
77 yaşındaki dünyanın en iyi yönetmenlerinden biri olan bu adam, bir gençlik 'anısı' (hatası değil) yüzünden yaklaşık bin yıldır, ülke ülke dolaşıp Hollywood ağalarının (adaletin değil) kendine kestiği cezanın kefaretini ödüyor.
Yaşı küçük bir kıza tecavüz etmiş, bunun üzerine Amerika'dan kaçmış, en son İsviçre'de aylarca ev hapsinden sonra serbest bırakılmış!
Malum, şu "Sanatçının özel hayatındaki hataları yüzünden, yapıtlarını yok saymalı mıyız, yoksa üstadı olduğu gibi mi kabul etmeliyiz" mevzuu, asırlar önce edep yerlerinde incir yaprağı ile mağara duvarını resmeden taş devri sanatçılarından bu yana tartışılmaktadır. (Çünkü adamın yaprağını kaldırıp, konu komşunun karısına kızına bir şeyler göstermesi işten bile değil.) Günümüzde ise geldiği nokta aşağı yukarı aynı; 'İyi yönetmen olması kimilerine göre sübyancılığını affettirir mi?'
KABUS BAŞLIYOR
Bu sorunsala en güzel yanıt sevgili Atilla Dorsay'dan geldi; "Sinemayı seven onu affeder"
Ardından Tuna Kiremitçi; 'Eğer sinemaseverlik bir pedofili sevmekse, ben sinemaseverlikten istifa ediyorum" dedi ve Hıncal Uluç'tan cevabını aldı. "Asıl Tuna elini vicdanına koysun, eğer varsa." Ama "Polanski ne diyor tüm bu tartışmalar için" diye kimse sormadı. Aslında onun savunması, yıllar önce yazdığı "Roman by Polanski" adlı biyografisinde var. En sevdiğim kitaplardan biridir. Özetleyelim ve noktayı 'roman' koysun.
Roman Polanski bir gün Vogue dergisi tarafından Paris'e davet edilir. Vogue, her Noel sayısını ünlü bir sanatçıya hazırlatma geleneğini, 1976 yılında onunla sürdürmeyi teklif etmiştir.
Hitchcook, Fellini, Salvador Dali gibi dev isimlerden sonra sıranın kendisine gelmesini, 'Büyük bir şereftir' diyerek kabul eder ve Paris'e uçar. Ne bilsin felaketine uçtuğunu? O sayıyı başarıyla tamamladıktan sonra dergiden bir teklif daha alır; Saf ve temiz bir genç kızın sanatsal ama erotik fotoğraflarını çekmek. Polanski bir arkadaşının tavsiyesi ile böyle bir kızı Los Angeles'ta bulur. Ailesini ikna etmesi hiç güç olmaz, özellikle annesi kızının ünlü olacağını düşünceleriyle onu teşvik bile eder.
VE POLANSKİ ANLATIYOR
Kızın adı Sandra'dır. Roman yakın arkadaşı Jack Nicholson'u arar. Fotoğrafları onun villasında çekmek istemektedir. Sandra ile villaya giderler, genç kızın havuzda çıplak pozlarını çeker. O sırada aralarında bir yakınlaşma olur.
Muhabbet başlar, Sandra'nın bir sevgilisi vardır ve kız bakire değildir. Sonra havuzdan çıkan genç kıza havluyu uzatır. Devamı malum. Ama Sandra 18 yaşının altındadır. New York'a döndüğünde onu dedektifler karşılar. Sonrası tutukluluk günleri, kefaletle tahliye, aylarca süren mahkemeler ve Amerika'dan kaçış...
O günleri anlatırken şöyle diyor Polanski: Bu felaketle nasıl başedeceğimi bilemiyordum.
Çünkü hayat, beni bir gün suçlu olmak düşüncesine hiç hazırlamamıştı.
Ardından medyanın linci başlar ve ırz düşmanı damgasını yer. O kadar ki, Münih'te bir bira salonunda arkadaşlarıyla otururken çekilen bir fotoğrafı, gazeteler yanındaki erkekleri rötüşlayarak yayınlar. Başlık da; "Utanç davası sürerken, Polanski purosunu tüttürüp genç kadınlarla gönül eğlendiriyor..." Sonunda, yeniden hapse gireceğini öğrenen Roman, cebinde sadece Dino de Lorantis'ten borç aldığı bin dolarla Londra'ya uçar. Bir daha Amerika'yı göremeyecektir.
O günkü duygularını da şu cümlelerle anlatıyor; "Uçak kalktığı zaman Los Angeles'ın ışıkları birer birer gözden kayboldu. Tek bildiğim, şu son yılda yaşadıklarımı bir daha yaşamayacağımdı. İki yönetmenlik işini kaçırmış, hapiste yatmıştım. Ama heyecanlı ve sevinçliydim. En umutsuz olduğumuz anlarda bile hepimiz için yeniden bir başlama zamanı olduğunu biliyordum artık. Şimdi başlama zamanıydı..."
O günden sonra bir Fransız olarak yaşıyor Polonyalı Polanski ve dünya güzeli filmler çekiyor. Ne diyelim ona hala pedofil muamelesi çekenler utansın. En güzel yanıtı yine sevgili Hıncal vermiş bu zeka özürlülere; "Babam annemle evlendiğinde, Kilis müftüsünün kızı olan annem 13 yaşındaydı!"