Travmalarımız din ve biz

İnsan için, yaşanacak bir kaderinin olduğuna inanmaktan daha rahatlatıcı bir duygu olamaz. İsyanlarımızı dindirecek, hayatın cilvelerini kabullendirecek dinden daha iyi bir psikoloğumuz yoktur. “Neden ben, neden benim başıma geldi bu?” sorusuna anlamlı bir cevap ararız hep. Ama son durağımız hep dindir...

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 26 Mayıs 2018 Güncelleme 26 Mayıs 2018, 02:26
Travmalarımız din ve biz

İÇİNDEKİLER

Ciddi bir hastalığa yakalandığımızda, psikolojik problemler yaşadığımızda, yoklukla sınandığımızda, bir felaketle karşılaştığımızda, bir yakınımızı kaybettiğimizde dine yöneliriz. Aslında yöneldiğimiz şey, kendimizizdir. Çünkü kendimizi sorgularız böyle durumlarda.
Hayatımızı, artılarımızı, eksilerimizi, kısacası insanlığımızı yoklarız sessiz bir dehlizden geçerek. Ve o dehlizin sonu dine varıp dayanır. Çünkü "Kader nedir?" diye başlarız sorgulamamıza. "Ben niye varım, nereden geldim, nereye gidiyorum?" soruları yoklar durur zihnimizi.
En tatmin edici cevaplar da dinden gelir. "İnsan için, yaşanacak bir kaderinin olduğuna inanmaktan daha rahatlatıcı bir duygu olamaz." İsyanlarımızı dindirecek, hayatın cilvelerini kabullendirecek dinden daha iyi bir psikoloğumuz yoktur. "Neden ben, neden benim başıma geldi bu?" sorusuna anlamlı bir cevap ararız hep. Oraya gideriz, buraya gideriz, ama son durağımız hep dindir.
1975 yılında Wimbledon'ı kazanan Amerikalı zenci tenisçi Arthur Ashe'in hikayesi, bu konuda en güzel örneklerdendir.
Kan nakli sırasında kaptığı virüs yüzünden ölümcül bir hastalığa yakalanır kahramanımız.
Haber kısa sürede tüm dünyaya yayılır. Hayranları kalem kâğıda sarılıp mektup yazarlar kendisine.
"Neden sen?" diye başlar bir hayranı. "Dünyada 5 milyar insan var, neden seni buldu bu hastalık. Allah onca insan arasından neden seni seçti ki?" diye devam eder. Bu isyankâr hayran hiç beklemediği bir cevap alır ölüm döşeğindeki tenisçiden:
"Dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 50 bini yarışmalara katılır. 50'si Wimbledon'a yükselir, 2'si finale kalır ve 1'i kazanır. Ben Wimbledon'ı kazandığımda, şampiyonluk kupasını kaldırdığımda 'Neden ben?' diye sormadım Allah'a.
Şimdi hastane köşesinde sancı çekerken 'Neden ben?' diye nasıl sorarım?" İnsanoğlu için travmaların en büyüğü ölümdür. Ölüm söz konusu olunca da ilk akla gelen yine dindir. Kaderimizin son durağı olan, bunun için de hep barışık olmamız gereken bir olgudur ölüm. Mevlana bizi ölümle en doruk noktada barıştırır.
"Şeb-i Arus" der kendi ölüm gününe. Düğün gecesidir ölüm onun için. Sema ayininde semazenlerin giydiği tennûre adı verilen uzun beyaz giysi kefeni; yelek mezarı; sikke adını alan külah ise mezar taşını temsil eder. Hangi felsefe, hangi düşünce, hangi anlayış insanı ölümle bu kadar anlamlı şekilde barıştırabilir ki? Hayat ancak ölümle barışık olanlar için anlam kazanır.
İmanın insana verdiği en önemli değer kesinlik duygusudur.
Kesinlik duygusu ölüm korkusunu, ahiret endişesini giderir. Din, öteki alemin mahiyeti hakkında kesin bilgiler verir. Materyalist dünya görüşü metafizik alanın olmadığını ifade ederken, din bu alanın ahval ve şeraitini en küçük detayına kadar belirler. Yakınını kaybeden bir insan düşününüz. O kimse mümin ise ne yapar? Dua eder, ruhuna Fatiha okur, mezarına gider. Ölen kişi ile kendisi arasında manevi irtibatın devam ettiğine inanır. Öteki dünya ile bağ kurma hissi, insanı rahatlatan en güzel psikoterapidir.
Ama kişi mümin değilse, kendisini boşluğa atılmış bir varlık gibi hisseder. Bu da insanoğluna ağır gelen bir yüktür. "20. yüzyılın o büyük icatlarından, endüstri devriminin nimetlerinden hangisi, bir yakınını kaybetmiş insanı teselli edebilir ki?" 1960'larda Amerika'yı titreten ve ırk ayırımcılığına karşı bayrak açan zenci Müslüman Malcolm X, 6 yıllık bir hapis hayatında tanışmıştır İslam'la. 21 yaşında hırsızlık ve uyuşturucu tacirliğinden düştüğü hapishane kütüphanesinde okumadık kitap bırakmamıştır.
Hapisten sonra, bir zamanlar dümen öğrendiği Harlem sokaklarının mürşidi olmuştur.
1964 yılında hacca gitmiş ve oradan Amerika'daki zenci arkadaşlarına yazdığı mektupta şu sözlere yer vermiştir:
"Amerika'nın İslam'ı tanıması lazım. Çünkü İslam, toplumdan ırk problemini kaldıran bir din.
Burada, her renkten her ırktan insanla aynı tastan yemek yedim, aynı bardaktan su içtim, aynı hasırda yattım. Gözleri mavilerin mavisi, saçları sarıların sarısı, derileri beyazların beyazı Müslüman kardeşlerimle aynı Allah'a dua ettim." Malcolm X'in "Hayatımın unutamadığım anlarından birisi" dediği bir olay vardır ki, onun yaşadığı değişimin büyüklüğünü anlatır: Konferans vermek üzere bir üniversiteye davet edilir.
Konferansa başlamadan önce bulunduğu salondan şöyle bir dışarıyı seyredecek olur. Pencereye yaklaşır. Bir de ne görsün?
Tam karşıda yıllar önce hırsızlık yapmak üzere girdiği apartman dairesi ona bakmaktadır. Başından kaynar sular dökülür. Ama kendisini hemen toparlar. Çünkü tüm dünyanın tanıdığı bir özgürlük savaşçısıdır o. Çünkü Amerika'da bir isyan başlatabilecek ya da bastırabilecek tek zencidir o.
Biz Müslümanların en fazla tekrar ettiğimiz sözcük olan besmele- i şerifte yer alan Allah'ın rahim sıfatı bize yaratıcının bir "rahmet kaynağı" olduğunu hatırlatır.
Son söz rahmetli Cahit Zarifoğlu'nun dizelerinden:
Burası Dünya, Ne çok kıymetlendirdik, Oysa bir tarla idi, Ekip biçip gidecektik...



​PEYGAMBERİMİZ'İN KABE HAKEMLİĞİ
Henüz peygamber olarak görevlendirilmeden önce o toplum tarafından "El-Emin- Güvenilir" olarak tanınmıştı.
Herkes anlaşmazlıklarda onun hakemliğine baş vuruyor ve verdiği hükme razı oluyordu. Çünkü onun haksızlık yapmayacağına ve taraf tutmayacağına inanıyor ve güveniyordu. İşte tarihi bir olay:
Kâ'be Kureyş tarafından onarılıyordu. Sıra Hacer-i Esved'in yerine konmasına gelmişti. Her kabile Hacer-i Esved'in yerine konma şerefini kazanmak için o hizmeti yapmak istiyordu. Bu yüzden kabileler arasında tartışma çıktı. Hiçbir kabile bundan vazgeçmek istemiyordu.
Nerede ise kabileler arasında bir savaş çıkacaktı. Konuyu tekrar tartıştılar.
Sonuçta tayin ettikleri bir vakitte mescidin Safa tarafındaki kapısından içeriye önce giren kimsenin hakem olmasını kararlaştırdılar. Kapıdan ilk giren Peygamberimiz oldu. Bunu gören Kureyş'in ileri gelenleri hep bir ağızdan: "İşte bu giren zatın hakemliğine razıyız. Bu güvenilir zat, Muhammed'dir" dediler ve sevindiler. Peygamberimiz yanlarına gelince, kendisini hakem tayin ettiklerini ve bunu kabul etmesini rica ettiler. Peygamberimiz hakemliği kabul etti. Bir örtü getirilmesini söyledi. "Hacer-i Esved'i kendi eliyle örtünün içine koydu. Sonra kabile başkanlarının örtünün birer ucundan tutup kaldırmalarını söyledi.
Peygamberimiz de "Hacer-i Esved"i yerine koydu. Böylece her kabile bu şereften payını almış ve tartışma da bitmiş oldu.

BiR AYET
"Andolsun, Allah'ın Resûlü'nde, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır." (el-Ahzâb 33/21)

BiR HADiS
"Kişinin cemaatle namazı, evinde ve pazarda (iş yerinde yalnızca kıldığı) namazdan yirmi beş derece daha sevaptır. Çünkü sizlerden biri abdestini eksiksiz aldığı ve namazdan başka bir kasdı olmaksızın mescide gittiği zaman mescide girinceye kadar attığı her adımdan dolayı Allah Teala onu bir derece daha yükseltir ve bir günahını eksiltir.
Mescitte kaldıkça hep namazdaymış gibi sevaba nail olur ve namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdesti de bozulmadığı sürece yanındaki melekler: "Allah'ım! bunu bağışla, buna rahmet eyle" diye dua ederler." (Buhârî, Ezan, 30)

PROF.DR.ALİ KÖSE