Kütahyalı'dan çok konuşulacak Gülen yazısı

“Hizmet'in gazetelerinde çıkan kimi vesayetçi tuhaf yazılar bu yanlış izlenimi doğuruyor” yazan Rasim Ozan Kütahyalı, Fethullah Gülen’in vesayetçi olduğuna inanmadığını ve inanmak istemediğini söyledi.

Giriş Tarihi: Güncelleme Tarihi:
Kütahyalı'dan çok konuşulacak Gülen yazısı
Ergenekon Davası'nda sona yaklaşılırken Ergenekon örgütünün yerine yeni bir vesayetçi güç mü geçecek sorusu akıllara geliyor. Bugünkü yazısında bu konuya dikkat çeken Sabah gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı, ""Hizmet'in gazetelerinde çıkan kimi vesayetçi tuhaf yazılar bu yanlış izlenimi doğuruyor" dedi. Kütahyalı,Gülen'in vesayetçi olduğuna inanmadığını ve inanmak istemediğini yazdı.

Rasim Ozan Kütahyalı'nın bugün sabah gazetesinde yayınlanan "Ergenekon ve Fethullah Gülen" başlıklı yazısı:

"5 Ağustos'ta asrın soruşturması Ergenekon davasında kararlar açıklanacak. İlk
duruşmanın yapıldığı tarih 20 Ekim 2008'i hiç unutmuyorum. Henüz iki aylık köşe
yazarıydım. Toplumun çok çok küçük bir bölümü beni tanıyordu henüz. Zalim
askeri vesayet rejiminin tarihini iyi bilen ve bu bozuk düzenden nefret eden 27
yaşında bir genç olarak kendi kendime kanımın son damlasına kadar darbecilerle
ve bu düzenle savaşacağıma yemin etmiştim. Elimdeki imkânı bu yönde
kullanacaktım. Temel amacım buydu.
***
O günlerden itibaren hem köşemde hem de çıktığım ekranlarda olabilecek en
etkili dille mücadele etme gayretinde oldum. Etkin ve etkili olmak önemliydi.
Hiçbir etki ve yankı yaratamayıp "Ben de bunu dedim. Ben de şu tavrı
koydum" demenin hiçbir anlamı ve önemi yoktu. Yazılı ve görsel medyayı
kullanarak olabildiğince geniş kesimlere sesimi duyurmak istiyordum. Darbeci
generallere ve onların yardakçılarına karşı oluşmuş korku duvarının yıkılması en
büyük hedefimdi. Bu hedef uğruna freni patlamış kamyon gibi üzerine gittim
darbecilerin. Ekranlarda hançeremi yırtarcasına suratlarına bağırdım.
***
Evet, suratlarına tükürür gibi bağırdım bugüne kadar adı korkuyla anılan adamlara,
hiç saygı duymadım onlara. Onlar da boş durmadı, beni dava manyağı yaptılar. Bir
ara davaları topladığında 200 yılla yargılanır hale gelmiştim. Ama umrum değildi.
Darbe ortamı yaratmak için cinayetler işleyen, Hrant'ımızı öldürten bu alçakların
nesine saygı duyacaktım? Namaz kılmayı ve Kürtçe konuşmayı bile suç sayan bu haysiyetsizlerin yüzüne tükürmek bile az
bir davranıştı. Artık tabular yıkılmalıydı. TSK'nın bizlerin yani halkın hizmetkârı bir kurum olduğunu herkes bilmeliydi.
Generallerin memur olduğunu ve Başbakan emrettiğinde hepsinin hizaya geçeceğini herkes duymalıydı. "Başbakan
emredecek ve tüm generaller hizaya geçecek. Hepsi haddini bilecek" sözünü bir slogan gibi çıktığım her ekranda
söylüyordum. Basit bir anayasal gerçeği hatırlattığım için bile "TSK'yı tahkir ve tezyif"ten bana dava açılıyordu.
Generaller anayasanın gereği olan "Başbakan'ın emrinde olmak"tan utanıyorlardı. Onlara göre Başbakan TSK'nın işleyişine
karışmamalıydı. Yargı, üniversite ve medya dünyasında da çok destekçisi vardı bu vesayetçi düzenin.
***
İşte Ergenekon davası bu sakat ve sapık zihniyetin tasfiye davasıydı. O yüzden dört elle sarılmak lazımdı bu davaya. Bu
soruşturmayı yürüten emniyetçilerin ve savcıların hiçbirini tanımıyordum. Muhabir kökenli olmadığım için kontağım ve
bağlantım da yoktu. Tek şeye odaklanmıştım. Bu zalim vesayet rejimi yıkılmalıydı. Hâlâ tanışmadığım bir adam olan
Zekeriya Öz başta olmak üzere bu ekibe tam destek verdim. Ergenekon cephesinde bu ekip "Fethullahçı" olarak
biliniyordu. Ergenekon meselesine kafayı takan medya daha çok cemaat medyasıydı. Taraf da öyle görülüyordu. Haliyle
benimle ilgili de "Fethullahçı" lafı yayılmaya başladı. Öyle ki hükümetin bir bakanı bile "Seni biz de Fethullah Gülen'in
özel yetiştirdiği bir adam olarak biliyorduk" dedi bana. Ben hiçbir zaman bu laflardan rahatsız olmadım. Bilakis
darbecilere karşı kim savaşıyorsa onların yanında olmak bana gurur veriyordu. Fethullah Gülen ve Hareketi'nin bu
davaya baş koyması muhteşem bir olaydı. Bu emniyetçiler ve savcılar "cemaatçi" olsun ya da olmasın, hiç
önemli değildi. Yaptıkları iş önemliydi. Ve her şeye rağmen bu ekip tarihe altın harflerle geçmiş bir ekiptir."
HHH 2008'den 2013'e benim çizgim değişmedi. Ben vesayetçilerle "Generaller gitsin de, o vesayet koltuğuna
başka bürokratlar ve savcılar otursun" diye savaşmadım. Gülen Hareketi'nin de "Vesayetçilerin koltuğuna biz
oturalım. Bundan böyle hükümet kim olursa olsun, ülkeyi biz yönetelim" diye Ergenekon mücadelesine
giriştiğine inanmak istemiyorum. Fethullah Gülen Hocaefendi'yi bu ülkenin çoğunluğu gibi ben de seviyor ve sayıyorum.
Bu milletin çoğunluğu da buna inanmıyor, inanmak istemiyor. Hizmet'in gazetelerinde çıkan kimi vesayetçi tuhaf
yazılar bu yanlış izlenimi doğuruyor. İnanıyorum ki 5 Ağustos bu konuda da olumlu bir milat olacaktır.