüzde yirmisini bir kenara koysaydım, şimdi en büyük zenginler arasındaydım. Ama etrafımızdaki insanlar aç ve sefilken o parayı kasamıza koyamazdık." Nasıl çocukken kendisini dövüp, ekmekleri elinden alan Boksör Ercü'yü yedi yıl sonra bulup bıçaklamışsa, kapısından kovulduğu Hilton Oteli'ni de yıllar sonra 'istila edip' intikamını almıştı. "İntikam soğuk yenen bir yemektir" demiştik ama Dündar için intikam, üstüne üstlük Alfred Hitchcock'şu söylediği gibi, hem tatlıydı, hem de şişmanlatmıyordu.