Hürriyet'te darbecinin gölgesinde geçen yıllar
Giriş Tarihi:
Arda Uskan'ın kaleminden;
Milli Birlik Komitesi, henüz yargılamalar bile başlamadan 'Yassıada' fotoğraflarını satışa çıkaracaktı. Tüm gazeteler bu 'satışı' protesto ederken Hürriyet fırsatı kaçırmadı, Bayar, Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını satın alıp satın alıp yayınladı.
"Bu, parayı veren düdüğü çalar mantığı ile düzenlenmiş ve devletin kanunlarından, bir ihtilalin iddialarına ve ciddiyetine kadar her şeyi alt üst eden bir rezalettir ki susamazdık. Gerçi, artırma günü Hürriyet Gazetesi'nin sahiplerinden biri cebinden kılıç çeker gibi çıkardığı çek defterine, bir fotoğraf için 100 bin lira yazabiliyor ve bir saat içinde bu miktarı durmadan arttırmakta hiç sakınca görmüyordu!" Hürriyet Gazetesi'nin genç patronları Haldun ve Erol Simavi'ye karşı yazılan bu öfke dolu satırların yazarı, Dünya Gazetesi sahibi Bedii Faik'ti. Peki 27 Mayıs 1960 darbesinden beş ay sonra Bedii Faik kendi gazetesinin baş yazısında neden bu ifadeyi kullanmıştı?
O günlerde Hürriyet etkili bir gazete olmasına rağmen tirajı 200 bini geçmiyordu. Haldun Simavi ve kardeşi Erol Simavi gazeteye yeni bir kan getirmek için Ankara bürosunun başındaki genç Necati Zincirkıran'ı genel yayın müdürü olarak atamışlardı.
Daha 27 Mayıs yargılamaları başlamadan ortaya bomba gibi bir haber düştü; Darbeyi düzenleyen Milli Birlik Komitesi, başta Celal Bayar ve Adnan Menderes olmak üzere devrik hükümet üyelerinin Yassıada'da çekilmiş fotoğraflarını açık arttırma ile satışa çıkaracaklardı. Haber bütün Babıali'de tepki ile karşılandı.
Dünya, Milliyet, Tercüman, Vatan, Akşam ve Yeni Sabah gibi büyük gazeteler ortak bildiri yayınlayarak devrik hükümet üyelerinin cezaevi fotoğraflarının ticari bir meta haline getirilmelerini 'kibar bir dille' protesto edip açık artırmaya katılmayacaklarını açıkladılar.
Hürriyet tek kalmıştı ve bu fırsatı kaçırmadı. Bayar, Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını satın alıp yayınladı. Bu, gazetenin yaptığı ilk büyük tiraj atılımlarından biri olmuştu.
Doğal olarak diğer gazetelerin şimşeklerini de üzerlerine çekmişlerdi.
Buraya kadarı belki gazetecilik açısından anlaşılabilirdi. Ama fotoğrafların altında kaleme alınan satırlar pek vicdanlara hitap edecek türden değildi.
Örneğin 10 Ekim 1960 tarihli Hürriyet'te Türkiye'nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar hakkında şu cümleler sarf ediliyordu; "Milli irade lafını diline dolayarak son dakikaya kadar direnme cesaretini gösteren düşük Cumhurbaşkanı Celal Bayar, şimdi bütün çetesiyle birlikte milli iradenin emrine girmiş vaziyette. (....) Düşük Cumhurbaşkanı sorulan suallere dalgın bir şekilde cevap vermeye çalışıyor, çünkü biliyor ki, verdiği her cevap kendisini kaçınılmaz neticeye doğru biraz daha yaklaştırmaktadır." İşin acıklı tarafı, düşük Demokrat Partililer hakkında gazetede bu ve benzeri ifadeler kullanıldığı zaman, henüz Yassıada Duruşmaları başlamamıştı. Yani Hürriyet, daha mahkemeye bile çıkarılmadan onları kamu vicdanında mahkum ediyordu.
İşte o günlerde en sert tepki Metin Toker'in sahip olduğu Akis dergisinden geldi. "Namık Gedik'in ideal arkadaşları bugün ardından eleştirdikleri eski iktidar devrinde çubuğu yakıp keyiflerine bakmışlar, sayfalarını Menderes'in resimleri ve methiyeleriyle doldurup milyon üzerine milyon eklemişlerdi. (.....) Ne gariptir ki eski devirde at oynatanları, yeni devirde, kısa ve 'endişeli' bir fasıladan sonra 'adapte olmak' imkanını buluyor eski dostlukların yerine yenilerini koyarak değirmeni döndürüyor, söz sahibi oluyorlar!" Gerçekten de Simavi ailesi Demokrat Parti ile hep iyi ilişkiler içinde olmuştu. Daha önce de belirttiğimiz gibi eski içişleri bakanı, Namık Gedik ile ailevi bağları vardı ve içtikleri su ayrı gitmiyordu. Akis, küçük patron Erol Simavi'yle Namık Gedik'in 'mutlu günlerinde' birlikte gülümseyen fotoğraflarını yayınlayarak son darbeyi vuruyordu. Bu fotoğraf ordunun gözünde Erol Simavi'yi bir kez daha 'lekeledi!' Askerlere olan 'hassasiyeti' ile tanınan Erol Simavi böyle tehlikeli günlerde, geçmişinin hatırlatılmasından son derece rahatsız olmuştu. Bedii Faik anılarında bu olaydan şöyle söz ediyor; "Erol'un çok koktuğunu bilirim. Erol intihar edecek derecelere gelmişti. Kendini klişehaneye kapattı zor çıkarttık. Hedef gösterilip jurnallenmesi ona böyle tesir etti..."
Belki de bu nedenledir ki, Erol Simavi uzun süre darbecilerin gölgesinde kalmayı, onlardan destek ummayı sürdürecekti.
Bunun en önemli örneklerinden birini de Orhan Erkanlı ile yıllar süren 'kaderdaşlığında' görebiliriz. Peki kimdi Orhan Erkanlı?
Hürriyet'in parasını bastırarak aldığı o fotoğrafların açık arttırma ile satılma fikri, darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi'nin, 'Fırtına binbaşısı' Orhan Erkanlı'nın fikriydi aslında.
Erkanlı'nın ismi, geçmişte İsmet Paşa ve 'derin güçlerin' eseri olduğu iddia edilen meşhur Tan matbaası baskını sırasında da geçmişti. Erkanlı ayrıca 27 Mayıs 1960 darbesinin mimarları arasındaydı. İki yıl sonra, 22 Şubat olarak tarihe geçecek olan Talat Aydemir'in başarısız darbe girişimi nedeniyle İsmet Paşa hükümeti tarafından bir süre yurt dışına sürülmüştü. Ne gariptir ki, bu darbe girişimine Erol Simavi'nin, destek verdiği ama olay sırasında yurt dışına çıktığı bizzat Necati Zincirkıran tarafından açıklanmıştı! Daha sonraki yıllarda, CHP saflarında görülen darbeci subay Erkanlı, yıllar geçince bizzat Erol Simavi tarafından Hürriyet'in en yetkili koltuğuna oturtulacak hatta sanatçı Gönül Yazar'ın iddiasına göre de, Simavi'nin Yazar'dan doğacak çocuğunun öldürülmesi için girişimde bile bulanacaktı. Erkanlı diğer yandan Talat Aydemir'in oğluyla, Erol Simavi'nin Hür Dağıtım şirketinin de kurucusu olacaktı. "Hiçbir şey rastlantı değildir" sözcüğünün belki de en ilginç örneklerinden olan Orhan Erkanlı-
Erol Simavi ilişkisini, Hürriyet gazetesinin tarihi akışı içinde izleyebilirsek belki gerçeğe biraz daha yaklaşabiliriz... Önce onların nasıl tanıştıklarına bir göz atalım.
VUR KADEHİ DARBECİYE...
Sirtaki, buziki, sigara dumanları ve Uzo rakısı... İlk üçü tüm gece boyunca onlarla birlikte olacaktı ama uzo, Atina'nın en lüks gece kulübündeki bu masayı terk edip yerini bir viski şişesine bırakacaktı. Aslında Uzo'nun bir suçu yoktu, çünkü Erol Simavi genellikle viski içerdi... İlk şişe açıldı, garsonun yeni doldurduğu kadehleri tokuşturdular. O gece tanışmışlardı.
Ama Erkanlı ile Simavi'nin 'karmaşık' dostluğu yıllar boyunca sürecekti.
Peki bu ikili o yıllarda Atina'da nasıl ve neden buluşmuşlardı? İrem Barutçu'nun 'Babıali Tanrıları; Simavi ailesi' kitabında aktardığı gibi bu buluşmanın mimarı Hürriyet'in Atina muhabiri Cem Başar'dı. Ve Barutçu'ya o geceyi şöyle anlatmıştı; "Erol Atina'daydı. Bana 'darbecilerden nefret ediyorum. Anamın evini bastılar didik didik ettiler. Orhan Erkanlı senin dostundur, bir gece bara gidelim onu içirip darbeye ilişkin sorular soralım...' dedi. Gittik bir gece kulübüne. Bir şişe, iki şişe, üç şişe viski derken zom oldular. Bir baktım gece kulübünden çıktıklarında sarmaş dolaş olmuşlar.
Böyle tanıştılar yani. Ve o gece birlikte içtikten sonra can ciğer dost oldular."
GÖNÜL YAZAR VE ORHAN ERKANLI
Bu ilginç beraberliğe yine döneceğiz ama yine zaman sıçraması yapıp bulunduğumuz 1960'lı yılların sonuna, yaklaşık on sene sonraya, yaşanmakta olan bir aşk hikayesine ışınlanalım. 12 Mart 1971 darbesi henüz gelmemiş ama eli kulağında... Orhan Erkanlı, Erol Simavi'nin en yakınlarından biri ve gazetenin en üst düzey yöneticisi... Erol bey ve Gönül Hanım'ın aşklarının dillere destan olduğu günler... Ve Gönül Yazar, sonradan Simavi soy adını alacak olan kızı Yasemin'e hamile... Simavi ailesine gelecek olan yeni bu varis, Erol beyin çevresindeki, ona bel bağlamış herkesi rahatsız ediyor. Gönül Yazar'a çocuğunu doğurmaması için büyük bir baskı başlıyor. Bu konuda yazılan pek çok kitapta, Orhan Erkanlı'nın düzenlediği bir operasyon ile ünlü sanatçının bir iğne ile bayıltılarak çocuğunun düşürülmesi iddiaları yer alıyor. Gönül Yazar da bunları doğruluyor. Gönül Yazar'ın bu yıl içinde bu satırların yazarı ile yaptığı bir söyleşide çok daha değişik bir iddia ortaya atmıştı. Tabii ki yine aynı konuda ve Orhan Erkanlı hakkında...
Yanda okuyacaklarınız, sevgili dost Gönül Yazar'la yaptığım o söyleşiden alıntıdır.
'ÇOCUĞU ALDIR' DİYE PARA TEKLİF ETTİLER
"Bu arada ben hamileyim, İsviçre'ye gideceğim. Hürriyet'in başına gelen Orhan Erkanlı diye bir adam vardı... Hürriyet'i tarumar etti... Bir akşam Divan otelinde oturuyorlar Erol bey ve bunlar. Erol bey diyor ki, 'Hadi çocuklar kaldırın kadehleri, Gönül'den çocuğum olacak, şerefe içelim!' Orhan Erkanlı itiraz ediyor, 'Sen ne yapıyorsun ya, biliyorsun bu aralar Suphi Baykam ile bir savaştayız, rezalet çıkar bu çocuğu aldır' diyor.
Zaten daha önce de Erol beyin haberi olmadan 'çocuğu aldır' diye bana para bile teklif etmişlerdi şerefsizler..." "Onların kim olduğuna gelince; İlhan Turalı diye yazı işleri müdürü vardı bana dedi ki, 'Bu işin başında Orhan Erkanlı var, seni uçağın merdivenlerinden yuvarlayacaklar, haberin olsun!" "Evet... Çocuğumu düşüreyim diye... Yanımda o gün rahmetli Güven Kuyulu'yu koymuşlar, o bana bir çelme takacak, merdivenlerden yuvarlanacağım! Düşünsene ben o zamana kadar her evliliğimde hamile kalmışım ve çocuklarımı düşürmüşüm...
Bir anne olamamışım. Zaten onu da Erol bey istedi.
Bir gün kendisi söyledi bana, 'İki oğlum var bir kızımız olsun' diye. Ben ise, üstüme palto giysem hamile olan kadınım. Bu sefer olmuyor. Tellibabalara gittim, tel kestim olsun diye. Meğer bu arada hamileymişim.""Uçak gününe gelirsek, o gün uçağın tuvaleti bozulmuş, kaptan tamir edilmeden kalkmam diyor. Ben açtım Erol beye telefonu, her şeyde bir hayır var, bu gece Çınar Otel'de kalayım, yarın giderim dedim. Onun yanında da Fahrettin Aslan ile Orhan Erkanlı var ve onlar da ısrar ediyorlar, 'söyle bugün gitsin' diye...Bu işte Fahrettin Aslan'ın ilgisi, kraldan fazla kralcı olmak olabilir. " "İşte bu yüzden Erol bey ısrar etmeye başladı, 'Hayır bugün git' diye. "Ben de bindim uçağa.
Güven'e emir vermişler 'düşür' diye ama adamcağızın içi elvermemiş, acımış bana." "Aradan yıllar geçti. Bir gün Mete Has'ların evindeyim. Güven yanıma geldi 'Sana bir şey söyleyeceğim. Ben hastayım, yakında öleceğim, bu veballe ölmek istemiyorum' dedi... Bana bunu yapmamı istemişlerdi ama sen kucağında yüz tane kırmızı gül ile merdivenleri çıkarken karnım gözükmesin diye...
Anneyim, karnımda çocuk, yukarıda Allah var... Adam yapamıyor... Bunu anlattı bana, sonra rahmetli oldu..."