Orucu diyete değil diyeti oruca çevirmek

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 20 Haziran 2017 Güncelleme 20 Haziran 2017, 01:23
Orucu diyete değil diyeti oruca çevirmek

İÇİNDEKİLER

Ramazan'da oruç üzerindeki konuşmalar arasında en rahatsız edici olanı meselenin diyetle irtibatının kurulduğu konuşmalardır. Hz. Peygamber 'Oruç tutun sağlık bulun' buyurdu gerçi; yine de oruç ile sağlık ve beden bakımı arasında güçlü irtibat kurulduğunda ciddi bir sorun ortaya çıkar. Bir ibadeti beden sağlığının aracı haline getirmek izan ve insafla bağdaşır mı? Diyet konuşmaları zenginleşen toplumların tipik özelliği haline gelmiştir. 'Zenginlerin mideden çektikleri fukaranın açlığının intikamıdır' atasözü gerçekleşmiş gibidir çağdaş toplumlarda: zenginler yediklerinden daha çoğunu yemeiçmenin yan ürünlerini telafi etmek üzere harcıyor. Yeryüzündeki açları birkaç kez doyurabilecek müsrif sofralarda tıka-basa yiyenler, aşırı beslenme sorunlarını çözmek üzere ağır bedeller ödemek zorundadır. Günümüzün en muteber meslekleri arasında diyet uzmanlığının yer alması trajikomiktir. Bu uzmanların konuşmalarında akla ziyan tavsiyeler, beslenmenin hemen her noktasıyla ilgili ayrıntılı konuşmalar eğitimli bir toplumun çelişkilerini anlamak bakımından kayda değerdir. Kaygı artan insanlarda eğitimin nasıl işlevsizleşebileceğini görebileceğimiz en iyi örneklerden biri diyet üzerindeki konuşmalardır. Diyet uzmanları takipçilerini 'gassal elinde meyyit (yıkayıcı elindeki ölü)' haline getiren kadim şeyhlerden rol çalmışa benziyor. Bu uzmanların konuşmaları sayesinde oruç öteki ibadetlere göre modern insana daha makul bir ibadet geliyor. Hocalar orucu anlatırken ikna sorunu yaşamıyor. Çünkü insanlar beden sağlığı üzerinden daha ağır bir 'seküler' orucu inşa etmiş durumdadırlar. Müslüman Aklıyla Diyet Kuralları! Oruç ve diyet ilişkisi üzerinde düşünerek orucu diyete çevirmek yerine, diyeti oruca dönüştüren derin bir aklı yönelmek gerekir. Bu hususta İslam'ın meseleye nasıl baktığıyla ilgili birkaç hususu hatırlamak gerekir: Bir Müslümanın bilir ki: 1. Bir gün mutlaka öleceğiz! Ecelimiz geldiyse engellenmesi mümkün değildir. Bazı ayetlerde ve hadislerde ömrün uzamasından söz edilir. Ömrü uzatan işler ahlaki davranışlardır. 'Sadaka vermek ömrü uzatır' denilir: Bilginler bu hususta iki görüş beyan etmiştir: Birincisi ömrün niceliksel olarak değil, nitelik olarak uzamasıdır. İkincisi ise ömür şarta bağlı bir şekilde uzayabilir. Fakat ömrü uzasın isteyen insan, bunun yolunu diyetlerde değil, hayırları çoğaltmada aramalıdır. İnsanı tüketen şey hırslarıdır. Ahlaklı olmak ömrü uzatır; yaşamayı da hak eder ahlaklı insan! Sadaka vermek, merhametli olmak, ilim öğrenmek-öğretmek vb. Ama her halükarda ölüm gelecektir. 2. Müslümanların sofralarındaki kurucu unsur helal kazançtır. Helal kazanç değilse bir şeyin az veya çok yenmesinin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Bir malın helalden kazanılabilmesi için mutlaka dince belirlenmiş meşru yollarla kazanılması gerekir. Helalden kazanılmış para -zekat verme miktarına ulaşmışsa-, zekat ve sadakalar ile temizlenmelidir. Helalden kazanılmış para henüz temiz değildir; onun zekatla temizlenerek helal hale getirilmesi gerekir. Para üzerinde başka haklar varsa onların da ödenmesi gerekir. İşçinin hakkının ödenmesiyle ilgili Hz. Peygamber 'Alın teri kurumadan ödenmelidir' der. Üzerinde işçi hakkı kalmış veya zekatı verilmemiş kazançlarla yapılan diyetlerin bedene ne kazandıracağı bilinmez, lakin ruhu kirleteceği kesindir. 3. Üçüncü ilke az yemek ilkesidir. Bütün hadislerde bu husus böyle beyan edilir. İnsanın kazancını kendi istediği şekilde kullanma hakkı hukukta olabilir ama dinde olamaz. Hz. Peygamber 'İnsanın doldurduğu kapların en kötüsü midesidir' dedi. Hem öğünler az olmalıdır, hem de yemek miktarı az olmalıdır. Yemek adabı kitaplarında bu husus böyle beyan edilir. 4. İslam ahlakında yemeğin misafirle birlikte olması ısrarla tavsiye edilir. Bu meyanda en büyük örnek Hz. İbrahim'dir. Peygamberler misafirsiz yemek yemezlerdi. Misafir sofranın bereketi sayılır: beslenmenin maksadı olan Allah'ı zikretmek ve O'na şükretmek misafirli sofrada daha mümkündür. 5. Her şeyden önemlisi beslenmenin bir gayesi olmalıdır. İnsan zihni gayesizliği kabul etmez. Yaşamakla ilgili bir fikri ve gayesi olmalıdır insanın. Bir fikrimiz yoksa yiyerek-içerek günü gün ederek var olma sorumluluğundan köşe bucak kaçmak zorunda kalırız. İnsanların sürekli yemelerinin nedeni gayesizlikten duydukları korku ve kaygılardır. İnsanı zihnen ve bedenen yaşatacak olan şey, anlamdır. Gayeli bir hayat sürdürmek ve beslenmeyi o gayenin aracı yapmaktan daha kıymetli ne olabilir? Meseleyi doğru teşhis etmek istiyorsak aşırı beslenme ve buna bağlı sorunlar, basit bir sindirim sistemi sorunu olarak değil, derin bir zihin krizi ve ahlak sorunu kabul edilmelidir.

BİR HİKAYE: İLK KATİL OLAYI
Kabil kardeşi Habil'i kıskançlık nedeniyle öldürmüş, yeryüzünde ilk kanın dökülmesine sebep olmuştu. Daha sonra Kabil kardeşini öldürmenin ayıbını içinde taşımış, vicdan azabı çekmişti. Fakat Allah onun çektiği vicdan azabını tövbe saymamıştı. Bazı rivayetlerde uzun süre kardeşinin cesedini sırtında taşıdığı ve onu ne yapacağını bilemediği anlatılır. En sonunda Allah ölü bir kargayı toprağa gömen bir karga ile kendisine ne yapacağını göstermiş, o da bir yandan 'karga kadar bilemedim' diye kendini suçlarken öte yandan kardeşini defnetmişti. Bu hadise insanlık tarihinin en önemli hadiselerindendir. Çünkü yeryüzünde ilk kez kıskançlık kardeş kanının dökülmesine yol açarak cinayet ortaya çıkartmıştı. Bundan sonra da kardeşler kıskançlıklar sebebiyle birbirlerini katletmişti. Habil ve Kabil olayının üç neticesi vardı: Birincisi kavgaların sebebi kıskançlık, payına razı olmamak ve daha çoğunu istemek arzusuydu. Hırs bütün fitnelerin başı iken kanaat büyük zenginliktir. İkinci mesele, ilk kan dökmenin vebalinin Kabil'in üzerinde kalmasıydı. Hz. Peygamber 'Her katilden Kabil'in payına günah yazılır' demiştir. İyi işlere sebep olanlar onu yapanların sevabına ortak iken kötülük adeti başlatanlar da ondan payını alır. Üçüncüsü ise tövbenin anlamıdır: Vicdan azabı çekmek tövbe etmek değildir.

BİR AYET
'Ey iman edenler! Allah'ın ve resulünün önüne geçmeyin. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah işitir, bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın. Birbirinize bağırır tarzda konuştuğunuz gibi onunla konuşmayın.' (Hucurat, 1-2).
Bu ayet-i kerimeler müminlerin Allah ve peygambere karşı adabını belirleyen iki ayettir. Ayette belirtilen hususlar daha sonra müslümanların edep anlayışının çerçevesini çizerek ahlakı hayatlarına yön vermişti. Edep insanın hukuk kapsamına girmeyen bireysel ve toplumsal davranışlarında yazılı olmayan kuralları anlatır. Her şeyin bir adabı vardır. Müslümanlar 'Edeb ya Hu' derken en önemli işin edep olduğunu beyan etmişler demektir. Edebin esası Allah'a ve peygamberine karşı edeptir. Allah'a ve peygamberine karşı edepte kusur varsa, sonra gelenlere edepli olmak insanı edepli kılmaz. Allah'a ve peygamberine edep ise vahye ve sünnete karşı edepli olmak demektir. Vahye karşı edep onu aklın önünde görmektir. Vahiy bir söz söylemişse, artık müminlere onu anlamaya çalışmanın ötesinde iş düşmez. Gerçek edep budur: vahyi ve sünneti aklın önüne almak, onlara karşı söz söylememek edep demektir.

BİR HADİS
Adamın biri Hz. Peygamber'den tavsiye istedi. Hz. Peygamber ona şöyle dedi: 'Öfkelenme.' Bunu ise üç kere tekrar etti.'
Hz. Peygamber'in kişilere özel tavsiyeleri hadisler arasında önemli yer tutar. Gelen insanın durumuna göre bazen namazı tavsiye eder, bazen anne babaya karşı iyilik yapmayı, bazen başka bir hayrı tavsiye eder. Bu sahabeye ise öfkelenmemesini tavsiye etmiş, bunu üç kere tekrarlamıştı. Demek ki öfkelenmek o sahabenin günaha girmesinin sebebiydi. Öfke insanın aklını ortadan kaldırır ve duyguların etkisi altına girmesini sağlar. Halbuki din insanın kendisini kontrol etmesini isteyerek onun ilahi iradeye göre yaşamasını ister. Öfkenin yol açtığı sorunlar günlük hayatta gözlenir. Öfke kontrolü çağımızda mühim bir olgu haline gelmiştir. Hz. Peygamber pek çok hadisinde bunu beyan ederek insanlara sakin davranmayı, öfkelendiklerinde susmayı, emretmiştir. Öfke kontrolü için önerilen hususlar arasında bulunulan durumun değiştirilmesi başta gelir: ayakta ise oturmak, otururken uzanmak veya abdest almak veya dışarı çıkmak, kısaca başka bir davranışla ortamı değiştirmek tavsiye edilir. Ama her halükarda öfke kontrol edilmelidir. Çünkü öfke genellikle en büyük günah olan kibrin delilidir.

SORU CEVAP
Tövbe ile vicdan azabı çekmek arasında nasıl bir ilişki vardır? Vicdan azabı tövbe sayılır mı?
Tövbe, dince yapılan bir hata ve günahtan dolayı Allah'ın belirlediği şekilde pişmanlık duymak demektir. Bu pişmanlığı Allah'ın emrine uyarak hayırlar işlemek takip eder. Pişmanlığın maksadı Allah'ın rızasını yitirme korkusudur. Bu nedenle günahlardan pişmanlık tövbenin ilk meselesidir. İnsanın günahı, kendine yakıştıramamaktan kaynaklanan üzüntü tövbe için yeterli değildir. Günahta pişmanlık, Allah'a karşı olan pişmanlık ve utanmadır. Kabil, kardeşi Habil'i öldürdüğünde uzun süre vicdan azabı yaşamış, fakat bu pişmanlık fayda vermemişti. Çünkü tövbe etmemiş, vicdan azabı çekmişti. Tövbenin tövbe olabilmesi için O'nun rızasını kazanmak arzusu olmalıdır.

E. Demirli danışmanlığında hazırlanmıştır