İşte Nihat Hatipoğlu'nun ilk yazısı

İlahiyatçı Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu bugünden itibaren her Cuma günü Sabah gazetesinde yazacak.

Giriş Tarihi 10 Haziran 2011, 00:00 Güncelleme 10 Haziran 2011, 14:02
İşte Nihat Hatipoğlu’nun ilk yazısı

İÇİNDEKİLER

Regaib Kandili'yle ATV seyircisiyle buluşan Nihat Hatipoğlu, bugün de Sabah gazetesi okuyucusyla buluştu. "Biz Rabbimize teslim olmuşuz" başlığıyla yazılan yazıda Hazreti Muhammed'i anlattı. İşte Hatipoğlu'nun ilk yazısı:

Biz Rabbimize teslim olmuşuz

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Peygamberimiz (s.a.v.) "besmeleyle başlanmayan hiçbir iş hayırla sonuçlanmaz" buyurur. Onun için Rabbin Yüce adına sığınıp başladım. O'ndan başka neyimiz ve kimimiz var ki.

Veren O, alan O, lütfeden O, esirgeyen O, daralınca kapı açan O, azınca kapıyı kapatan O, kendisini inkâr edene bazen sonuna kadar yağdıran O, yağdırırken imtihan eden de O, mümine bazen kısan O, dünyada kıstıkça ahrette kapıyı açan da O, içten geçeni duyan da O, içten geçeni yaratan da O, yaratırken kulunu talebine göre yaratan O, onun için kulunu kötü talepten yargılayan O, iyi talepten dolayı da mükâfatlandıran O, her şeyin başı O, her şeyin sonu O. O, var ol dediği için varlık var. O, yok ol dediği an varlık var olmayacak. O'na sonsuz hamdolsun.

Biz Rabba teslim olmuşuz. Tedbirden sonra tevekkül etmişiz. O'ndan gelene razı olmuşuz. Verirken hamd etmişiz, alırken sabretmişiz. Kapısında beklemeyi zül saymamışız. O'nun kapısında beklemeyi iman saymışız. Elimizi açmış, sadece O'ndan dilemiş, dilenmişiz. Başkasının kapısında el eman dememişiz. Ama Rabbin kapısında el eman demeyi rahmet bilmişiz. Seni aramadan bilmişiz, iman etmişiz. Seni aramak isteyene, o yüceler yücesi malumdur marufdur. Malumun ilamına gerek yok ki demişiz.

Son elçi ve son Peygamber Hz. Muhammed'e (s.a.v.) iman etmişiz, onun gör dediklerini görmüşüz, inan dediğine iman etmişiz, uzak dur dediğinden uzak durmuşuz. Heva ve hevesimizi, Peygamberimizin yoluna bağlamışız. O'nun sevdiğini sevmişiz. Uzak durduğundan uzak durmuşuz.

O yüce Peygambere şöyle iman etmişiz: Allah'ın son elçisidir. Bütün Peygamberlerin mirasına sahip olandır. O'na inen kitap son ve değişmemiş vahiydir. O, tertemiz bir insan olan Abdullah'ın oğludur. Peygamberlikten önce de temiz yaşamıştır. Peygamberlikten sonra da. En büyük mucizesi Kur'anı Kerimdir. Bunun dışında miraç gibi, gökteki ayı yarmak gibi, Bedir'de meleklerle yardım görmek gibi, gelecekten -Allah'ın müsaade ettiği kadarınca- haber vermek gibi yüzlerce mucizesi vardır. Tek bir mucize bile göstermeseydi, biz yine şüphesiz O'na iman ederdik. Hz. İsa ölüleri diriltirdi, O hem maddi ve hem manevi ölüleri diriltti. Bir dokunuşuyla, bir bakışıyla en azılı düşmanlarının bile kalbini kazandı.

Rahmet Peygamberiydi. Kan ve intikamdan terör ve baskıdan nefret ederdi. Müşrik olan akrabalarıyla bir an bile bağını koparmadı. Kem söz söylemez, kem söz dinlemezdi. Güzelliği, Hz. Yusuf'tan da öteydi. Bir çocuğun gözyaşını dindirmek O'nun için Firdevs cennetinden de öteydi. Kölelerle oturur, yetimlerin başını okşardı. Yoksullarla ekmeğini paylaşır, sofralarına otururdu. Büyüklenmeden nefret ederdi. En sevdiği şey "Allah'ın kulu ve Resulü' olarak anılmaktı. Beni fazla överek Hz. İsa gibi uçurmayın derdi. Derdi olanla dertlenirdi. Kendi derdini içine saklardı. Bedeni insanlarla, ruhu Rabbiyle beraberdi.

Hz. Peygamber'e (s.a.v.) yönelmiş müthiş sevgiye karşı bazı ilahiyatçılarda anlaşılmaz bir hazımsızlığın kabardığını hayretle gözlemliyorum. Halkın Hz. Resulü hazmetmesinden, hazzetmesinden dolayı hazımsızlığa düşen bazı ilahiyatçıların varlığını görmek bunların derdi ve hedefi nedir sorusunu sorduruyor bize. İlerideki yazılarımda bu hazımsız yazıları ve cevaplarımı satır satır aktarırım size. Kendilerince, milletin bozuk akidesini düzeltecek olan bu zevat (!) kendilerini de, arkalarına takılacakları da nasipsiz bıraktıklarının farkında bile değiller. Hz. Peygamberin mucizelerinden, O'nun sevilmesinden, övülmesinden kim rahatsız olabilir. Kalbinde maraz, kıskançlık ve haset ateşi yanmış olandan başka kim rahatsız olabilir.

Makalelerinde, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) adını anarken "sallallahü aleyhi ve sellemin" kısaltılmış hali olan "s.a.v."i bile çok gören ve buna bilimsellik! yaftasını yapıştıran müzebzeb din yazarından ne beklenir. Allah (c.c.) "Peygambere salat ve selam getirin" buyuracak, bizim ilahiyatçımız ben bilim adamıyım, tarafsızım diye salat ve selamını bile esirgeyecek! Neyin tarafı değilsin? Yoksa Hz. Muhammed'e (s.a.v.) imanında mı sıkıntın var.

Son dönemlerde, ilahiyatçıların bir kısmında sudan bahanelerle Hz. Peygamber'i (sav) etkisizleştirme, dini Peygamberden ayırma faaliyetini görüyorum. Sanırsınız ki onlar Kuran-ı Kerim'i, Kuran'ın nebisinden daha iyi anlıyorlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkında yazarken öyle edepten yoksun, öyle savruk cümleler kullanıyorlar ki sanki yılların birikmiş bir hıncını kaleme döküyorlar.

Aslında bu, hayli eski, hayli kadim bir hastalıktır. Suret-i haktan görünüp, iman edenlerin yüreğinden Muhammed Mustafa (s.a.v.) sevgisini kazımaya çalışmak. Böylece iman edenleri boş, manasız, derunundan uzak, serseri dalgalar gibi sağa-sola savrulup köpüğe dönüşen zerreler haline getirmek. İslam düşünürlerinin bir darbı mesel haline getirdikleri "Hasired dünya ve'l ahire = dünyası da ahreti de heder olmuş" olanlardan etmesin Rabbim bizi.

Bu benim SABAH gazetesindeki ilk yazım. Diledim ki ilk yazımda hem Rabbimle ve hem de Peygamberimle ahdimi, misakımı, emanımı tazeleyeyim. Ve hem de ifsad eden müfsidlerden haberdar olduğumuzu belirteyim.

Bu satırlarda kin, kavga, nefret değil, sevgi, merhamet, saygı, dostluk, akıl ve vicdanı bulacaksınız. Bu satırlarda ayrı gayrı değil, beraberlik olacaktır. Ötekileştirme, gayrileştirme değil, aynileştirme olacaktır. Elbette bazı şeyleri tenkid edeceğim, ama kırmadan, dökmeden, üzmeden. İnşaallah.

NİHAT HATİPOĞLU'NA YÖNELTİLEN SORULARIN CEVAPLARI İÇİN TIKLAYINIZ!