Yıllarca adet öncesi sendromu (PMS) üzerine çalışan psikolog Dr. Sarah E. Hill, kadınlara yıllardır yanlış bilgiler aktarıldığını söylüyor. Hill'e göre regl öncesi dönemde yaşanan sinirlilik, yorgunluk, iştah artışı ve duygusal dalgalanmalar bir hastalık belirtisi değil; vücudun hamileliğe hazırlanma sürecinin doğal bir parçası.
Dr. Hill'e göre, PMS semptomları—sinirlilik, duygusal dalgalanmalar, yorgunluk veya iştah artışı—kadınların zayıf olduğu anlamına gelmiyor. Bu belirtiler, vücudun luteal faz denilen döngü evresinde progesteron hormonunun artışıyla birlikte hamileliğe hazırlandığının göstergesi. Hill, "Kadınların döngülerinin ikinci yarısında hissettikleri değişimler bir bozukluk değil, biyolojik olarak anlamlı sinyallerdir" diyor.
Üreme çağındaki kadınların yüzde 75 ila 90'ının PMS belirtileri yaşadığı biliniyor. Ancak Hill'e göre bu oran, "sendrom" olarak değil, "doğal hormonal değişim" olarak ele alınmalı. Çünkü evrimsel açıdan bakıldığında, doğurganlık çağında kendini kötü hissetmeye neden olan bir genetik özellik uzun süre hayatta kalamazdı.
Adet döngüsünün ilk yarısında östrojen baskınken, yumurtlamadan sonra devreye progesteron giriyor. Progesteron, beyinde allopregnanolon adlı bir nörosteroidin salınmasına neden oluyor. Bu madde, GABA reseptörlerini uyararak beynin daha sakin ve yavaş çalışmasını sağlıyor. Yani luteal fazda kadınların kendini daha yorgun, içe dönük veya duygusal hissetmesi aslında doğal bir koruma mekanizması.
Ancak bu dönemde hormonlar çok hızlı değiştiği için—progesteronun artışı yüzde 2400'e, östrojenin artışı ise yüzde 900'e ulaşabiliyor—vücut bu geçişte sarsılıyor. Bu da ruh hali değişimlerini, şişkinliği, iştah artışını ve enerji dalgalanmalarını tetikliyor. Hill, "Bu hormonlar kontrolden çıkmıyor, sadece görevini yapıyor. Biz bu değişimlere yanlış tepki veriyoruz" diyor.
❤️ İLİŞKİ KAYGISI, KISKANÇLIK VE İÇSEL ÇEKİLME
Hill'in araştırmaları, luteal fazda kadınların ilişkisel tehditlere karşı daha duyarlı hale geldiğini gösteriyor. 2018 yılında Hormones and Behaviour dergisinde yayımlanan bir çalışmada, kadınların bu evrede "terk edilme korkusunun" arttığı ortaya kondu. Bu da ilişkilerdeki küçük anlaşmazlıkların daha ciddi algılanmasına yol açıyor.
Bir kadın katılımcı, luteal fazda eşinin bulaşık makinesini yanlış yerleştirmesini bile "saygısızlık" olarak hissettiğini aktardı. Hill, bu tepkilerin bilinçsiz olmadığını, beynin "potansiyel zararı" sezme eğiliminin hamileliğe hazırlık döneminde doğal olarak arttığını söylüyor.
Kadınların luteal fazda neden tatlı ya da karbonhidrat isteğiyle dolduğunu Hill bilimsel olarak açıklıyor. Bu dönemde kalp atış hızı, solunum ve enerji kullanımı artıyor; vücut yüzde 10'a kadar daha fazla kalori yakıyor. Dolayısıyla kadınların aslında günde ortalama 150–170 kalori fazlaya ihtiyaçları var.
Progesteron, insülin duyarlılığını azaltarak hücrelerin şekere erişimini zorlaştırıyor; bu da kan şekeri dengesizliği ve yeme isteğiyle sonuçlanıyor. 2013'te Journal of Abnormal Psychology'de yayımlanan araştırmaya göre, duygusal yeme ve aşırı iştah en yüksek seviyesine tam da bu dönemde ulaşıyor.
Hill, "Kadınlara 'kendine hakim ol' deniyor ama bu biyolojik olarak anlamsız. Bu dönemde vücut besin istiyorsa, buna karşı çıkmak değil, doğru şekilde karşılamak gerekir" diyerek kalori kısıtlamasının kadın hormonlarına zarar verebileceğini söylüyor.