TANZİMAT Fermanı’nın ilanından iki yıl sonra İstanbul’daki Avusturya Hastanesi’nin tenha koridorları, kafasına sırık düştüğü için ölmüş talihsiz bir gayrimüslimin kesilip biçilen kadavrasından çıkan seslerle yankılanıyordu. Tarihte Türk toprakları üzerinde yapılan ilk otopsiydi bu. Ne var ki tıpkı masadaki ölü gibi otopsiyi yapan da Türk değildi. Doktor, o güne dek -çoğu öldürülmüş kimselere ait- sayısız ceset açıp incelemişti. Otopsi, onun için karanlık odada film yıkamak gibi bir şeydi.
TANZİMAT Fermanı’nın ilanından iki yıl sonra İstanbul’daki Avusturya Hastanesi’nin tenha koridorları, kafasına sırık düştüğü için ölmüş talihsiz bir gayrimüslimin kesilip biçilen kadavrasından çıkan seslerle yankılanıyordu. Tarihte Türk toprakları üzerinde yapılan ilk otopsiydi bu. Ne var ki tıpkı masadaki ölü gibi otopsiyi yapan da Türk değildi. Doktor, o güne dek -çoğu öldürülmüş kimselere ait- sayısız ceset açıp incelemişti. Otopsi, onun için karanlık odada film yıkamak gibi bir şeydi.
Bu sayede ölmeden önce gözleriyle katilinin fotoğrafını çeken maktullerin, bedenlerinin ücra köşelerine sakladıkları fotoğrafı bulur ve adli makamlara şu basit, ama önemli sorunun yanıtını vermiş olurdu: “Katil kim?” Aslında insanoğlu, dinsel kaynaklara göre Kabil’in Habil’i öldürdüğü zamandan beri sorulan bu sorunun yanıtını bulmak için yaklaşık 4 bin yıldır, antik Mısır’dan beri adli tıbbın alanına giren araştırmalar yapmaktaydı. İmhotep adlı doktor, dünyadaki ilk adli hekim kabul edilmekteydi. Ancak ilk bilimsel adli tıp raporunun hazırlanması Roma döneminde, İmparator Julius Sezar’ın 23 bıçak darbesiyle öldürülmesinden sonra gerçekleşti.
OSMANLI’NIN ADLİ DEVRİMCİSİ: II. MAHMUT
Türklerin böyle bir rapor hazırlaması için aradan yaklaşık bin 900 sene geçmesi gerekecekti. 1841 yılında, Osmanlı’nın askeri alandan başlayarak gerilediği ve bilimden siyasete, sanattan adalete, istihbarattan tıbba pek çok alanda batılılaşmanın etkilerinin hissedildiği dönemde elinde neşterle otopsi yapan kişinin adı Bernard idi. ‘Muallim Bernard’ namıyla bilinen bu kişi Avusturyalıydı. 150 yıl önce Viyana’yı kuşatmış ve gerisin geri dönmüş bir devlet için ironik ve acıklı bir tecelliydi bu. Ama aynı zamanda o güne dek adalet ve tıp kelimelerinin yan yana kullanılmadığı ve değil cenaze kesip biçmenin, morgda ölü bekletmenin bile makbul sayılmadığı bir ülke için ansızın gelen bir ölüm gibi sessiz, ama sarsıcı bir devrimdi.