Davutoğlu‘ndan paralel yapıya çarpıcı benzetme

Başbakan Davutoğlu: "Otoriter bir Türkiye'ye doğru bir eğilim yok. Polisler ve savcılar bu paralel yapıya mensup. Paralel, Opus Dei gibi kendi ağlarını oluşturduklarI demek. Bu ağlar sayesinde hukuk devleti ve diğer süreçlerden kaçarak kurtuldular ve kendi düzenini kurdular"

Giriş Tarihi: Güncelleme Tarihi:
Davutoğlu‘ndan paralel yapıya çarpıcı benzetme
Başbakan Ahmet Davutoğlu, IŞİD ile Almanya'daki İslam ve göçmen karşıtı "Batı'nın İslamlaşmasına karşı Avrupalılar" (PEDIGA) hareketinin aynı Orta Çağ mantalitesine sahip olduğunu söyledi.

Davutoğlu, Almanya'nın önde gelen "Frankfurter Allgemeine Zeitung" gazetesine verdiği röportajda Almanya'da ortaya çıkan PEGIDA hareketini değerlendirdi.

'ALMANYA ORTA ÇAĞ MENTALİTESİNE SAHİP'

Türklerin Almanya'ya göçünün bir başarı hikayesi olduğunu ifade eden Başbakan Davutoğlu, "Entegrasyonu ileriye götürmek istiyorsak bu başarı hikayesine konsantre olmamız lazım. Önce olumsuz yönlerini görüyoruz. Kaç Türk saldırılar düzenledi veya suç işledi? Bu çok marjinal. Yüksek engellere rağmen Alman toplumuna uyum sağlandı. Türkler, yüzyıllardan beri camiler, kiliseler ve sinagogların olduğu çok kültürlü toplumda yan yana yaşadı. Türkler gelmeden önce Almanya'da sadece tek bir Alman geleneği vardı. Önemli olan 'biz' demek ve kapsayıcı konuşmak. Şansölye Angela Merkel'in İslam'ın bu kıtaya ait olduğunu, tüm Almanların başbakanı olduğunu söylemesini takdir ediyorum. Bir kişi 'başkalarının aşırılıklarıyla' mücadele ettiğini söyler, ancak kendi aşırılığını tolere ederse ve 'diğer aşırılığı' din üzerinden tanımlarsa bu çok tehlikeli olur'' dedi.

Davutoğlu, "PEGIDA'ya yönelik korkularınız ve endişeleriniz nedir" sorusuna, ''Terör grupları, Musul'da kiliseleri yıktıklarında Musul'un sadece Müslümanlar için bir İslam kenti olduğunu iddia ettiler. Ancak bu gerçek değil. Tarih boyunca orada Hristiyanlar yaşadı. Bu, Almanya'nın sadece Hristiyanlara ait olduğu yönündeki PEGIDA'nın mantığıyla aynı. Bu Orta Çağ mantalitesi. PEGIDA'dan dolayı çok endişeliyiz. Çünkü bu insanlar, sadece Hristiyan Alman toplumunu istiyorlar. Bu sadece Türkler ve Müslümanlar için bir tehdit değil, Almanya'nın kendisi için de bir tehdit'' yanıtını verdi.

Almanya'da 1929'daki ekonomik krizden sonra yaşanan başarısızlıklarda suçun başkalarında arandığını belirten Davutoğlu, "Bu DEAŞ ile aynı zihniyet. Modern öncesi isim DEAŞ olabilir, modern isim ise PEGIDA'dır" dedi.

"Türkiye, yıllardır batıdaki İslamofobiyi konu ediyor. Avrupa'daki korkuları ve endişeleri anlıyor musunuz?" şeklindeki soruya karşılık da Davutoğlu, "Evet biz anlıyoruz. Biz de aynı şekilde Avrupa'da yaşıyoruz. Paris'teki terör saldırısından bir gün önce İstanbul'da bir terör saldırısında bir polis şehit edildi. Avrupalılar olarak da aynı konuyla karşı karşıyayız. Birbirimizi anlamanın tek yolu empati yapmak. Çünkü bazıları Müslüman olmayan Avrupalıların korkularını anlamıyor, diğerleri de Avrupa'daki Müslümanların korkularını" ifadelerini kullandı.

Berlin'deki temasları kapsamında ağustos ayında kundaklanan bir camiyi ziyaret ettiğine işaret eden Başbakan Davutoğlu, "Almanya'da son iki yılda 94 camiye saldırı düzenlendi. Türkiye'de kiliselere bir saldırı yoktur. Her türlü aşırılığa karşı çıkmamız lazım. Teröristler Müslüman olduklarını iddia etse de tüm uluslar ve liderlerle teröre karşı mücadele etmeye hazır olduğumuzu göstermek için Paris'e gittim. Camiye bir saldırı yapıldığında veya Türk kimliğinden dolayı bir kimse saldırıya uğradığında biz de aynı dayanışmayı görmek istiyoruz" değerlemesinde bulundu.

NSU cinayetlerinde görüldüğü gibi artan İslamofobi ve ırkçılık konularında dayanışma gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, ''İki yıl önce NSU'ya karşı dava başladığında Almanya'ya geldim ve tüm aileleri ziyaret ettim. Polisin, bir kadının eşini öldürdüğü veya oğlunun babasını öldürdüğü yönündeki ilk savları beni çok kaygılandırmıştı. Cinayetlerin aşırı sağcı bir grup tarafından yapılıp yapılmadığı sorulmamıştı. Tüm taraflarda artan endişeler var" şeklinde konuştu.

Davutoğlu, Suriye'deki iç savaşta Türkiye'nin yanlış öncelikleri olduğu iddialarıyla ilgili bir soru üzerine, "Bu doğru değil. Uluslararası toplum 2012'de, DEAŞ ortaya çıkmadan önce Türkiye'yi dinleseydi, yeni bir atmosfer oluşturulabilirdi" dedi.

DEAŞ İLE MÜCADELE VURGUSU
Ancak uluslararası toplumun sustuğuna dikkati çeken Davutoğlu, şöyle konuştu:

''Şimdi 300 bin kişi rejim tarafından öldürüldü. DEAŞ ortaya çıktıktan sonra uluslararası toplum birden harekete geçmeye çalışıyor. Ancak stratejileri eksik. Evet, Suriye'de DEAŞ ve her türlü terörün varlığıyla mücadele etmemiz lazım. Ancak yeniden hata yapmamalıyız. DEAŞ'ı elimine edersek bölgeyi kim kontrol edecek? Başka bir radikal grup ortaya çıkacak.''

''Suriye'deki ihtilafın çözümünün Türkiye'de bulunan 1,7 milyon mültecinin geri dönme fırsatı gördüklerinde ve ülkelerine döndüklerinde başarılacağını ifade eden Davutoğlu, ''DEAŞ'ı bugün mağlup edersek Türkiye'de kalacaklar. Çünkü o zaman Suriye rejiminin saldırıya uğrayacaklar. 1,5 milyon Suriye rejiminin vahşetinden dolayı kaçtı'' dedi.

Davutoğlu, ''Bütünlük içinde bir stratejiye ihtiyacımız var. Terörle mücadele vahşi rejime karşı mücadelenin alternatifi değildir. 4 yılda 300 bin insan öldürüldü, 2 milyon kendi ülkesinde mülteci, 6 milyon sığınmacı var. BM ne yaptı? Rejimin vahşetine ve terör gruplarının acımasızlığına karşı birlikte hareket etmek tek çözüm'' değerlendirmesinde bulundu.

"Iraklı Kürtlerin kendi devleti için bir pencere açılıyor. Türkiye için bu bir tehlikeli mi?" sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, ''Türkiye için değil, ancak bölgedeki istikrar için. Sınırlar değiştirilirse daha çok savaşlar ve ülkeler arasında ihtilaflar olacak. Sınırların muhafaza edilmesi ve yeni bir hava içinde tüm halk ve dini grupların temsil edildiği güçlü ve kapsayıcı hükümetler kurmak daha iyi olur'' yorumunda bulundu.

Davutoğlu, "Suriye'deki ihtilaftan dolayı çözüm süreci tehlikede. Çözüm süreci devam edecek mi?" şeklindeki soruya da Türkiye'de herkesin siyasi hayata katılabildiğini ve farklı düşüncelerini ifade edebildiğini belirterek, demokratik meşruiyet olmadan çözümlerin zor olduğu cevabını verdi.

Davutoğlu, siyasi sürecin başarılı olacağını belirterek, ''Çünkü güçlü bir siyasi iradeye sahibiz ve Türk toplumunun tüm kesimleri bu süreci onaylıyor'' şeklinde konuştu.

PARALEL YAPI'YA İLK KEZ BU BENZETMEYİ YAPTI
"Türkiye otoriter hale mi geliyor?" yönündeki bir soru üzerine Başbakan Davutoğlu, ''Bu yanlış bir algı. Biz son 12 yılda önemli reformlar yaptık. Sadece Kürtler konusunda son 4 yılda üniversitelerde Kürtçe ders veriliyor. İki yıldan beri tüm okullarda Kürtçe konusunda tüm kısıtlamalar ortadan kalktı. 2011 yılından beri Kürtçe seçim kampanyası yapılıyor. 3 yıldan beri gayri Müslimlerin vakıflara istimlak edilmiş varlıkları geri veriliyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Süryani-Ortodoks kilisesi İstanbul'da yapılacak. Başörtüsünü takma yönündeki kısıtlamalar kaldırıldı. Otoriter bir Türkiye'ye doğru bir eğilim yok" ifadelerini kullandı.

Türkiye'deki basın özgürlüğüne ilişkin de gerçeklerin yanlış algılandığını anlatan Davutoğlu, Türkiye'de hiçbir gazetecinin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı cezaevinde bulunmadığını, bunların banka soygunları ve polislerin öldürülmesiyle ilgili olduğunu kaydetti.

''Türkiye, bir hukuk devleti, herkesin hesap verme zorunluluğu var, bu gazeteciler için de geçerli'' diyen Davutoğlu, birkaç yıl önce Ahmet Şık ve Nedim Şener'in paralel yapının düzeniyle ilgili bir kitaptan dolayı hapse mahkum edildiğini belirtti.

Paralel yapının bürokraside ve hukuk sisteminde organize olduğunu vurgulayan Davutoğlu, paralel yapının yıllarca yasa dışı bir şekilde aralarında önde gelen gazeteciler ve siyasetçilerin bulunduğu yüz binlerce kişinin telefonlarını dinlediğini hatırlattı.

Bazı polis ve savcıların paralel yapıya mensup olduklarını işaret eden Davutoğlu, ''Polisler ve savcılar bu paralel yapıya mensup. Paralel, Opus Dei gibi kendi ağlarını ağlarını oluşturdukları demek. Bu ağlar sayesinde hukuk devleti ve diğer süreçlerden kaçarak kurtuldular ve kendi düzenini kurdular. Birileri hakkında materyal topladılar ve sonra şantaj yaptılar. Bunlara karşı soruşturmayı sürdüreceğiz ve hukuk devletini yeniden tesis edeceğiz. Hükümetimizin basın özgürlüğünü kısıtlama maksadı yok. Basın her türlü yorumu yapabilir ve yanlış haber de yapabilir. Bu konuda hiçbir kısıtlama yok'' ifadelerini kullandı.

Opus Dei nedir?
Opus Dei, (Latince: Tanrının işi); 2 Ekim 1928'de Madrid'te sıradan bir papaz olan Jose Maria Escriva de Balaguery Albas tarafından kurulan, katolik bir örgüt.

Tam adı " Sociedad de la Santa Cruz de Opus Dei" dir. Latince "Tanrının Yapıtı" manasındadır. 1950 yılında papalık tarafından resmen onaylanmıştır. Papalık, güçlü anti-komünist misyonu nedeniyle açık destek verdiği "Opus Dei"nin statüsünü 1982'de yükselterek, örgüt önderine, tarikat başkanlarına mahsus "piskopos" unvanını bahşetti (Devlet, Ocak, Dergah, Tanıl Bora-Kemal Can, s.135-136/ alıntı: Suat Parlar, Silahlı Bürokrasinin Ekonomi Politiği, s. 230)

Opus Dei, İspanyol asıllıdır ve sadece 85 yıllık bir örgüttür. Katolikliğe sadık Laik iş ve meslek sahiplerini bir araya getirerek Papa'ya Vatikan dışında destek olacak varlıklı ve iyi eğitim görmüş elit bir kadroyu oluşturmak amacı ile kurulan ama günümüzde Vatikan'da en etkili olan Laik kurumdur. Gizli bir örgüt olan Opus Dei'nin tüm üyeleri meslek sahibi Katoliklerden oluşmakta, her ülkede örgütten sorumlu bir Kardinal bulunmaktadır.

Onlara göre Papa'nın kimliği, Kilise'nin de, Papalık Makamı'nın da üstündedir. Papa, Tanrı-Krallığı'nın kutsal önderidir. Böylesine yüce bir mertebeye erişebilen kişi de elbette Olağanüstü bir kişidir. Bu nedenle Opus Dei, böylesine olağanüstü bir kişi tarafından temsil edilen Vatikan Devleti'ni yüceltir ve Kilise'yi ikinci planda görür. (Vikipedi)
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.