Rabbimiz olan, bir olan, tek olan, Sübhan olan, Allah Teâlâ'dan korkmamız icab eder elbette. Ama bu korkmak, eli kanlı, insaf bilmez, hak tanımaz, adaletten nasibini almamış bir caniden, zalimden korkmak gibi olmamalıdır.

Affedici olduğunu, hatta tüm günahları tövbe edilirse affedeceğini de müjdelemiştir. Dünya hayatını bizler için kolaylaştıran, güzel ahlaka kavuşmamıza vesile olan kurallar koymuştur. Yani yoldan çıkmamak ve olur da çıkarsak tekrar salimen o yola dönebilmek için ihtiyaç duyacağımız herşeyi emrimize sunmuştur.

Yani durup duruken bir kimse Allah'ın cezasına, gazabına uğramaz, uğramayacaktır. Çünkü Allah Teâlâ zulmü kendisine haram kılmıştır.

Yani azabın şiddetini tek başına zikretmemiş, affın, mağfiretin büyüklüğünü de müjdelemiştir.


Allah'ın huzurunda mahcup olmamanın yolunu göstermiştir.
KORKUYLA ÜMİDİN DENGESİNİ NASIL KURACAĞIZ?
Dostlar, korkuyla beraber ümidin de bir mü'minde olması şarttır. Bunların ölçüsü de bellidir. Çünkü kişide korku ağır basarsa, dünyayı bırakır alnını secdeden kaldırmaz. Ümit ağır gelirse bu sefer de, haram helâl ayırmaz, ibadete fırsat bulamaz. Peki bunun sağlıklı şekli nasıl olmalıdır?


ALLAH'TAN (c.c.) AYRILANIN MAHCUBİYETİ DE BÜYÜK OLUR
Kıymetli Dostlar, Allah Teâlâ'dan rahmetini umarak korkmak lazımdır dedik ama bir mü'minde olması gereken asıl korkunun ne olduğunu söylemezsek, mevzu eksik kalacak. Dostlar asıl korkumuz, bizleri sayamayacağımız kadar çok nimetin içinde, sağlık, sıhhat, afiyetle yaratan, emir ve yasaklarını, dinini bizlere öğreten ve o dini yaşayabilecek bir ortamı sunan, kusurumuzu, günahımız affetmek, duamızı kabul etmek için âdeta bahaneler yaratan, senelerce adını anmasak, hatta bazıları inkâr etse bile, başı her sıkışanı, kapısını her çaldığında asla reddetmeyen, geri çevirmeyen Rabbimiz Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkarıldığımızda, günahlarımızı görüp mahcup olma korkusu olmalıdır. Hesaba, Cennete, Cehenneme, azaba daha gelmeyin. Şu manzarayı gözünüzün önünde canlandırın. Melekler huzur-u ilâhiye getirdiler. Defter açıldı. Hazreti Allah'ın ihsanları, ikramları bir tarafta, kulun isyanları, günahları, rezaletleri yani nankörlüğü diğer tarafta. Sevgili Dostlar, bu dünyada bile, bizlere iyiliği dokunan bir kişiye nankörlük etmemek için, ona karşı mahcup olmamak için yeri gelir ne zahmetlere katlanırız. Ancak 'Nimetin asıl sahibine karşı mahcup olur muyuz?' diye bir kez aklımızdan geçirmeyiz. 'Şunu yaparsam, şu kadar günah, bunu yaparsam, bu kadar sevap' diye hesabı kitabı kendi âciz aklımızca yaparız. Cehennemden, Kabir azabından da korkarız inkâr etmeyiz hâşa ama, yahu 'Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkartıldığımda sadece bu günah sevap tüccarlığımı pazara serse melekler, mahcubiyetten cehenneme atlayasım gelir' diye de düşünmeyiz. Dostlar, Evliyaullahtan bir zât, bir gün vaazda cemaate şöyle seslenmiş; "Ey cemaat, siz yarın kıyamet gününde Allah'ın kullarına öyle uzun uzun sorular soracağını mı sanıyorsunuz? Bir şey soracak, hesap bitecek: ''Ey kulum ben sana şah damarından daha yakındım, her anında yanındaydım da, sen neredeydin!'' Başka soruya gerek kalmayacak. Tabi bu hitap karşısında artık utanır mıyız, sevap günah tablolarımızı mı çıkartıp sunarız; "bak şurada şu kadar namaz kıldıydım, burada bu kadar zekat verdiydim Ya Rabbi mi! deriz? Allah Teâlâ muhafaza etsin ama mahcubiyetten cehenneme atlayasımız mı gelir, orası bilinmez... Sevgili Dostlar, mü'min kişinin bu soruya vereceği cevabı düşünerek yaşaması icab eder vesselam...
ALLAH'I UNUTMAYAN GÜNAH İŞLEYEMEZ
Tasavvufta Terk'in sembolü olan tacını tahtını terk ederek kendini Allah yoluna veren Evliyaullahın büyüklerinden Hz İbrahim Edhem'in (k.s) huzuruna biri gelir ve durumunu arzeder.
- Kendimi günah işlemekten alıkoyamıyorum. Bana bu durumumdan kurtulmam için nasihat buyrun.Vicdan azabından kutulup huzur bulayım!
Hazret adamın gerçekten samimi olduğunu görünce, şöyle buyurmuş:
- Sana altı tane nasihat vereceğim.
Bunları tutarsan kolayca günahlarını terk edip huzura kavuşursun.
Adam heyecanlanarak; - Eyvallah! Bu kadarcık nasihatte ne ola ki, siz buyurun, hemen tutarım.
Demiş.
Hz. İbrahim Ethem (k.s.) başlamış anlatmaya:
- Günah işleyeceğin vakit; Kendisine karşı isyan edeceğin Zâtın mülkünde oturma, çık git! O'nun mülkünün dışında işle günahını!
Adam şaşırmış.
- Mümkünatı yok! Allah'ın mülkü olmayan yer var mı ki? Siz diğerini buyurun.
- Tam günah işleyeceğin vakit; İsyan edeceğin Zâtın, sana verdiği rızkı yememeye söz ver, sonra isyan et!
- Ben O'nun verdiği rızkı yemeden nasıl yaşarım? Başka rızık veren yok ki, onunla yaşayayım. Siz sonrakin buyurun.
- Aklına günah işleme fikri gelince Allah'ın seni görmeyeceği bir yere git.
Allah'ın hükmünün geçmeyeceği bir yerde işle. Tâ ki hesap verirken; Ya Rabbi! ben bu günahı, Senin hükmünün geçmediği bir yerde işledim, diyebilesin.
- Allah'ın görmeyeceği yer yok ki, oraya gideyim!
Bunun üzerine Hz. İbrahim Edhem (k.s.) - Mülkünde oturduğun, verdiği rızkı yediğin Zâta, hem de O'nun murakabesi altında isyan etmek revâ mı? demiş. Adam düşünmeye başlamış:
- Nasıl yani! Demiş. Siz ötekileri buyrun.
- Azrâil gelince de ki: "Kaza namazlarım ve borçlarım var. İzin ver de onları kılayım, borçlarımı ödeyeyim.
Sonra gel!"
- Bu da mümkün değil! Azrail'i şimdiye kadar kim durdurabilmiş ki ben durdurayım? Ölümün ileri veya geri alınmayacağını bilmiyor musunuz?
Siz diğerlerini söyleyin.
- Kabre girince sual için gelen Münker ve Nekir meleklerine de ki: "Sizi tanımıyorum, suallerinize de cevap vermiyorum, çekilin gidin buradan!"
- Buna kimin gücü yeter? Siz ötekini buyurun.
- Mahşerde sevab ve günahlarının tartıldığı sırada, terazinin günah kefesinden, günahın fazlasını al götür, kimsenin görmeyeceği bir yerde sakla.
Böylece günahından kurtul.
- Mümkünatı yok! Melekler var, koskoca mahşer halkı orada. Tek günahımı bile bağışlamazlar bana.
Hepsi de terazinin gözünde tartılır, benden hesabını sorarlar. - Azrail'i durduramıyorsun, sual meleklerine karşı koyamıyorsun, hesabını vereceğin günahlarının tekini dahi saklayamıyorsun, günaha nasıl cesaret ediyor, nasıl işliyorsun? Adam ellerini kaldırmış:
- Teslim! Ya İbrahim, teslim! demiş.
Bundan sonra günah işleyeceğim zaman bunları tek tek hatırlayacağım, sonra da nefsime diyeceğim ki:
- Ey nefis! Mülkünden dışarı çıkacaksan, verdiğin rızkı yemeden yaşayacaksan, görmediği yeri bulacaksan, Azrail'e dur diyeceksen, sual meleklerini kovabileceksen, günahlarından fazla gelen kısmı saklayabileceksen ben de seninleyim, işleyelim günahı.
Bunları yapmaya muktedir değilsen ey nefis, hiç boşuna uğraşma, sana günah falan işletmem, otur oturduğun yerde?
AYET-İ KERİME


HADiS-İ ŞERİF


SORDUM ÖĞRENDİM
Cemaate yetişebilmek için, bazen ikindinin sünnetini iki rekat olarak kılmakta mahzur var mı? Cemaat başlamışsa, iki rekat da kılınmaz. Cemaatle farz olan bir namazı kılmak da Efendimiz'in (s.a.v.) sünnetidir ve diğer sünnetlerden 27 derece efdaldir.
Bu bakımdan cemaate yetişmek için ikindinin sünnetini iki rekat olarak kılmakta mahzur yoktur.
Efendimizin, (s.a.v.) ikindinin sünnetini iki rekat kıldığı da olmuştur. "Resûlullah, ikindinin farzından önce, bazen iki rekat namaz kılardı." diye rivayet vardır. Ebu Dâvûd
DUA
