'Haydi yiğitler vatan imdadına'

Osmanlı, Çanakkale'ye gönüllü toplamak için Makedonya'ya elçiler göndererek, cuma hutbelerinde çağrı yaptırdı 'Düşman saldırdı, haydi yiğitler' çığlığını duyan binlerce Boşnak, Arnavut, Pomak, Türk Balkanlar'dan Çanakkale'ye aktı

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 25 Ekim 2010 Güncelleme 09 Aralık 2010, 15:05
’Haydi yiğitler vatan imdadına’

İÇİNDEKİLER

Avusturya Macaristan Veliahtı Arşidük Ferdinand'ın 1914'de Saray Bosna'da öldürülmesiyle başlayan olaylar, Birinci Dünya Savaşı'nın fitilini ateşledi. Osmanlı'nın da bu savaşa dahil olması üzerine, Yedi Düvel Çanakkale'ye yığıldı.
Mehmet Akif Ersoy'un deyimiyle Avrupalılar ve Avustralyalılarla birlikte Hindu da Yamyam da saldırmaya başladı. Osmanlı, bunun üzerine Balkanlar'dan gönüllü toplamak istedi. O günlerde Balkanlar'a hükmeden Avusturya Macaristan ile Bulgaristan'ın kapısı çalındı. Her iki devlet de Osmanlı'ya istenen izni verdi. İzin verilmişti, ama pratikte Balkanlar'dan gönüllü toplamak hayli zordu. Müslümanların çoğu Avusturya Macaristan ve Bulgaristan ordularında görev yapıyorlardı. Bosna'da tamamı Boşnaklardan oluşan bir Müslüman tugayı bile vardı. Bu tugay, İtalyanlar karşısında büyük başarılar kazandı.
Hem de tek kurşun bile atmadan!
Boşnak Tugayı, İtalyanların üzerine "Allah, Allah" nidaları ile saldırıya geçtiğinde, İtalyanlar onları Osmanlı Ordusu'nun öncü kuvvetleri sandılar. "El Turco" diye bağıra bağıra geri çekildiler. Boşnak Tugayı hiç çarpışmadan kilometrelerce ilerledi.

CAMİDE ÇANAKKALE HUTBESİ
Çanakkale için gönüllü toplamak isteyen Osmanlı, çaresiz Avusturya Macaristan ve Bulgaristan orduları dışında hiçbir askeri eğitimi olmayan Müslümanlara yöneldi. Avusturya Macaristan idaresindeki Kosova ve Sancak ile Bulgarların elindeki Makedonya'ya elçiler gönderildi. Çanakkale için Cuma hutbelerinde çağrılar yapıldı: - Düşman, Padişah Efendimizi esir ve payitahtımızı yok etmek için Çanakkale'ye saldırdı. Haydi yiğitler, vatan imdadına!..
Balkanlardaki bütün Müslümanlar ayağa kalktı.
Cuma namazı bittiğinde camilerin önünde o bölgede "Cürünliye" adı verilen gönüllüler toplandı. Namaz için köylerden gelenler, evlerine dahi dönüp helalleşmeden yollara koyuldular. Balkanlardan binlerce Boşnak, Arnavut, Pomak ve Türk, Çanakkale'ye aktı. Sayıları 20 bin kadar vardı.
Çanakkale'de düşman mermilerine vücutlarını siper ettiler. Bunların tamamına yakını bir daha memleketlerine geri dönemedi.

CUMHURİYET OKUTTU
Sancak'ta büyük toprakları bulunan Boşnak Hacı Bayram Ağa'nın üç çocuğu birden "cürünliye" olmuştu. Diğer Boşnaklar gibi, onlar da Çanakkale'ye doğru yola çıkmışlardı. Bu üç kardeşten ikisi Çanakkale'de şehit düştü. Sadece Hasan sağ kaldı. Ancak, bir daha memleketine geri dönmedi.
Osmanlı'nın yıkılması ve Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte, Hasan'a sahip çıkıldı. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Hasan'ı okuttu. Hasan Efendi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde profesörlüğe kadar yükseldi.
Hasan Efendi'nin bir oğlu, bir de kızı oldu. EGO Genel Müdürlüğü görevine kadar yükselen oğlu Kemal, 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir akrabası ile evlendi. Kızı Mualla ise, Yunanistan Mübadili Hüsrev Ekincioğlu ile hayatını birleştirdi.
Bursa'daki Altınova Oteli'nin sahibi Tevfik Altınova'nın iki ağabeyi de Sancak'tan Çanakkale'ye savaşmak için gelenler arasındaydı. Ancak, her ikisi de şehit düştü ve oracıkta defnedildi.

ÇETECİ BOŞNAKLAR
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Ordusu'nun içinde çok miktarda Boşnak subay vardı.
Savaşın bitmesi ile birlikte bir bölümü kendi vatanlarına gitti. Bazıları siyasete atıldı; bazıları da çete kurup dağlara çıktı. Bu subaylar, Sırplara karşı 15 seneye yakın gerilla savaşı verdiler.
İkinci Dünya Savaşı sarısında da Balkanlar'da Osmanlı izleri etkili oldu.
Yenipazar'da Türk, Arnavut ve Boşnaklardan oluşan bir "Müslüman koalisyonu" kuruldu. Bu koalisyon, kendi milis gücünü de oluşturdu. Bu milis gücünün başında, yine Osmanlı Ordusu'nda yetişen subaylar vardı.

* * *
BOSNA'DA MÜCAHİDİN TABURU
1990'lı yıllarda, yardım ve "gönüllü" trafiği tersine döndü.
Bu defa, Anadolu'dan Balkanlar'a "gönüllü" aktı. Sırplar ve Hırvatlar, Batılı bütün ülkelerden ciddi destek alıyorlardı. Ayrıca, yanlarında Rus ve Yunan gönüllüler de vardı.
Katliâmlar ise, her geçen gün daha da artarak devam ediyordu.
Boşnakların feryadı, dört bir yanda yankılanıyor, İslâm Dünyası'nda büyük tepkiler ortaya çıkıyordu. Bu tepki, zaman içinde fiili harekete dönüştü. Yer kürenin her yerinden "gönüllüler" ortaya çıktı ve Bosna'ya doğru harekete geçtiler. Hepsi, Bosnalı kardeşlerinin yanında savaşmak istiyordu. Bir yolunu bulan Bosna Ordusu'na katıldı.
Türkiye'den, İran'dan, Arap ülkelerinden ve Pakistan'dan gelen gençler, Sırplara karşı savaşmaya başladılar. Bu sayı zaman içinde o kadar arttı ki, 500'ün üzerine çıktı. Bunun üzerine, Güney Bosna'da bir "mücahidin tabunu" oluşturuldu. İçlerinde son derece varlıklı ailelerin çocukları da vardı. Bu gençler, ailelerinden aldıkları, ülkelerinden topladıkları paraları götürüp Bosnalı Müslümanlara teslim ediyorlar, ardından silâhı kapıp, cepheye koşuyorlardı. "Mücahidin Taburu" savaşta büyük başarılar gösterdi.
Korkusuzdular, çünkü askerlerinin her biri oraya "şehit olmak" için gitmişti. Hiç biri gözünü budaktan sakınmıyordu.
Sırpların korkulu rüyası oldular.
Bu tabur, 60'a yakın kayıp verdi. Şimdi, Bosnalı kardeşlerinin yanında yatıyorlar. İlginçtir, Sırpların Boşnaklara karşı başlattığı "yok etme" saldırıları devam ederken, Bosna Ordusunun içinde Sırp generaller de vardı.
Onlar da son güne kadar Müslüman Boşnakların yanında bütün güçlerini ortaya koyarak
savaştılar.

* * *
BOŞNAKLARA MÜSTEMLEKE VALİSİ
Balkanlar'daki çatışmalar, Dayton Antlaşması ile son buldu. Bu anlaşma ile kaba çizgiler çizilmiş, ancak Bosna'nın nasıl yönetileceğine dair ayrıntılar ortaya çıkmamıştı. Kendisini dünyanın sahibi olarak gören ve dünyayı yönlendirmeye soyunan Batı Dünyası, ipin ucunu kaçırmamak için hemen bir konferans düzenledi. Paris yakınlarındaki Rambuillet Şatosu'nda önemli kararlar alındı.
Toplantıya, Sırbistan adına Slobodan Miloşeviç, Hırvatistan'ı temsilen Franyo Tucman ve Bosna Cumhurbaşkanı Aliye İzetbegoviç katıldı. Ancak, kararları onlar değil, Amerikan ve AB temsilcileri verdi... Bosna'ya bir AB Yüksek Temsilcisi atanacaktı!
İlk başta yetkileri kısıtlıydı. Daha doğrusu bu temsilcinin ne yapacağı, ne ile ilgileneceği bile belli değildi.
Yüksek Temsilcilik, daha sonra adım adım "Müstemleke Valiliğine" dönüştürüldü! Konferanslar birbirini izlemeye başladı...
Viyana'da yapılan konferansta, Yüksek Temsilcinin yetkileri biraz daha artırıldı. Nihayet, Lizbon Toplantısı'nda diktatörlük yetkileri ile donatıldı. Artık, halkın oyları ile seçilen Saray Bosna'daki yöneticilerin hiçbir işlevi kalmamıştı.
Bütün yetkiler, Batının seçtiği Yüksek Temsilciye verilmişti. Bosna Bayrağı'nı onlar belirlediler.
Milli Marşı onlar seçtiler. Bosna'nın nasıl yönetileceğine de onlar karar verdiler.
Geçmişte, İngiltere'nin Hindistan'a atadığı sömürge valileri bile bu kadar büyük yetkilere sahip değildi! Yönetimin başında yer alan "Yüksek Temsilci" aslında bir "Müstemleke Valisi" idi.

SÜRÜM SÜRÜM SÜRÜNÜYORLAR
AB Yüksek Temsilcileri, işi gücü bıraktılar, Avrupa'nın Bosna'da işlediği suçların izlerini silmek için çalıştılar. Mostar Köprüsü'nün Türkiye tarafından onarılmasına da bu yüzden izin verdiler. Özellikle de çatışmalar sırasında Bosna'yı savunanlara dünyayı dar ettiler. Şehit aileleri ile malüllerin maaşlarını ödetmediler. Aylıklarını gülünç miktarlara indirdiler. Onları süründürmek için ellerinden geleni yaptılar. Bir başka fasıldan para aktarıp, Bosna kahramanlarının maaşlarını ödediği için, Başbakanlar mahkemeye verildi.
Nihayet iş öyle bir noktaya geldi ki... Bosna Başbakanı Ethem Biçakçiç, AB Yüksek Komiseri tarafından görevden aldı. Suçu da özelleştirmeler sırasında yapılan yanlışlara karşı çıkmaktı. AB Yüksek Komiseri, Bosna'nın kâr eden hidroelektrik santrallerini Avrupalı şirketlere satmak için harekete geçti. Buna karşılık, zarar eden termik santrallerin devlet tarafından işletilmeye devam edilmesini istedi. Elektrik Yüksek Mühendisi olan Başbakan Biçakçiç, Bosna'nın ekonomik menfaatlerini korumak için direnince de görevinden alındı.
Sonuç: Dayton Anlaşması ile Bosna'nın içinde gayri meşru bir Sırp Devleti kuruldu ve Avrupa tarafından resmen tanındı. Bosnalı Müslümanlar da AB Yüksek Komiserliği ile kilisenin insafına terk edildi. Boşnakların, kanları ile yazdıkları bir destanın üzeri çamurla sıvandı. O büyük kahramanlık, hazin bir sonuca dönüştü!