Toplumsal huzurun kaynağı: Adalet

Adalet; hak sahibine hakkını vermek, haksızlıktan kaçınmak anlamına gelir. Adaletin zıddı, zulüm ve haksızlıktır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’deki birçok ayette, adaletle hükmetmeyen zalim toplumların sonlarının çok kötü olacağını söylemiştir...

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 31 Mayıs 2018 Güncelleme 31 Mayıs 2018, 02:05
Toplumsal huzurun kaynağı: Adalet

İÇİNDEKİLER

Hz. Âdem'den, Peygamber Efendimiz'e kadar gelen bütün peygamberler, hak ve adalet anlayışını insanlara bildirmiş ve uygulamışlardır. Adalet; "Hak sahibine hakkını vermek", "haksızlıktan kaçınmak", "doğru hüküm vermek" anlamlarına gelir. Adaletin zıddı, zulüm ve haksızlıktır. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, adaletle hükmetmeyen zalim toplumların sonlarının çok kötü olacağını bir çok âyette haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır: "Halkı zulmetmekteyken helak ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır" (el-Hac 22/45); "Biz zulmetmekte olan nice memleket kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka başka toplumlar meydana getirdik" (el-Enbiyâ 21/11).
Rabbimizin güzel isimleri arasında yer alan "el-Adl" ve "el-Muksit" isimleri, mutlak adalet sahibi olan ve asla zulmetmeyen Allah'ın, bütün varlığı adalet ile yarattığını ifade eder. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, sorumluluk verdiği insanların da bu ilke ile hareket etmelerini istemiştir:
"...Allah, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder" (en-Nisâ 4/58);
"Allah, adaleti ve ihsanı emreder " (en-Nahl 16/90);
" Hükmettiğin zaman onlar arasında adaletle hükmet. Şüphesiz Allah adil davrananları sever" (el-Mâide 5/42).

ALLAH HABERDARDIR...
Pek çok âyette adalet kavramının sadece Müslüman olanlara değil, kültür, bilgi, mevki, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözetmeden bütün insanlara, sadece insan oldukları için, aynı değer ve ölçüde uygulanması emredilmiştir. Kişisel çıkar elde etmek, akrabalık, düşmanlık gibi duygusal durumlar, taraflardan birinin soylu veya alt tabakadan olması gibi sebeplerle adalet ilkesinden sapılmamalıdır. Nitekim Kur'an'da şöyle buyrulmuştur: "Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, anababanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun.
(Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut sâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır" (en-Nisâ 4/135).
Adalet, sadece devlete ve yöneticilere has bir olgu değildir. Adalet, hukuki, sosyal ve ahlaki alanların hepsini kapsar. Bu bağlamda adaleti "Kişinin kendine, ailesine ve çevresinde yer alan insan, doğa ve hayvanlara karşı görevlerini ve haklarını yerine getirmesi" şeklinde de ifade edebiliriz. Adaletin egemen olduğu yerde huzur vardır, güzellik vardır. Söz gelimi bir ailede baba aile fertleri arasında adalet ölçülerine uymaz, bazılarına farklı davranır, farklı sevgi gösterirse o ailede huzur kalmaz. Aile fertlerinin birbirlerine karşı sevgi ve saygıları kaybolur.

HER ZAMAN ADALETLİYDİ
Allah Resûlü, peygamber olarak görevlendirilmeden önce yani Câhiliye döneminde Araplar arasında adaletsizlik ve zulüm hüküm sürmekteydi. İslâm geldikten sonra zengin-fakir, efendiköle ayırımının yapılmadığı, haktan asla ayrılmanın söz konusu olmadığı bir toplum oluştu. Hz. Peygamber'in hayatına baktığımız zaman onun hem Müslümanlar arasında hem de gayri Müslimlerle olan ilişkilerinde adaleti sağlamaya çalıştığını görürüz.
O bir taraftan Mekkeli ve Medineli Müslümanlar yani Muhâcirler ve Ensâr arasında kardeşlik ilan ederken, diğer taraftan da Medine Sözleşmesi ile Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlar arasında hak ve adaleti sağlama yönünde adımlar atmıştır.
Hz. Peygamber, adalet konusunda aracı olmak isteyenleri çok yakını da olsa sert bir şekilde reddetmiş, suçluya layık olduğu cezayı vermekte en ufak bir tereddüt göstermemiştir.
Bir gün Mahzumoğulları kabilesine mensup önde gelen kişilerden Fâtıma adında bir kadın, hırsızlık yaptığı söylenerek Peygamberimiz'in huzuruna getirilmişti. Kadına ceza verilmesine karar verildi. Fakat daha önceki gelenek ve alışkanlıklara göre Kureyş'ten olan soylu bir kadın hakkında suç işlemiş olsa bile böyle bir hüküm verilemezdi.
Hükmün uygulanmaması için Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Peygamber'in çok sevdiği Üsâme b. Zeyd'i araya koyarak bu kadının affedilmesini istedi. Üsâme'nin böyle bir aracılıkta bulunması Hz.
Peygamber'e çok ağır geldi. Sahâbilerine şöyle hitap etti: "Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz?
Asilzâdeleri bir hırsızlık yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah'a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzumoğulları kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle ona aynı cezayı verirdim" (Müslim, Hudûd, 11).
Sevgili Peygamberimiz'in ikinci halifesi olan Hz. Ömer, adalet ile sembolleşmiş bir kişidir. Efendimiz ona "hak ile batılı birbirinden ayıran" anlamında "Fârûk" lakabını vermiştir.

HERKESE EŞİT DAVRANDI
O, sahip olduğu tüm imkanları İslâmiyet'in yayılması için harcamış ve adaletli yönetimiyle kendisinden sonra gelen yöneticilere güzel bir örnek olmuştur. Hz. Ömer, adaleti uygularken Kur'an ahlakının gereği olarak, herkese eşit davranmış; soyluluk, zenginlik, akrabalık, makam gibi unsurların adaleti engellemesine kesinlikle izin vermemiştir. Halifeliği döneminde sahâbelerden Übey b. Ka'b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana geldi ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit'e başvurdular. Zeyd b. Sâbit devlet başkanı olan Hz. Ömer'e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder serdi. Fakat adil insan Hz.
Ömer bu davranış karşısında şöyle dedi:
"İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir.
Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım." Toplum, sevgi ile kaynaşır, adaletle ayakta durur. Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması, fertlerin birbirleriyle kaynaşmasına vesile olur. Haksızlık ve adaletsizlik ise huzursuzluğa yol açar.

KİŞİ FAKİR OLAN KARDEŞİNE ZEKâT VEREBİLİR Mİ?
Fakir olan kardeşe zekât verilebilir. Kardeş çocuğu, amca, dayı, hala ve bunların çocukları da böyledir.
Hatta zekât verirken yoksul akrabalara öncelik verilmesi daha sevaptır. Çünkü bunda hem zekât borcunu ödeme, hem de sıla-i rahim vardır. Hz.
Peygamber (s.a.s.), "Sadakasını hısımına veren için iki mükafat vardır: Hısımlık mükafatı ve sadaka mükafatı" (Buhârî, Zekât, 44) buyurarak bunu teşvik etmiştir.

FITIR SADAKASI CAMİ İNŞAATI İÇİN VERİLEBİLİR Mİ?
Fıtır sadakasının geçerlilik şartlarından biri de temliktir.
Temlik, eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder.
Cami, okul, köprü, yol vb. yerlere temlik söz konusu olmayacağından fıtır sadakası verilemez

BİR AYET
Şüphesiz namaz, çirkinliklerden ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek (hep hatırda tutmak) elbette en büyüktür.
Allah yaptıklarınızı bilir" (el-Ankebût, 29/45).

BİR HADİS
"İman, yetmiş küsur şubedir. Bu şubelerden en üstünü "lâ ilâhe illallah" sözüdür, en aşağı mertebede olanı da yolda bulunan rahatsız edici bir şeyi oradan uzaklaştırmaktır

BİR DUA
"Allah'ım! Beni iyilik yaptıkları zaman sevinen, kötülük yaptıkları zaman bağışlanma dileyen kullarından eyle" (İbn Mâce, "Edeb", 57).