Başbuğ'dan son savunma

Ergenekon davasının görüldüğü duruşmada hâkim karşısına çıkan Genelkurmay Eski Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmasını yaptı.

Giriş Tarihi 07 Haziran 2013, 00:00 Güncelleme 07 Haziran 2013, 18:51
Başbuğ’dan  son savunma

İÇİNDEKİLER

Başbuğ şunları söyledi: Bu orduda, erden orgeneral /oramirale kadar herkes arasında "silah arkadaşlığı" bağı, duygusu ve dayanışması vardır. Silah arkadaşlığının göstergesi de karşılıklı olarak duyulan ve gösterilen sevgi, saygı, güven ve vefalı davranıştır. Bu ordu, bu ülkenin ürettiği harp silah ve araçları ile donatılmayı hedeflemiştir. Bu ordunun varoluş nedeni, sadece içinden geldiği Türk Milletine hizmet etmektir. Türk Milletine hizmet etmek, senin kurduğun ve yaşattığın devletin bağımsızlığını, üzerinde yaşamakta olduğun toprakların bölünmezliğini ve Türk Milletinin, yani senin, bütünlüğünün korunması demektir. Türk Ordusu, kendisine tevdi edilecek bu görevleri her an başarı ile yerine getirmek üzere hazır olmak zorundadır. Bu nedenle, Türk Ordusu kendisini güçlü ve özgün kılan, milli ordu niteliğine ve kendi içindeki bütünlüğüne olabilecek her türlü olumsuz etkilere karşı dikkatli bulunmak ve gerekli görülen tedbirleri de zamanında almak mecburiyetindedir. Bu sorumluluk ve görev de, öncelikle, silahlı kuvvetlerin komutanı olan Genelkurmay Başkanına verilmiştir.

"TÜRK ORDUSUNA KARŞI BUGÜN BİLİNÇLİ VE KASITLI BÜYÜK BİR HAKSIZLIK YAPILMAKTADIR"

"Türk Ordusunun milli ordu oluşandan rahatsızlık duyanlar dün vardı. Bugün de varlar. Yarın da olacaklardır" diyen Başbuğ, " Onların yapacağı ilk şey Türk milletinin, senin, orduna duyduğun tarihi güven ve sevgiyi tahrip etmektir. Böylece Türk Ordusu, senin gözünde itibar kaybedecek ve kalbindeki şerefli konumu da yok olacaktır. Nasıl mı? Her şeyden önce, senin gözünde, bugün hala Türk Ordusunun darbe ile yatıp kalkan bir ordu olduğu şeklinde bir algı oluşturulmalıdır. Türk Ordusunun geçmişinde yaşanan bazı olaylar da bu açıdan bir avantajdır. Bu avantaj kullanılarak yürütülecek psikolojik harekat ile istenilen olumsuz algı toplum üzerinde kolaylıkla yaratılabilir. Onlar için, bugün Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hataları örten, suç ve suçluyu koruma durumunda olmaması hiç önemli değildir.

Aslında, Türk Ordusuna karşı bugün bilinçli ve kasıtlı büyük bir haksızlık yapılmaktadır. 2008 ile 2010 yılları arasında, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı çok kapsamlı asimetrik psikolojik harekat yürütülmüştür. Asimetrik psikolojik harekatta büyük bir eşitsizlik söz konusudur. Asimetrik denilmesinin nedeni de budur. Türk Ordusu büyük bir kurumdur. Yani büyük bir hedeftir. Faaliyetleri açıktır, alenidir. Büyük bir kurum için de, manipüle edilebilecek, istismar edilebilecek olayların bulunması zor değildir. Böylece, karşı tarafın elinde çeşitli kanallardan kendisine servis edilen ve istismar, manipüle edilerek düzmece olaylar çıkartılmaya müsait pek çok bilgi olabilir. Karşı tarafın elinde, her dakika kullanabileceği sayısız derecede iletişim araç ve imkanları vardır. Bunlara karşılık, sizin ise hem iletişim imkanlarınız yok derecede kısıtlıdır, hem de her dakika konuşma fırsatınız, lüksünüz de yoktur" ifadelerini kullandı.

"TANIK OLARAK DİNLENİLMESİ KARARI ALINMASINA RAĞMEN, NEDEN SONRA VAZGEÇİLDİ?"

Başbuğ, "Asimetrik psikolojik harekatta, size karşı yürütülen taarruzi harekata, savunmada kalarak istenilen sonuçları elde edemezsiniz. Ancak, siz bir devlet kuruluşu olarak yalnız yasalar içinde kalmak zorunda olmayıp, aynı zamanda etik ve ahlaki kurallara da uymak zorundasınız. Karşı tarafın ise bu konulara karşı zorunluluk duymadığı gibi, saygısı da yoktur. Bu nedenle de biliniz ki; sıkı kuralları olan bir dünyada yaşayıp, kuralları olmayan bir dünya ile mücadele etmek hemen hemen imkansızdır. Yürütülen psikolojik harekat ile istenilen algı oluşturulduktan sonra, sapla samanı karıştırarak, asılsız, hiçbir somut delile dayanmayan iddialar ileri sürülerek, askeri personele adli yargılama yolu da açılabilir. İşte böylece, istenilenler tutuklanmış, istenilenler Türk Ordusundan, senin ordundan tasfiye edilmişlerdir. Biraz önce ifade edilenleri sanki teyit edercesine, bu mahkeme tarafından tanık olarak dinlenilmesi kararı alınan, nedense sonradan vazgeçilen bir kişinin, 2008 yılı Ocak ayında bir gazetede çıkan yazısında şöyle deniliyordu: "Darbe planı revize edildi. 2008 yılının şuradan hemen sonraki ilk altı ayı hazırlık evresi, 2009 yılının ilk çeyreğinden sonraki en uygun takvim de eylem zamanı" Bu yazılana göre; ortada revize edilen bir darbe planı vardı veTürkiye'de 2009 yılı baharında, birileri darbe teşebbüsü amacıyla cebir ve şiddet eylemlerine başlayacaktı. Ortada revize dilen bir darbe planının varlığından bahseden, bu kişinin, mahkeme tarafından tanık olarak dinlenilmesi kararı alınmasına rağmen, neden sonra vazgeçildi? Neden? Nerede bu revize edilen darbe planı diye soru sorulmasından vazgeçildi? Bu iddia, bu dava için önemli değil midir? Balyoz Davası olarak bilinen davada yaşanan, iddia edilen "Balyoz Darbe Planı" fiyaskosu gibi bir olayın tekrarlanmasından mı kaçınıldı?" diye sordu.

"HEPİNİZ, HEPİMİZ, HATTA BELKİ SİYASET KANDIRILIYOR"

Başbuğ, "Peki, 2009 yılı bahar aylarında neler yaşandı? Darbe amaçlı cebir ve şiddet eylemleri yaşandı mı? Hayır. Ancak, 2009 yılı bahar aylarında başlayarak, giderek yoğunlaşan bir şekilde ortalığa; isimsiz ve imzasız ihbar mektupları, düzmece dijital veriler, gizli tanık ifadeleri saçılmaya başladı. Bu durumu, gözaltına alınmalar, ifadeler, tutuklamalar, sayısız iddianameler ve takibi bile mümkün olmayacak mahkeme süreçleri takip etti. Günün hangi saatinde, hangi televizyonu açarsanız, hangi gazeteye bakarsanız, mutlaka bu olaylara ilişkin bir habere rastlanıyordu. Bu durum, maalesef bugün de devam etmektedir. Yaşanılanlara bakılınca, 2008 yılı Ocak ayında kaleme alınan yazı ile kastedilenin, başka bir merkez tarafından tespit edilen bir eylem takvimi olup olmadığı sorusu haklı olarak insanın aklına geliyor. Gelin bu sorunun cevabını da bir köşe yazarının, 17 Kasım 2009 günü yazdığı oldukça iddialı olan yazısında arayalım: Yazı 2009 yılı Ekim ayının sonunda Cumhuriyet Başsavcısı'na gönderilen bir ihbar mektubu hakkında idi: "Ben size bir sır vereyim. Hepiniz, hepimiz, hatta belki siyaset kandırılıyor. Size söyleyeyim, ortada "ihbarcı bir subay" falan yok. Belgelere bakınca, görüyorsunuz ki, bunlar uzun zaman içinde toplanmış, farklı birimlerden, farklı dönemlerden belgeler. Bunları tek bir subay toplamış olamaz. Çünkü belgeler uzun dönemde, sistematik bir çalışmanın ürünü" diye konuştu.

"OLAYLARIN BİR MERKEZ TARAFINDAN PLANLANDIĞINI VE UYGULANDIĞINI SÖYLEMEK HİÇ DE YANLIŞ OLMAZ"

Başbuğ, "Belli ki bu belgeler zaman içinde TSK'den dışarı çıkarılıp toplanmış, biriktirilmiş ve dosyalanmış. Ama birileri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor, gündemde diri tutuyor. Ve bence bu çalışmalar bir kişinin ürünü falan da değil. Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var. Yaşanılan olaylar, yapılan değerlendirmenin ciddiye alınacak boyutta doğru olduğunu göstermektedir. Olayların bir merkez tarafından planlandığını ve uygulandığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Özellikle 2009 ve 2010 yıllarında, isimsiz ve imzasız ihbar mektuplarına, bir yerlerde hazırlanmış düzmece dijital verilere, gizli tanık ifadelerine dayanılarak, Türk Silahlı Kuvvetleri personeline yönelik ortaya iftiralar atılmış, suçlamalar ileri sürülmüştür. Adeta hakarete varan ifadelerle Türk Ordusunun tümü suçlu olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bu durum elbette personeli tedirgin etmiş ve moralini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu haksız saldırılar karşısında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin korumasız bırakılmaması ve kamuoyunun doğru bilgilerle donatılması görevi, Türk Ordusunun Komutanı olarak Genelkurmay Başkanına aittir. Ben de, bu yapılan haksız saldırılara karşı sorumluluğum ve yetkilerim içinde kalarak, bütün gücümle mücadele ettim. Bu çerçevede 26 Haziran 2009 günü söylediğim gibi, elde mevcut olan duyumlar ve bilgileri ilgili makamlarla paylaştım. Yapılması gereken hususlara ilişkin düşünce ve önerilerimi de kendilerine ifade ettim. Ben yaptıklarımın bulunduğum makamın bana yüklediği görev ve sorumluluklar içinde olduğunu düşündüm. Bugün de aynı düşünceyi taşımaktayım. Bugün ben terörle mücadeleye etkin biçimde katılan çok sayıda askeri personelin ve Cumhuriyetin kazanımlarının ve sorumluluklarının farkında olan çok sayıdaki aydının bu davada sanık olarak yargılanmalarını bir tesadüf olarak görmüyorum" ifadelerini kullandı.

"TÜRK ORDUSUNUN ZAYIFLATILMASI, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN BEKASINI İLGİLENDİREN BİR SORUNDUR"

"Bugün 457 emekli ve muvazzaf asker tutukludur" diyen Başbuğ, "Çeşitli dava ve soruşturmalarda 2 bin civarında askerin ismi geçmektedir. Balyoz isimli dava kullanılarak, silahlı kuvvetlerden çok sayıda askeri personelin tasfiye edilmesini tesadüf olarak görmüyorum. Bu sayılar bazıları tarafından önemsenmiyor olabilir. Ancak bu rakamın niteliği çok önemlidir. Bugünün ve yarının komuta kademelerinde yer alabilecek niteliklere sahip personel ordudan uzaklaştırılmıştır. Aziz Milletim; buraya kadar size anlatmaya çalıştığım nokta şudur: Türk Ordusunun zayıflatılması, Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasını ilgilendiren bir sorundur. Bu durum sadece ve sadece düşmanlarımızı memnun eder" diye konuştu.

MAHKEME BAŞKANI ÖZESE, BAŞBUĞ'U UYARDI

Başbuğ, "Bu ihbar mektubunu yollayan vatansever subay nerede? Ben ve silah arkadaşlarım bu vatansever subay yüzünden burada yatıyor. Bu vatansever subay niçin ortaya çıkmıyor? Neden burada değil? Neden araştırılmıyor" diye sordu. Mahkeme Başkanı Özese ise, "Mahkemeden hesap sorar şekilde beyanda bulunuyorsunuz. Kimse mahkemeden hesap soramaz" diyeren Başbuğ'u uyardı. Başbuğ, "Ben hesap sormuyorum. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nda yürütülen soruşturma vardı. Onun sonucunu soruyorum" diye konuştu. Duruşma Başbuğ'un savunma yapması ile devam ediyor.