Hasan Basri Yalçın

HASAN BASRİ YALÇIN

Tarihi 13 Temmuz 2017

Radikalleşme ve yeni-oryantalizm

Uluslararası güvenlik çalışmalarında bu sıralar terör çalışmak çok moda. Terörün içinde ise radikalleşme kavramı ön plana çıkıyor. Bu kavram üzerine makaleler ve kitaplar yazılıyor. Konferanslar düzenleniyor. Hatta doğrudan ve sadece bu konuyu çalışan düşünce kuruluşları bile var.
Geçenlerde İngiltere'de bir düşünce kuruluşundan gelen iki kişiyle görüştüm.
Kurumlarını sadece radikalleşme çalışan bir yer olarak tanıttılar.
Benzeri bir eğilim Türkiye'de de doğmaya başladı.
Radikalleşme başlığını her yerde görüyorum. Ve bu tür başlıkları Türkiye'de görmek beni rahatsız ediyor. Sanki Batı'da geliştirilmekte olan oryantalist bir kavram yerli oryantalistler tarafından da kullanılıyormuş gibi geliyor.
Kavram kendi başına oldukça masummuş gibi duruyor. Normalin dışına çıkmış ve rasyonalitenin ötesinde bir bireyi ve o bireyin kendi dar görüşü çerçevesinde terörist eylemlere dahil olmasını ifade ediyor.
Böyle olunca da aslında kısaca hepimizin aklına bir şekilde müslüman toplumlar geliveriyor. Çünkü 11 Eylül'den bu yana terörizm kavramı maalesef İslam ile birlikte anılıyor. Önce El-Kaide sonra DEAŞ ve tüm diğer terör örgütlerinin üzerine yoğun bir odaklanma var. Batılı ülkelerin tehdit tanımlarında en öncelikli sırayı bu gruplar alıyor. Özellikle DEAŞ'ın ortaya koyduğu sansasyonel eylem videoları bu radikallik imajının yerleşmesine çok katkı sundu. Kökten bir selefi ideolojinin kaynaklık ettiği DEAŞ gibi İslam ümmetinin marjinal grupları Batılı gözlemciler tarafından merkeze alınarak radikallik tüm müslüman toplumlara teşmil edilen bir olgu haline getirildi.
Avrupa'dan Suriye'ye gelip bu terör örgütlerinde eğitim alan ve savaşan Avrupalı müslümanların geri döndüklerinde Avrupa'ya taşdıkları eylem ve düşünceler odağa yerleştirilir hale geldi. Bu esnada geliştirilen radikalleşme literatürü Avrupa'da yaşayan tüm müslüman bireylerin radikalleşme için potansiyel aktör oldukları ve bunların sosyalleşme süreçlerinin sorunlu olduğu fikri yaygınlık kazandı.
İlk bakışta bir sosyolojik gözlem ve anlama çabası gibi duran bu tespit kavramsallaştıkça yaygınlaştı ve etkinleşti. Sadece masum ve akademik bir anlama gayretinin önüne geçti.
Müslüman toplumları isimlendirmek için kullanılır hale geldi. Sanki her müslüman radikalleşmek için hazır bekleyen bir adaymış gibi sunluyor.
Böylelikle müslümanlar rasyonalitenin dışına itiliyor. Nasıl on dokuzuncu yüzyılda Batı toplumlarının dışındaki toplumlar yeterince rasyonel olmamakla itham edildiyse, şimdi de Müslüman toplumlar potansiyel radikaller olarak itham ediliyor.
Bu çerçevede üretilen çalışmalara bakarsanız tespitleri genelde aynı. Modern Batı kurumlarına entegre olmayı beceremeyen müslüman gençlerin sosyal medya üzerinden iletişim kurarak teröre bulaştıkları anlatılıyor. Doğru tarafları da olan bu hikayeleştirmenin içinde gizli özne hep müslümanlar.
Ve sanki süreç kaçınılmaz bir şekilde buraya varacak gibi anlatılıyor.
Halbuki radikalleşme ne sadece müslümanlara has bir durumdur. Ne de radikallşemenin tek nedeni entegresayon sorunlarıdır. Eğer gerçekten tarihe bakarsanız anaakımın dışına çıkıp radikal ve marjinal eylemlere bulaşan birçok farklı ideolojik grup bulabilirsiniz. Sol gruplar da milliyetçi gruplar da sık sık radikalleşir.
Veya Türkiye'deki PKK örneğinden bildiğimiz kadarıyla radikalleşmenin belirleyeni dışlanma olmak zorunda değil. Çözüm sürecini araçsallaştıran PKK bir içselleştirme sürecini tersine çevirerek gençleri radikalleştirdi. Hendek ayakalanmalarında hep bu esnada radikalleşen teröristler kullanıldı. Bu örnek bize radikalleşmenin aslında son derece değişik işleyebileceğini gösterdi.
Ama maalesef bu kavramı kullananlar müslüman toplumları çalışmalarında mahkum etmeye etmeye devam ediyor. En azından Türkiye'de bizler bu kavramı kullanmaktan uzak durmalıyız. İslamı radikal ilan etmeye çalışanlara alet olmamalı.