Son 15 yılın en iyi 100 filmi

15. yılını kutlayan Sinema dergisi, yayın hayatı boyunca çekilmiş en iyi 100 filmi seçti. Bu seçki, son 15 yılın sinemasına ışık tutan ve bu dönemde öne çıkan eğilimleri özetleyen bir nitelik taşıyor. İşte söz konusu filmler:

author-1
takvim.com.tr
ÖNCEKİ RESİMLER İÇİN TIKLAYINIZ
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
70-Uzak (2002)
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan Oyuncular: Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak, Zuhal Gencer

Nuri Bilge Ceylan, kasaba ya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor ‘Uzak’ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğu, ustalığı, özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. ‘Ne söylesek övgü olur!’ diyebileceğimiz mekân ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter çizimleri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı ‘Uzak’. (...) Ceylan’ın ilk iki filmine oranla biraz daha ‘çeşitlendirdiği’ oyuncu kadrosu, ‘Uzak’ın en çok takdir edilmesi gereken yanlarından, senaryonun sağladığı geniş ama gayet iyi hesaplanmış hareket alanı içinde, son derece özgür ama bir o kadar da ‘yönetmene bağlı’ biçimde performans gösteriyor. (...) Ceylan, çoğu seyircinin her iki ana karakterde de kendisinden çok şey bulup, kâh biri, kâh diğeri olacağı, yer yer ‘dejavu’ duygusu bile uyandırabilecek, dupduru, ticari sinemanın her türlü klişesinden uzak, tadına, samimiyetine, sıcaklığına doyulmaz bir filmle doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürüyor.” Sinema Ocak 2003 / Sayfa 14 –Tunca Arslan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
69-Ruhların Kaçışı - Sen to Chihiro no kamikakushi (2001)
Yönetmen: Hayao Miyazaki Seslendirenler: Rumi Hîragi, Miyu Irino, Mari Natsuki

Ruhların Kaçışı’ bizlere, görmek istemediklerinizi reddetmeyin diyor. Kolay kolay hayal edilemeyecek bir evreni gözle görülür kılarken, farklı olanı ve hayattaki zıtlıkların varlığını kabul etmeyi öneriyor. İçerdiği tematik zenginlik bir yana, ‘Ruhların Kaçışı’ görsel açıdan da büyüleyici bir anime. Hayao Miyazaki’nin üstün hayal gücünden çıkıp gelen tasarımlar, hem filmin içeriğine destek oluyor, hem de seyirciye en şahanesinden bir rüya sunuyor. Senaryo ise bir ‘bildungsroman’ı aratmayacak zenginlikte. Miyazaki, Chihiro’nun ruhlar alemindeki yolculuğunu müthiş bir olay örgüsüyle veriyor. Küçük kızın tanıştığı her yeni karakter, önüne çıkan her yeni görev, filmin dramatik yapısını zenginleştiren ve sağlamlaştıran bir düğüme dönüşüyor. Sinema tarihinde çocukluğu geride bırakmak, olgunlaşmak ve hepsinden önemlisi kendini bulmak (Chihiro’nun başarması gereken şeylerden birisinin de gerçek ismini geri almak olduğunu unutmamak gerek) üzerine çekilmiş en iyi filmlerden birisi olan ‘Ruhların Kaçışı’nı bir başyapıt olarak tanımlamak hiç yanlış olmaz. Miyazaki’nin bizzat ifade ettiği gibi, hem 10 yaşında olmuş, hem de 10 yaşında olacak insanlara hitap ediyor, yani herkese...” Sinema Temmuz 2004 / Sayfa 18 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
68-İnce Kırmızı Hat - The Thin Red Line (1998)
Yönetmen: Terrence Malick Oyuncular: Sean Penn, Adrien Brody, Ben Chaplin

Donanmanın ön kolu, Guadacanal üzerindeki adalardan birine çıkartma yaparken uzun süre (yaklaşık bir saat) düşmanın en küçük bir suretini bile perdeye düşürmüyor Malick. Bu noktalarda film, savaşın anlamsızlığını, bir paranoya esprisi içinde mi bize yansıtmak istiyor diye düşünüyorsunuz. Bütün bu aşamalarda adanın doğal örtüsünü oluşturan upuzun otlar, bir Tarkovski yapıtından ödünç alınmış kadrajlarla karşımıza geliyor ve filmin yüreğimize açtığı hüzün hanelerine, her bir karede yenileri ekleniyor. Malick bu bölümlerde yavaş yavaş tezlerini de açmaya başlıyor. Mesele insanın insanla savaşı değil, insanın doğayla savaşıdır. Nitekim ardından da iki tarafı karşı karşıya getiriyor yönetmen. Ama bu karşılıklı mücadelenin özellikle ikinci bölümü muhteşem. Amerikalılar ve Japonlar bir sıcak çatışmayla birbirlerine girerken, dış sesler yerini aryalara bırakıyor ve bir belgesel tadı hakim oluyor filme. Burada, neyin kavgasını yaptığını bilmeden akıl dışına taşan insan görüntüleri, kolay kolay belleklerden silinmeyecek kadrajlarla karşımıza geliyor. Bu sahneler, savaşın anlamsızlığı üzerine sinema tarihindeki en anlamlı sahneler belki de.” Sinema Mart 1999 / Sayfa 19 –Uğur Vardan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
67-Amerikan Güzeli - American Beauty (1999)
Yönetmen: Sam Mendes Oyuncular: Kevin Spacey, Annette Bening, Thora Birch

Tiyatro kökenli İngiliz yönetmen Sam Mendes’in Amerikan banliyö yaşamı ve orta yaş krizinin olası faydaları üzerine gerçekleştirdiği filmde, Lester Burnham ve çoktan işlevsizleşmiş çekirdek ailesinin geçirdiği değişimi (daha doğrusu parçalanmayı) izliyoruz. Hazır yaşam tarzlarını sorgulamadan benimsemeye, seçme ve isteme yetisini yitirmeye karşı savaş açan ‘Amerikan Güzeli’, tıpkı ‘Dövüş Kulübü’ gibi uyandırmaya yönelik bir tür ‘çalar saat’ kimliğine de bürünüyor. (...) Senarist Alan Ball ve yönetmen Sam Mendes, yüzeyin ardına düzenledikleri yolculukta çıkış noktası olarak ‘güzellik’i kullanıyorlar. Hem yüzeydeki güzelliği hem de gizli güzelliği... (...) Neyin güzel, neyin çirkin hatta neyin doğru neyin yanlış olduğu konusundaki hazır kalıplar, zaten bireylere bırakılmadan gündelik hayatın içine yedirildiğinden, özel bir çaba harcamadan yaşantımıza işliyor. Bir anlamda, farkına varmadan paketler halinde hazır beğeni satın alıyoruz. ‘Amerikan Güzeli’, insanın hayatında durup soluklanmasını ve kitleler için üretilen bu beğenilerin/değerlerin peşine, onları hiç sorgulamadan takılmanın hayatı nasıl şekillendirebileceğine (ya da şekilsizleştirebileceğine) bakmasını salık veriyor.” Sinema Ekim 2002 / Sayfa 94 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
66-21 Gram - 21 Grams (2003)
Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Oyuncular: Sean Penn, Naomi Watts, Benicio Del Toro

'21 Gram' çözülmeyi bekleyen bir puzzle değil. Kurduğu cümleler, ne demeye çalıştığı, hepsi çok açıklar. Ancak belki ikinci bir seyir deneyimi, kimilerimizce eksikliği hissedilen tavrı, bakış açısını ve dünya görüşünü sezmeye yardımcı olabilir. Zira, tıpkı Dogma filmleri gibi, baştan sona mistik ve dini referanslarla dolu ‘21 Gram’ın yaşam, ölüm gibi kavramlara ve insan hayatının gerçekliğine hangi perspektiften baktığını bilmek gerekiyor. Kaldı ki söz konusu akıma bir türlü ısınamamış insanların Dogma ile temel sorunlarının başında da bu geliyor. Başka bir deyişle, ‘21 Gram’ yüzeyde bir Dogma filmine benzemese bile, alttan alta benzer bir tavır sergiliyor ve aynı handikapları taşıyor. Belki bu noktada Iñárritu’yu Dogma’nın fikir babası Lars von Trier’e benzetme imkanı da ortaya çıkıyor. Tıpkı von Trier gibi, Meksikalı yönetmenin de zamanla seyirci ve eleştirmenleri iki kampa ayırması mümkün. Kendisinin yaratıcı ve usta bir yönetmen mi, yoksa kolay yoldan insanları manipüle etmeye bakan bir acı simsarı mı olduğu önümüzdeki günlerde çokça tartışılabilir. Hâliyle ‘21 Gram’ da bir kesim seyirci ve eleştirmen için bir muamma, bazıları içinse çok iyi bir film, hatta bir başyapıt olacak.” Sinema Haziran 2004 / Sayfa 47 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
65-Köstebek - The Departed (2006)
Yönetmen: Martin Scorsese Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Matt Damon, Jack Nicholson

Çin versiyonundaki Hong Kong mafyasının yarattığı otantik atmosferi, Boston’da kendi kurallarıyla var olan İrlanda alt kültürüyle bağdaştıran ‘Köstebek’, Scorsese’yi ister istemez ‘beklenti’ yaratan ‘mafyöz’ içerikli ve ‘şiddetli’ filmlerinden birini yapmaya sevk ediyor. Orijinal yapım (Kirli İşler/Mou gaan dou), ustanın elinde, 90’lı yıllardaki filmlerine benzer bir filme dönüşmek için cazip bir fırsat haline geliyor ‘Köstebek’te. Hatta daha da ileri giderek, onu tetikliyor diyelim. Mafya, muhbirler, polis, bar köşeleri, izbe evler, hiç uğruna ölen insanlar... Her biri, Scorsese’nin son yıllarda karşımıza çıkarmadığı türden bir filme imza atmasını sağlıyor. Bu nedenle Scorsese’nin istemsizce bu tip bir filme yöneldiğini korkmadan söyleyebiliyoruz. İzleyicinin de ‘New York Çeteleri’ veya ‘Göklerin Hâkimi’ gibi 50’lerin klasik Hollywood’una yakın duran filmlerden ziyade, ustadan, kendilerine perdeden tükürüp bıçak sallayan bir sokak serserisi beklediğine ya da genel olarak sinemada böyle şeyler görmek istediğine ikna olabiliriz. Hâliyle, karşımızda her şeyiyle bir Scorsese filmi değil, Scorsese filmiymiş gibi davranan bir yeniden çevrim olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz.” Sinema Aralık 2006 / Sayfa 29 –Murat Emir Eren
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
64-12 Maymun - Twelve Monkeys (1995)
Yönetmen: Terry Gilliam Oyuncular: Bruce Willis, Brad Pitt, Madeleine Stowe

60‘lar ve 70’ler sinemasında rüya-kâbus deyince, yönetmenlerin aklına geniş açılı çerçeveler, ağır çekimler, eğik açılar, puslu resimler gelirdi. Terry Gilliam ‘12 Maymun’da bu tekniklerin hepsini harmanlıyor ve kendine has bir kâbus yaratmayı beceriyor. Anlatımının en belirleyici özelliği dar alanda, yakın ölçeklerde hareketli kamera kullanması. Bunu, kahramanın halet-i ruhiyesinin seyrini ‘yakından’ takip etmemiz için yapıyor. Gilliam’ın bir derdi de, seyircinin filmle arasına mesafe koymasını engellemek ve bir kâbusu bütün heyecanıyla yaşatmak. Dolayısıyla serinkanlılıktan çok uzak, seri planlara, garip açılara dayanan bir dekupaja başvuruyor. (...) Sonuç olarak ‘12 Maymun’ iyi yönetilmiş, iyi oynanmış, iyi bir hikâye. En önemlisi, kendine has görsel yapısı ve stiliyle Gilliam’ın günümüzün önemli yönetmenlerinden biri olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Hikâyenin karışık ve mantıksız olduğunu söyleyenlere de aldırmayın. Sanat yapıtlarının aklı başında ve mantıklı olması gerektiğini kim iddia edebilir ki? Ayrıca ‘12 Maymun’ başı sonu belli bir hikâye anlatmaktan çok, cinnetin kendisi olmaya çalışıyor. Ve oluyor da...” Sinema Temmuz-Ağustos 1996 / Sayfa 24 –Mehmet Açar
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
63-Issız Adam - (2008)
Yönetmen: Çağan Irmak Oyuncular: Cemal Hünal, Melis Birkan

Alper eski, naif, el değmemiş şarkılarda aradığı, belki de hiç var olmamış bir saflığı arzuluyor. Sahtekarca bir nostalji bu; geçmişe geri dönme şansı olsa muhtemelen aynı yola sapacak yine. Kirli hissediyor kendini, bu yüzden temiz olanla (saf bir aşk) kanı uyuşmuyor. Ada ise bu şarkılara kandığı, yürümeyeceğini bildiği bir aşka prim verdiği için masum değil (kurban hiç değil). O da arızalı, yaşanamamış bir aşkın fikriyle eziyet çekmekten bir nevi hoşlanıyor aslında. Hiç yaşamadığı bir kasabaya gidip, yabancı bir odadaki eşyalara nostaljiyle yaklaşabilmesi ondan. Ayrıldıktan sonra çocukluk evini gizli gizli ziyarete gittiği Alper’in bir plağını alıp, hayatının geri kalanında ona anlamlar yükleyebiliyor. Öte yandan Alper’in fetiş objesi ise Ada’nın onun evinde unuttuğu tokası oluyor. Sonsuz seçenekler dünyasında tek bir kişiyle olmak bir nevi ölümse, yalnızlık da ömür boyu cehennem azabı demek. Kırk katır mı, kırk satır mı? Çağan Irmak’ın en umutsuz ve karanlık filmi, arada kalmışlara çıkış yolu görmüyor pek. Sinema Aralık 2008 / Sayfa 24 –Burcu Aykar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
62-Çarpışma - Crash (2004)
Yönetmen: Paul Haggis Oyuncular: Don Cheadle, Matt Dillon, Sandra Bullock

Şehirde yürürsün, insanlara değersin, onlar da sana çarpar. Los Angeles’ta kimse sana dokunmaz… Galiba o dokunma hissini çok özlüyoruz. Bir şeyler hissedebilmek için birbirimize çarpıyoruz.’ Bu sözlerle başlayan ‘Çarpışma’ adını her ne kadar iletişimi zorunlu kılan bir eylemden ve hikâyenin kilit noktası olan araba kazasından almış gibi görünse de esas var olma sebebini İkiz Kuleler’e çarpan uçaklara borçlu. Filmin derdi de, bu çarpışmaya zemin hazırlamış yabancı düşmanlığını, çuvaldızı kendine batırarak eleştirmek. Çok karakterli ve bol öykülü filmin kahramanları Los Angeles’ta yaşayan zenciler, İranlılar, Meksikalılar ve onlarla aynı havayı teneffüs etmekten hiç memnun olmayan bazı beyazlar… Hepsinin hayatı, 36 saatlik zaman dilimi içinde, istem dışı olarak diğerleriyle kesişiyor. Bu kesişmeden daha doğrusu çarpışmadan herkes bir şekilde etkileniyor. Yabancı düşmanları ve ırkçılar ise ‘öteki’nin de insan olduğunu keşfediyorlar. Tamamen barış, hoşgörü ve birliktelik mesajları/dersleri vermeyi kendine görev edinen ‘Çarpışma’, yer yer duygu sömürüsüne kaçan klişelerle kutsal vazifesini yerine getiriyor. Dönemin ruhuna uygun şekilde En İyi Film Oscar’ıyla taltif edilen yapım, 11 Eylül sonrası Amerikan sinemasının en bilindik temsilcilerinin başında geliyor.
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
61-Kırmızı Değirmen - Moulin Rouge! (2001)
Yönetmen: Baz Luhrmann Oyuncular: Nicole Kidman, Ewan McGregor, John Leguizamo

Kırmızı Değirmen’ masalları anlatan mekânları, mizahın, trajedinin ve aşkın dozunun bilerek kaçırılması, insanların hareketlerine eşlik eden ses efektleri gibi unsurlarla, bir çizgi filmi andıracak kadar uçlarda dolaşıyor. (...) Film, oyuncuların konumundan eşyaların yerlerine kadar hiçbir devamlılığı umursamayan, atmosfer ve görsel etki dışında her şeyden bağımsız bir kurguya sahip. (...) 19. yüzyılın sonunda, Paris’in meşhur gece kulübü ekseninde geçen hikâyesi, pop/rock tarihinin nadide parçalarıyla anlatılıyor. O çok iyi bildiğimiz, her biri farklı bir telden çalan şarkıları, biraraya gelip aynı hikâyeyi anlatırken izlemek/dinlemek ve hayattaki bir takım hâlleri ne kadar iyi tercüme ettiklerini görmek, nereden baksanız etkileyici. Baz Luhrmann ve ekibinin eve kapanıp, geceler boyunca içki içip şarkı söylemeleri işe yaramış görünüyor. Şarkılar, senaryodaki görevleri bir yana, hissi kararlarla seçilmişler besbelli. Dolayısıyla bizde karşılık bulmaları da kaçınılmaz. Smells Like Teen Spirit hiç bu kadar ironik, Roxanne hiç bu kadar can yakıcı, The Show Must Go On hiç bu kadar dokunaklı olmamıştı herhalde.” Sinema Aralık 2001 / Sayfa 17 –Uygar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
60-Masumiyet -(1997)
Yönetmen: Zeki Demirkubuz Oyuncular: Güven Kıraç, Derya Alabora, Haluk Bilginer

İnsani temalar yerini gündelik ve geçici temalara bırakmaya başladı. Aşk, feragat, merhamet, dürüstlük, iyilik gibi insani değerler yeni realitenin yasalarına feda edildi. Bütün bu olup bitenlerin sıradan bireye yansıması ise büyük bir çıkışsızlık olarak kendini gösteriyor. Yeni realiteye ayak uyduramayan, yaşama ahlakı sahibi insanlar bu çıkışsızlıkla kuşatılmış durumda. Bu hayatlar artık yaşanamıyor, görmezlikten geliniyor ve her geçen gün daha fazla sıkışıp yok olmaya zorlanıyor. (...) Yaşadığımız sistem daha çok akılcılık üzerine kurulu bir sistem. Aklı sorguladığımda ortaya bencillik çıkıyor. Bencilliğin anlamı da, vermemek, ortak olmamak ve sistemin biçimlendirdiği bir hayatı seçmek. Bu yüzden merhamet duygusu, kardeşlik, ortaklık giderek yok oluyor. Bu, aşkın yaşanma biçimini de etkiliyor. O nedenle filmde, günümüzdeki aşk tanımının ötesinde, romanlarda belki masallarda rastlanacak bir aşk tanımı yaptım ve bunu kutsadım. Bunu daha ileri götürüp orta sınıf ahlakındaki ikiyüzlülükleri vurgulamak için feda etmeye, feragate dair bütün erdemleri de bir orospuya ve bir pezevenge yükledim.” Zeki Demirkubuz Sinema Ekim 1997 / Sayfa 75 –Röportaj: Senem Erdine İşmen
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
59-Soysuzlar Çetesi - Inglourious Basterds (2009)
Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Brad Pitt, Mélanie Laurent, Christoph Waltz

"Soysuzlar Çetesi"nde Tarantino ‘Sinema benim her şeyim’ diye bas bas bağırıyor. Üstelik, filmlerindeki bu sinema sevgisi artık sadece basit göndermeler olmaktan çıkmış, öykünün ana iskeletinin temeli, hatta ve hatta filmin üretim şeklinin bir parçası olmuş durumda. (…) İtiraf etmek gerek, ‘Soysuzlar Çetesi’ sıradan bir izleyiciden ziyade sinefillerin çok daha rahat empati kurup çok daha yoğun keyif alacakları bir deneyim. Öyküde mebzul miktarda sinemasal gönderme var. (…) Nihayetinde ‘Soysuzlar Çetesi’nde Tarantino, daha önceki filmlerinde ne yapıyorsa onu yapıyor: Kendi fantezilerinin propagandasını… Bu uğurda tarihi tahrif etmekten de çekinmiyor. Nasıl bundan önceki filmlerinde türleri istediği gibi yontuyorduysa, burada da sadece II. Dünya Savaşı filmlerini değil, tarihi de kendince yeniden şekillendiriyor. Haliyle ilk dönem filmlerini sevip de son yıllarda yaptıklarını yadırgayanları anlamak zor. ‘Ölüm Geçirmez’ veya ‘Soysuzlar Çetesi’nde yaptığı şeyler ‘Rezervuar Köpekleri’ veya ‘Ucuz Roman’da yaptıklarından farklı değil ki! Kaldı ki, satır aralarını iyi yakalarsanız, ‘Soysuzlar Çetesi’nde diyaloglar yine önceki filmlerindeki gibi tadından yenmeyecek cinsten.” Sinema Eylül 2009 / Sayfa 20 –Burçin S. Yalçın
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
58-Trainspotting - (1996)
Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: Ewan McGregor, Jonny Lee Miller, Ewen Bremner

Sosyal-politik perspektifi bir yana, öykünün kendisi filme haydi haydi yetecek bir çekiciliğe ve etkiye sahip. Çok şey söylemese de, en azından narkotiklerin dünyasını önümüze ardına kadar açıyor. Filmin temel derdi, ‘onlar da senin benim gibi insanlar’ cümlesinde ifadesini bulan basit gerçeğin altını çizmek aslında. Fakat bunu dışavurumcu bir üslubun yaratacağı sarsıcılıkla iletmeyi tercih ediyor. Stili ne kadar sert ve vurucu ise, içeriği de o ölçüde yumuşak, hatta bir yerden sonra eğlenceli. (...) ‘Trainspotting’, ‘onların’ (narkotiklerin) dünyasıyla ‘bizim’ dünyamızı yanyana koymaya, birini anlatırken ötekine dair bir şeyler de söylemeye çabalıyor. Söyledikleri ne kadar doğru olsa da, bu gerçekler görüntülerin görkemi içinde buharlaşıveriyor. Öte yandan, İskoç diyarından sağlam gençlik portreleri sunması, Ewan McGregor başta olmak üzere oyuncuların takdire şayan maharetleri, film ekibinin (bir ara perdede eroin satıcısı olarak kısa bir rolde gözüken yazar Irvine Welsh de dahil) salona taşan enerjisi, kurgudaki dinamizm ve kuşkusuz müziği ile değeri yadsınamayacak bir film.” Sinema Kasım 1996 / Sayfa 31 –Necati Sönmez
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
57-Milyonluk Bebek - Million Dollar Baby (2004)
Yönetmen: Clint Eastwood Oyuncular: Clint Eastwood, Hilary Swank, Morgan Freeman

Eğer Eastwood karakterlerin ruh hâlleriyle böylesine ilgili bir sinema yapmasa tipik bir başarı öyküsünü rahatça allayıp pullayabilir, Hollywood’daki yapımcılara da bu sayede sırtını çok daha rahat sıvazlatabilirdi. Ama o ısrarla kahramanlarının yaralarının üstüne gidiyor, sarılabilecek durumdaysa sarıyor, tıpkı Maggie’nin dağılan burnunu düzelttiği sahnede olduğu gibi…Fakat genelde bu yara hikâye aktıkça daha da fenalaşıyor ve finalde kangrene dönüşünce kaçınılmaz son geliyor. Lakin, Clint Eastwood’un karakterleri bu acılarla yüzleşmek zorunda. Çünkü yaşamla kurdukları ilişkide bu acıları göğüslemek önemli bir alanı kaplıyor. Frankie’nin yüzündeki acıları Eastwood’un yüzü üzerinden çok iyi anladığımızı söylerken Maggie’de Hilary Swank’in, Scrap’te Morgan Freeman’in hakkını yemeyelim! Clint Eastwood’un oyuncularına her daim geniş alan açan, devamlı onların yüzlerine odaklanan sineması içinde ağızlara layık bir iş çıkarıyorlar! Sinema Mart 2005 / Sayfa 26 –Burçin S. Yalçın
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
56-Gizemli Şehir - Dark City (1998)
Yönetmen: Alex Proyas Oyuncular: Rufus Sewell, William Hurt, Kiefer Sutherland, Jennifer Connelly

Proyas, karakterlerini 50’li yıllar kara filmlerinden alırken, aradaki on yılların görsel birikimini de bir süzgeç olarak kullanıyor. Çizgi romanları, dizi filmleri, ‘Blade Runner’ı görmüş geçirmiş bir kara film estetiği onunki. Filmindeki korkutucu sürüklenme hissini, kamerasını az hareket ettirerek saptıyor. Çerçevesinin içini bir çizgi roman karesi alırmış gibi özenle dekore ediyor ve hareketi genellikle karenin içiyle sınırlıyor. Detektiflik filmlerine uygun bir biçimde kahverengi, yeşil ve sarı tonlarla yıkanmış görünen, canlı renklere nadiren rastlanan dünyasında, ışık ve karanlık arasındaki çatışma sık sık Alman Dışavurumcu sinemasını hatırlatıyor. Öyküsü bir yana, ‘Gizemli Şehir’in en güçlü olduğu konu, rüya gerçeküstülüğüyle belirgin bir sinemasal tarihin biraraya gelerek oluşturduğu bu görsellik. Alex Proyas’ın günümüzün en önemli ‘göz’leri arasında bulunduğunu gösteren, etkileyici, içine hapseden bir görsellik.” Sinema Mayıs 2003 / Sayfa 80 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
55-Truva - Troy (2004)
Yönetmen: Wolfgang Petersen Oyuncular: Brad Pitt, Eric Bana, Orlando Bloom, Diane Kruger

Epik film deyince insanın aklına ister istemez David Lean geliyor. Petersen, ‘Truva’da tam olarak onun varisi gibi bir tavır sergiliyor; filmdeki yönetmenliği sanki onun mirasına layık olabilme gayretinin bir yansıması. Lean’in mirasının, tümüyle görkemli bir sinema üzerine bina edilmekle birlikte akıldan kolay çıkmayan bir yönetmenlikle de desteklendiğini unutmamak gerek. Epik film deyip geçmeyin! Bunun arkasında gözkamaştırıcı bir görsellikle seyircinin gözünü boyayarak ve şaşkınlığından faydalanarak onu sömürmek de var. Epik addedilen filmlerde vasat yönetmenliği perdelemek zor olmuyor. Fakat ne 60 ve 70’lerin Lean sineması öyleydi ne de günümüzün Petersen’ının sineması öyle görünüyor. İki yönetmenin topraklarında görkemlilik iyi yönetmenliğin önüne geçmiyor; fakat iyi yönetmenlik de filmin önünü kapatmıyor.” Sinema Haziran 2004 / Sayfa 16 –Burçin S. Yalçın
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
54-Kan Dökülecek - There Will Be Blood (2008)
Yönetmen: Paul Thomas Anderson Oyuncular: Daniel Day Lewis, Paul Deno

Adının da açık bir biçimde çağrıştırdığı üzere ‘Kan Dökülecek’ P.T.Anderson’ın kesinlikle en karanlık filmi. O kadar ki, yurtdışında yönetmeni aşırı pesimist olmakla suçlayanlar bile çıktı. Hatta, her ne kadar ‘Kan Dökülecek’ özellikle Sinclair’in isminden dolayı kapitalizm ve inanç gibi sosyolojik olgularla ilintili bir ‘mesaj filmi’ olarak algılanmaya müsaitmiş gibi görünse de, Anderson filmini iki adamın sahip olduğu farklı değer yargılarından doğan ürkütücü mücadeleye odaklanmış bir korku filmi olarak tanımlamayı tercih ediyor. Öte yandan ‘Kan Dökülecek’i diğer Anderson filmlerinden ayıran en önemli unsurlardan biri de çok daha geleneksel sayılabilecek bir anlatı yapısına sahip olması. Tüm bunlardan dolayı filmin, yönetmenin filmografisinde özel bir yere konuşlanabileceğini tahmin etmek güç değil (…) Filmin bu denli koyu tonlara sahip olmasının başlıca sebeplerinden biri ise elbette ki Day-Lewis’in son yılların en çarpıcı oyunculuk gösterilerinden biri olarak değerlendirilen performansıyla ete kemiğe büründürdüğü Daniel Plainview karakteri. Sinema Şubat 2008 / Sayfa 52 –İlhan Yurtsever
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
53-Günah şehri - Sin City (2003)
Yönetmen: Robert Rodriguez ve Frank Miller Oyuncular: Benicio Del Toro, Clive Owen, Jessica Alba, Mickey Rourke

Polislerin, politikacıların ve çetelerin bulaşamadığı kurtarılmış fahişe bölgesinde ve diğer ‘suç ve günah kaynayan’ mekânlarda gezinirken o eski ‘noir’ın aslında asla eskisi gibi olamayacağını anlıyoruz: artık onun yerinde siberpunk’la ve neo-noir’la, daha da önemlisi animeyle terbiye edilmiş, salt estetik üzerinden işleyen, insanlardan çok onların zihinsel üretisi (günahlardan çok da, insanın günahlar üzerine söyledikleri ve inşa ettikleri fetişler) üzerine konuşmayı seven yeni bir mahlukun bulunduğu aşikar. Evet, ‘Günah Şehri’nin son derece tuhaf bir sinemasal mahluk. İnsanların özdeşleşebileceği karakterler sunmak şöyle dursun, kendi günlük hayatlarıyla ilişkilendirebilecekleri tek bir şey bile sunmuyor görünürde. Bilimkurgudaki makineler tarafından üretilen makineler gibi, âdeta popüler kültürün kendisi tarafından üretilmiş, sadece onun kriterleriyle anlamlanan, ancak hayalhanesi onun tarafından –hem de iflah olmaz bir biçimde- yoğurulmuş, artık beyninin bir kısmı bu alemde yaşayan insan türüne yönelik bir popüler kültür yapıtı bu. Ancak bu tür bir seyircinin karşısında, yani kendi çöplüğünde son derece heybetli ve etkileyici, hatta devrimci bir duruşu olduğu kesin. Sinema Ağustos 2005 / Sayfa 14 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
52-The Matrix Reloaded - (2003)
Yönetmen: Andy Wachowski, Larry Wachowski Oyuncular: Keanu Reeves, Carrie-Anne Moss, Laurence Fishburne

The Matrix Reloaded’ kendi başına film olmanın hiçbir gereğini yerine getirmiyor, ama kendini bir film olarak sunuyor. Oysa aslında bir oyuna davet, bir link haritası, bir yap-boz oyunun iskeleti daha ziyâde. Ve ancak dâvete icâbet eder, oyununu kurallarını bellemek için çabalarsanız anlamlandırabiliyor, zevk alabiliyorsunuz hakkıyla. Sonunda geleceğin interaktif sinemasına giden bir yolda dolaştığınızı anlıyorsunuz. (...) Sinema tarihi pekâlâ bir Matrix metaforu olarak ele alınabilir. Nasıl ki Matrix’te insanlar küçük hücrelerinde, ana rahmindeki gibi hiçbir şey yapmadan duruyor ve sanal bir dünyanın imgelerini gerçek diye izliyorsa, sinema seyircisi de koltuğa bağlanıp, sanal görüntülere boş bakmaya yönlendiriliyor. Matrix filmleri ve yan metinleri izleyiciyi uyandırmaya çalışıyor. Uzun uykuların derin mahmurluğunu bölebilmek için de seyircisine oyun oynuyor, ‘Uyan da oynayalım’ diyor. Tabii iki seçeneğiniz var: Ya bildik filmleri uyuklayarak izlemeye devam edeceksiniz, ya da sinemanın gitmekte olduğu yeni, çatallı yollara düşeceksiniz.” Sinema Temmuz 2003 / Sayfa 74 –Tuna Erdem
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
51-Yıldız Savaşları: Bölüm III - Sith’in İntikamı -- Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith (2005)
Yönetmen: George Lucas Oyuncular: Ewan McGregor, Hayden Christensen, Natalie Portman

Başlangıçta dokuz filmlik bir seri düşünmüştü Lucas ama sonradan fikir değiştirerek, birincisi İmparatorluk dönemini, ikincisi Cumhuriyet dönemini anlatan iki üçlemeden oluşan altı filmlik bir seriyle Yıldız Savaşları serüvenini sonlandırmaya karar verdi. ‘Bölüm IV - Yeni Bir Umut’ (1977), ‘Bölüm V - İmparatorluk’ (1980), ‘Bölüm VI - Jedi’ın Dönüşü’dan (1983) oluşan ve ‘klâsik üçleme’ ya da ‘İmparatorluk dönemi’ diye de anılan ilk üçlemede, karanlık güçlerin egemenliğindeki galaksinin nesli tükenmekte olan Jedi şövalyeleri sayesinde kurtuluşuna tanık oluyorduk. Karanlıktan aydınlığa doğru yol alıyorduk yani. Lucas’ın bir önceki Yıldız Savaşları filminden, yani ilk üçlemenin son bölümü olan ‘Return of the Jedi’dan 15 yıl sonra çektiği ‘Bölüm I - Gizli Tehlike’ (1999) ile başlayan, ‘Bölüm II - Klonlar’ın Saldırısı’ (2002) ile devam eden ve ‘Bölüm III: Sith’in İntikamı’ ile sona erecek olan ikinci üçlemedeyse, galaksinin Jedi şövalyelerinin desteklediği bir Cumhuriyet tarafından yönetildiği İmparatorluk öncesi dönem anlatılıyor ve bu sefer aydınlıktan karanlığa doğru yol alıyoruz.” Sinema Mayıs 2005 / Sayfa 46 –Senem Erdine İşmen
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
50-Büyük Balık - Big Fish (2003)
Yönetmen: Tim Burton Oyuncular: Ewan McGregor, Albert Finney, Billy Crudup

Daniel Wallace’ın Big Fish: A Novel of Mythic Proportions adlı romanından uyarlanan ‘Büyük Balık’, Güney’e özgü gotik bir atmosferden payını alan ve masalla gerçeği Tim Burton’a özgü bir şiirsellikle birleştiren bir baba-oğul hikâyesi. (...) Sihir ve mucize duygusuyla renklenen dokunaklı hikâyesi ve absürd mizah anlayışıyla kimilerinin ‘Forrest Gump’la kimilerinin de ‘Şahane Hayat’ ile karşılaştırdıkları filmin Burton’ı ödül yağmuruna tutması ve gişede çok iyi iş yapması bekleniyordu. Ancak öyle olmadı. Kuzey Amerika’daki gösteriminin dokuzuncu haftasında halen maliyetini bile çıkaramamış durumda olan film, En İyi Komedi/Müzikal, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Albert Finney) ve En İyi Film Müziği dallarında Altın Küre adaylığında yetinmek durumunda kaldı ve Akademi üyelerini de yalnızca müziğiyle etkiledi. Bütün bunlar Tim Burton’da bir şaşkınlık yaratmamış olmalı. Filmin gösteriminden önce ödül ve gişe konusunda hiç de iddialı konuşmayan ve her türlü sonuca hazırlıklı görünen yönetmen bir tek şeyden emindi yalnızca: ‘Büyük Balık’ bugüne kadar çektiği en kişisel filmdi.” Sinema Haziran 2004 / Sayfa 72 –Senem Erdine İşmen
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
49-Kill Bill: Vol. 2 - (2004)
Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Uma Thurman, David Carradine

“Tarantino, ‘Kill Bill’in ikiye bölünmesinden son derece memnun. Hatta Miramax’ın kabul edeceğini bilseymiş projeyi baştan öyle sunarmış. Neticede daha önce 3.5 saatlik filmler izledik ama Tarantino, bu uzunluktaki filmlerin kendini beğenmiş bir yanları olduğu görüşünde ve ‘Kill Bill’in konusu üzerinde meditasyon yapan bir sanat filmi olmasını tercih etmemiş. İkiye bölünmüş olmasının ‘Kill Bill’in dramatik yapısını etkilediğini söylüyor ama bu ona göre olumlu bir gelişme. Tarantino’ya kulak verelim: ‘İlk film, sadece iyi vakit geçirmek ve eğlendirmekle ilgiliyken ikincisi hikâyenin daha derinlerine iniyor. ‘Kill Bill: Vol. 2’ yine şiddet içeren bir film ancak bu sefer 14 dakika süren kavga sekansları yok. Artık sadece listedekileri öldürmekle uğraşmıyoruz, işler daha da karışıyor. İnsan unsuru hikâyeye şimdi giriyor.’ İlk filmin sonunda Hattori Hanzo şöyle diyordu: ‘İntikam asla düz bir çizgi değildir; içinde kaybolmanın ve nereden girdiğini unutmanın kolay olduğu bir ormandır.” Bu benzetmeden yola çıkarsak, Tarantino’ya göre ilk film düz bir çizgiyken ikincisi ormanın ta kendisi!” Sinema Nisan 2004 / Sayfa 38 –Engin Palabıyık
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
48-Aşk Zamanı - Fa yeung nin wa (2000)
Yönetmen: Wong Kar Wai Oyuncular: Tony Leung, Maggie Cheung

Wong Kar Wai’nin filminin öyküsü çok yalın bir öykü, karmaşık bir yapıya ya da kalabalık bir olay örgüsüne sahip değil. ‘Aşk Zamanı’na gücünü veren de zaten öykünün kendisinden çok, yönetmenin ve oyucularının onu vücuda getirme biçimi. Maggie Cheung dilden çok bedenin konuştuğu etkileyici bir ‘bastırma’ portresi çizerken, Tony Leung insanı hemen kendi tarafına çeken sempatik gülümsemesiyle bu tuhaf ilişkiyi seyirci gözünde adeta ‘normalize’ ediyor. Yönetmen ise onların performanslarından ortaya büyüleyici bir ritm çıkarıyor. Wong Kar Wai’nin sinemasına aşina olanlar, onun ve görüntü yönetmeni Christopher Doyle’un omuzda kamera, göz alıcı bir renk paleti, eksantrik açılar ve farklı film hızlarıyla bazen baş döndüren derecede stilize bir görselliğe eğilimini bilirler. ‘Aşk Zamanı’ bu açıdan Wong Kar Wai hayranları için bir sürpriz teşkil ediyor: Çok daha serinkanlı, çok daha klasik bir anlatım biçimi var burada...” Sinema Eylül 2008 / Sayfa 86 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
47-Büyük Hesaplaşma - Heat (1995)
Yönetmen: Michael Mann Oyuncular: Al Pacino, Robert DeNiro, Val Kilmer

Büyük Hesaplaşma’ yalnızca olay örgüsüyle değil, karakterleri ve onların üstünde duruş biçimiyle de tam bir ‘film noir’. Senarist-yönetmen Michael Mann, sıkça karşımıza çıkan hırsızpolis yakınlaşmasını ele alıyor ve hemen içine giriyor. Kişinin kendini tamamen adadığı şeyle tanımladığını anlatıyor. Sürecin, sebep ve sonuçtan daha önemli olabileceğini, hatta bazıları için önemli olan tek nokta, bir bağımlılık olabileceğini anlatıyor. Ancak bunu anlatırken zaman zaman gözümüzün içine sokuyor, özellikle de Pacino ve DeNiro’nun karşı karşıya olduğu iki sahnede. Belki klişenin üstündeki toz yığınını kaldıramayacağından, kendi analizinin seyirciye ulaşmayacağından korkuyor ve bir noktanın altını çizdiğinde kalın çiziyor.” Sinema Nisan 1996 / Sayfa 16 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
46-Kapışma - Snatch (2000)
Yönetmen: Guy Ritchie Oyuncular: Brad Pitt, Benicio Del Toro, Jason Statham

Kapışma’nın jeneriği boyunca güvenlik kameralarından bir grup Yahudinin bir binaya girişini izliyoruz. Aslında bunlar kıyafet değiştirmiş birkaç hırsız ve büyük bir elmas soygunu için iş üzerindeler. Sakin sakin yollarına devam ederken, Katolik Kilisesi’nin ortaya çıkışı üzerine ufak bir hikâye anlatıyor Benicio Del Toro’nun canlandırdığı ‘Dört Parmak Franky’. Öykünün ana fikriyse, ‘öyle yazılmış olması, öyle olduğu anlamına gelmez’. Aslında Guy Ritchie’nin bize filminin hemen başında sunduğu bu önerme filmine karşı alacağımız tavrı belirlemekte de bir anahtar olabilir. Tıpkı yönetmenin ilk filmi ‘Lock, Stock & Two Smoking Barrels’daki gibi ‘Kapışma’da da bir sürü öykü ve karakter iç içe geçiyor. Gerçekten de inanılması güç bir karışıklık bu. Ancak senaryoda ‘öyle yazılmış olması, gerçekte de öyle olacağı anlamına gelmiyor’ ne de olsa. Tıpkı Guy Ritchie’nin kendisiyle yapılan bir söyleşide belirttiği gibi; eğer filmi izlerken gerçekçi yaklaşımları ve mantığınızı bir kenara bırakırsanız alacağınız keyfin haddi hesabı yok. Sinema Aralık 2000 / Sayfa 16 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
45-İhtiyarlara Yer Yok - No Country for Old Men (2007)
Yönetmen: Joel ve Ethan Coen Oyuncular: Javier Bardem, Tommy Lee Jones, Josh Brolin

İnsanlığın tüm kötülüğünü üzerine yüklenmiş bir psikopat portresi çizen Anton Chigurh’un karşılaştığı ve katlettiği çevre halkından simalar, alelade bir adamken para için hem kendisini hem de ailesini tehlikeye atan Llewelyn’in eylemlerinin aslında Chigurh’tan çok da ayrışmaması, yine Llewelyn’in karşılaştığı her biri kendi çıkarını önemseyen insanlar, Şerif Ed Bell’in onca erdemine rağmen sürekli olarak olaydan uzak durmak ve olaya dâhil olmak arasında gidip gelerek sonunda belli bir pişmanlık yaşaması…Tüm bunlar filmde Coenler’in, ana hikâyedeki olay örgüsüne dair farazi detaylardan çok daha fazla önemsediği meseleler. Coenler’in, izleyicileri için de tasarladığı esas etki filmin bu noktalarında kendisini gösteriyor. Hâliyle çantaya ne olduğu ya da uyuşturucu pazarlığının kimler arsında olduğu, Chigurh’un, Ed Bell’in akıbeti, ortada neler olup bittiği gibi olay örgüsüne dair ilkel beklentilerden ziyade, karakterlerin yaşadıkları, başlarına gelenlerle ve kendi eylemleriyle anlattıkları çok daha önemli…Mevzuyu iyiden iyiye sindirebilmemiz için Ed Bell’in bir rüyasını anlattığı sahneyse, gerçekten son yılların en müthiş final sahnelerinden biri. Sinema Nisan 2008 / Sayfa 32 –Murat Emir Eren
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
44-Alacakaranlık - Twilight (2008)
Yönetmen: Catherine Hardwicke Oyuncular: Kristen Stewart, Robert Pattinson

Alacakaranlık’ bir bakıma, vampirin Viktoryen zihinlere kısadevre yaptıran o ‘dehşet verici ama baştan çıkarıcı’ etkisinin yüz küsur yıllık cool’laşma sürecinde geldiği nihai noktayı temsil ediyor. Yani bir bakıma, vampir denen o güçlü imgenin upuzun bir terbiye edilme, münasipleştirilme işleminden geçmiş hâli bu. İnsanüstülüğünün korkutucu olmaktan ‘süper’ olmaya doğru evrildiği yolculuğun en son durağı. ABD’nin kuzey batısındaki her daim bulutlu ve yağışlı Forks kasabasına yeni taşınan liseli Bella’nın gözlerini alamadığı Edward Cullen’ın gizemini çözmeye çalışırken aklına ilk gelenlerin süperkahramanlar olmasına şaşmamalı. Her şeyiyle ‘süper’ çünkü o; hatta o kadar süper ki Bella bile zaman zaman buna sinir olmadan edemiyor. Gerçek biri değil de, tamamen parıltıdan ibaret hâle gelinceye kadar cilalanmış bir pop kültür imajı gibi: İnsanüstü bir güzelliğe ve insanüstü yeteneklere sahip; hepten kusursuz olup da asap bozmaması için tabii ki karanlık yönleri de var ama dikkatle bakarsanız onların da aslında cılız bir şekilde kusur kisvesine büründürülmüş ve aslında cazibesini artıran özellikler olduğunu göreceksiniz… Sinema Mart 2009/ Sayfa 76 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
43-The Truman Show (1998)
Yönetmen: Peter Weir Oyuncular: Jim Carrey, Ed Haris, Natasha McElhone

The Truman Show’la ilgili genellikle kabul gören çözümlemeyi reddederek işe başlayalım: Her ne kadar ‘The Truman Show’, ‘medya çağı’nı eleştiren bir film olarak ele alınsa da Truman’ın hayatını ya da başrolünü üstlendiği TV dizisini bizim hayatımızın bir metaforu olarak kullanan usta yönetmen Peter Weir aslında, başyapıtı ‘Fearless/Korkusuz’un ardından bir kez daha, çağdaş toplumu kıyasıya eleştiriyor ve toplumsal, dinsel ve kültürel tüm kurumlara isyan ederek özgürleşen, gerçek benliğini bulan ve onu sahiplenen insanın övgüsünü yapıyor. ‘The Truman Show’un öyküsü, filmi bu biçimde okumamızı sağlayacak tüm ipuçlarını sunuyor bize. (...) Jim Carrey’nin bu filmle oyunculuğunu kanıtladığı gibi saçma bir iddiayla sık sık karşılaşacağız bugünlerde… Weir’in hakkını bu filmle teslim etmeye başlayanlar da olacaktır kuşkusuz. Biz bu iddia sahiplerininin hepsine ‘hoş geldiniz’ derken, Carrey’nin iyi oyunculuğunun ve ustanın büyüklüğünün, bu olağanüstü filmin bile her ikisinin en iyi ‘performansları’ olmamasından ileri geldiğini hatırlatalım ve yıllardır hayran olduğumuz bu iki ismi bir araya getiren sinemanın mucizesine teşekkür edip keyfimize bakalım.” Sinema Kasım 1998 / Sayfa 16 –Uygar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
42-Altıncı His - The Sixth Sense (1999)
Yönetmen: M. Night Shyamalan Oyuncular: Bruce Willis, Haley Joel Osment, Toni Collette

Shyamalan finaldeki sürprizin ortaya çıkardığı durumla, sinemanın doğasına ait bir niteliği alıp öykünün işlemesi için kendinden menkul, somut bir varlık haline getirmiş oluyor aslında. Bu ‘Altıncı His’te her şeyin nasıl da seyirciyi yönlendirme aracı hâline geldiğinin iyi bir örneği. Shyamalan bu açıdan (daha birçok açıdan olduğu gibi) Spielberg sinemasına epey yakın bir yerde duruyor. ‘Altıncı His’in can damarı öykü, estetik ya da anlam değil, seyirci üzerindeki etki. İster ürperti ister acıma hissi olsun, seyircide belli bir duygu uyandırmanın peşine düşüyor Shyamalan. Ve dehşet içinde bir çocuktan vicdan azabı içinde kıvranan bir adama, çaresizlikten perişan olan bir anneye, her tür insani malzemeyi de bu uğurda kullanıyor. Belki bu yüzden bazı sinema yazarları filme ‘korku filmi’ muamelesi etmeye yanaşmıyor, çünkü bütün o ölülerin arasında Shyamalan bir taraftan da ısrarla aile dramı yapıyor.” Sinema Ocak 2003 / Sayfa 99 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
41-Testere - Saw (2004)
Yönetmen: James Wan Oyuncular: Danny Glover, Cary Elwes, Tobin Bell

“Testere” David Lynch ve Dario Argento hayranı genç yönetmen James Wan ve senarist Leigh Whannell’ın yarattığı uzun bir film serisinin ilki olarak çok ses getiren, fenomene dönüşen başarılı bir başlangıçtı. Bir milyon doları biraz aşan bütçesiyle 18 günde çekilen ve 55 milyon dolarlık gişe geliriyle bağımsız bir korku filmi olmaktan çıkıp bir üst lige sıçramayı başaran “Testere”; Wan ve Whannell’in beş yıl süren çabalarının sonucunda ortaya çıkmıştı. Birbirini tanımayan insanları berbat açmazların içine sokarak elini kana bulamadan öldürmenin kurnazca yolunu bulmuş olan Jigsaw, şüphesiz sinema tarihinin en tuhaf psikopatlarından biri olarak anılacak. “Testere”nin başarısında, filmin klostrofobik, sinir bozucu atmosferinin kuşkusuz büyük etkisi var. Kendi canını kurtarmak için başkasını öldürmek zorunda kalan kahramanlarıyla film, vizyona çıktıktan sonra her yıl devamı çekilmek suretiyle ticari ve popüler başarısını kısık ateşte de olsa sürdürmeye devam ediyor. 2010 yılında yedinci filmin çekilmesi, bu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
40-Pan’ın Labirenti - El laberinto del fauno (2006)
Yönetmen: Guillermo del Toro Oyuncular: Ivana Baquero, Sergi López, Maribel Verdú

"Pan’ın Labirenti" çok önemli ve ‘özel’ bir film... Faşizmi bu denli iyi anlatan böyle cesur bir film çekeceksin, böyle bir masal dünyası kuracaksın. Fantastik sinemaya armağan ettiğin iş bu denli estetik olacak. Pes doğrusu... Yönetmen del Toro, ‘Cronos’, ‘Mimic’, ‘The Devil’s Backbone’, ‘Blade II’ ve ‘Hellboy’un ardından daha da yükseğe sıçramış. Ettore Scola’nın ‘77 tarihli klasiği ‘Özel Bir Gün’den bu yana faşizmi bu denli iyi anlatan bir filme rastlamamıştım.” Sinema Nisan 2007 / Sayfa 39 –Murat Erşahin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
39-Karanlık Yolculuk - Donnie Darko (2001)
Yönetmen: Richard Kelly Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Jena Malone, Drew Barrymore

Richard Kelly’nin bu ilk filmi etkileyici ve ustalıkla kaleme alınmış senaryosu, oyuncularının performansları, ışığın mümkün mertebe az kullanıldığı karanlık görsel yapısı, ilginç kurgu tercihleri (yer yer hızlı çekimin kendini gösterdiği sahnelerin etkisi pek azımsanacak gibi değil), yarattığı eksiksiz 80’ler atmosferi ve bol katmanlı zengin yapısı nedeniyle ilgiye fazlasıyla layık. Hatta üzerimizde yarattığı heyecanı gözardı etmeksizin ‘Donnie Darko’yu bir modern sinema başyapıtı olarak nitelendirmemiz de mümkün.” Sinema Temmuz 2003 / Sayfa 69 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
38-Karayip Korsanları: Siyah İnci’nin Laneti - Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003)
Yönetmen: Gore Verbinski Oyuncular: Johnny Depp, Geoffrey Rush, Orlando Bloom

Bir zamanların pazar sinemalarını hatırlatan “Karayip Korsanları” serisinin fitili 2003 yılında “Siyah İnci’nin Laneti” ile ateşlenmiş ve film çabucak bir klasiğe dönüşmüştü. Açıkçası bunun için gerekli tüm özelliklere de sahipti. Uzun zamandır el atılmayan bir alt türe, korsan filmlerine öykünerek nostalji yapıyor, diğer yandan bu türü bilimkurgu, fantastik, korku, komedi ve duygusal gibileriyle harmanlayarak ortaya melez bir formül çıkartıyor, aynı zamanda son model özel efektlerle yeniliyordu. Başka bir deyişle, perdeye taşıdığı kimi imgeler ve mitlerle eski usül, diğer yandan bu mitleri inşa ediş ve seyirciye sunuş şekliyle ziyadesiyle modern bir filmdi “Siyah İnci’nin Laneti”. Sadece gişede başarılı olmakla kalmayan ve eleştirmenlerden de epey övgü toplayan film, aynı zamanda Jack Sparrow rolünde şahane bir performans sergileyen Johnny Depp’e de bir Oscar adaylığı getirmişti.
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
37-Akıl Oyunları - A Beautiful Mind (2001)
Yönetmen: Ron Howard Oyuncular: Russell Crowe, Ed Harris, Jennifer Connelly

Ron Howard’ın bir usta olduğunu iddia edecek değilim, ama yönetmenliğinin belli bir tadı olduğunu düşünürüm. Hoş bir gözü vardır. Geniş kitleler için film yapmayı iyi bilir. Onun sınırlarını da hafiften esnetir. Fakat Howard bu filmde kendi gibi olmaktan vazgeçiyor, ‘iyi yönetmen’ taklidi yapıyor, başka bir ligde oynamaya soyunuyor ve bütün bunların altında eziliyor. Kendi gibi olsa sonuç çok daha iyi olurdu eminim, ama bu hâliyle filmin yönetmenliği için ‘hazin’ diyebilirim. Son derece demode birtakım teknikler ve fikirler, yeni ve mühimmiş gibi karşımıza çıkarılıyor. Nash odasında çalışırken kameranın geri kayması ve mevsimlerin değişmesi, yerdeki gazete kupürlerine bakarken bazılarının yanıp sönmesi özellikle aklımda kalan planlar. İyi yönetmenlik bu mu şimdi? Sene 2002.” Sinema Nisan 2002 / Sayfa 16 –Uygar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
36-Mulholland Çıkmazı - Mulholland Dr. (2001)
Yönetmen: David Lynch Oyuncular: Naomi Watts, Laura Harring, Justin Theroux Mulholland Çıkmazı’, David Lynch sinemasının en iyi örneklerinden biri. Lynch ‘Kayıp Otoban’da, düz hikâye akışı yerine başlangıç ve sonun karıştığı döngüsel bir akış kurmuştu... ‘Mulholland Çıkmazı’nın hikâyesinde ise bir tür matematik kesinlik, daha doğrusu bir simetri var. ‘Kayıp Otoban’da ‘yönetmenin gizli çekmecesinde duran sır’ bu kez keşfe açık bir konumda; Lynch filmin kahramanının çeşitli bilinç durumlarını (rüya, hayal) harmanladığına dair birçok ipucu veriyor ve sizi zevkli bir oyuna davet ediyor. Bu, bir kez seyretmenin yetmeyeceği ama sonunda sırlarını ifşa etmeye hazır bir oyun. (...) ’Mulholland Çıkmazı’ geleneksel anlatı kalıplarının dışına çıkan filmlerden hoşlananlar için gerçek bir hazine...” Sinema Mayıs 2002 / Sayfa 5 –Mehmet Açar
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
35-Büyük Lebowski - The Big Lebowski (1998)
Yönetmen: Joel ve Ethan Coen Oyuncular: Jeff Bridges, John Goodman, Steve Buscemi

Coen’ler ‘Büyük Lebowski’yi sonuca ulaştırılacak bir öyküden ziyade, eğlenceli bir oyun alanı gibi ele alıyorlar. Ve bu oyun alanında, canlı ve eksantrik karakterler yaratma, gerçek kokan komik diyaloglar yazma gibi meziyetlerini konuşturuyorlar. (...) İki müzikal rüya sahnesi de dâhil olmak üzere, bütün film bir parti havasına sahip: kitsch görüntüleriyle, kara film türünün kalıplaşmış unsurlarının kavramsal sanat ürünüymüş gibi görünen temsilleriyle... Coen’ler kahramanlarının ‘gerçek hayat’ıyla kara film dünyasının etkileşmesinin yarattığı komediyi taçlandırmak için onun önüne hiçbir şekilde anlamadığı dedektiflik öyküsü terimleri bile fırlatıyorlar.” Sinema Haziran 2003 / Sayfa 78 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
34-Geçmişin Gölgesinde - American History X (1998)
Yönetmen: Tony Kaye Oyuncular: Edward Norton, Edward Furlong, Beverly D’Angelo

Edward Norton’ın dört dörtlük yazılmış karakteri, babasının henüz hayatta iken ortaya koyduğu felsefeye boyun eğişinde, onun ölümünden hemen sonraki ruh durumunu kameralar önünde açık edişinde, kontrolünü kaybedip zulmettiği kız kardeşinden af dileyişinde, sinir krizi geçiren kardeşinin kendisini defaten kepenklere yapıştırmasına göz yumuşunda görülebileceği üzere yumuşakbaşlı, duygulu birisi. Akıllı olması ise zaten filmin çıkış noktası... Ne var ki gözlerinin açılması, aklıselimine kavuşması için, acı ama, zoraki becerilmesi icap ediyor. Irkçılık öyle fena bir ruh yarası, insanın varoluşunu, kişiliğini, zihnini kemiren öyle beter bir rahatsızlık ki, ‘erkekliğinden olmak’ yegâne çıkış yolu gibi duruyor; alkoldeki detoks tedavisinin yerini tutuyor.” Sinema Mayıs 1999 / Sayfa 26 –Cem Altınsaray
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
33-Kill Bill: Vol. 1 - (2003)
Yönetmen: Quentin Tarantino Oyuncular: Uma Thurman, Lucy Liu, David Carradine

Tarantino’nun gerek ‘hikâye etme’ biçimi gerekse sahneleri birbirinden ayıran eklektik reji tarzı, birçok genç sinemacıyı derinden etkileyebilir. Önümüzdeki yıllarda sinema yapmaya sıvanan genç yönetmenler, inandırıcılık, sahicilik meselelerini bir yana bırakarak, kendi sinemasal fetişlerinin peşine düşen filmler çekmekte çok daha cesur davranabilirler. ‘Kill Bill’in bu yönüyle öncü niteliği taşıyan bir film olabileceğini düşünüyorum. Lakin, böyle bir nitelik taşımasa da, öneminden bir şey kaybedeceğini sanmam. Bu öyle bir film ki, seyrettiğimiz her şey tanıdık ve bildik ama film bir bütün olarak tek kelimeyle eşsiz...” Sinema Şubat 2004 / Sayfa 101 –Mehmet Açar
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
32-V / V for Vendetta - (2005)
Yönetmen: James McTeigue Oyuncular: Natalie Portman, Hugo Weaving, Stephen Rea

Filmin kitap kadar çok karakteri, kitap kadar ayrıntılı bir şekilde ele almaması birçok uyarlamada karşımıza çıkan, artık alışılmış ve uyarlamanın niteliğine çok da etki etmiyormuş gibi görülmeye başlanmış bir durum. Oysa V for Vendetta gibi bir distopya öyküsünde bu, görsel olarak çizilen topluma gerçekten ‘hayat veriyor’. Moore’un anlattığı gelecek hakkında zihnimizde çok net bir his ve net resimler kalıyor- film ise anlatıyı ‘seyreltmek’ zorunda kaldığı için, kahramanının mücadelesini ve ana karakterlerini unutulmaz kılmada güçlük çekmese de, tam anlamıyla yaşayan ve unutulmaz bir gelecek yaratamıyor. Moore’un ‘totaliter kâbus’u genel motifleriyle filminkinden çok daha ‘standart’ olsa da, insanları ve sokakları anlatmaya daha çok yer ayırdığı için, daha canlı görünüyor.” Sinema Mayıs 2006 / Sayfa 92 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
31-Tanrı Kent - Cidade de Deus (2002)
Yönetmen: Fernando Meirelles ve Kátia Lund Oyuncular: Alexandre Rodrigues, Leandro Firmino, Phellipe Haagensen

Brezilya; Arjantin gibi, Güney Amerika’nın sessiz sedasız kaynayan kazanlarından biri. Kıtanın bu iki lokomotif ülkesi ekonomik olarak dökülüyor. Son yıllarda bu iki ülkeden gelen filmler bozuk ekonominin toplumlarını çok feci örselediğini haykırıyor. Sınıflar arası gelir uçurumunun iki yakası biraraya gelmeyen hâli varoşları sokağa salıyor ve kendince son çözüme yönlendiriyor: şiddete... Bizi Brezilya’nın o kirli varoşundan hiç çıkarmayan ‘Tanrı Kent’, karakterleriyle aynı kaderi paylaşmamızı istiyor: o tekinsiz sokaklardan hiç çıkmamamızı ve zenginlerin tarafına asla geçmememizi...” Sinema Ağustos 2003 / Sayfa 16 –Burçin S. Yalçın
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
30-Milyoner - Slumdog Millionaire (2008)
Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: Dev Patel, Saurabh Shukla, Anil Kapoor

Milyoner’, zeki bir numarayla sağlam bir yapı kuran senaryosu sağ olsun, gayet iyi başlıyor. Yarım saat sonra söz konusu numara cazibesini yitirmesin diye senaryo keskin bir viraj almak zorunda kalıyor. Tamam, normal. Fakat o virajla en demodesinden bir aşk hikâyesi olma yoluna giriyor ki sonu uçurum. ‘Ama Bollywood filmiymiş gibi yapıyor, Bollywood’da aşk hikâyeleri böyledir’ demesin kimse. Bunun adı sığlıktır, ‘homage’ değil.” Sinema Nisan 2009 / Sayfa 22 –Uygar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
29-Paramparça Aşklar Köpekler - Amores perros (2000)
Yönetmen: Alejandro González Iñárritu Oyuncular: Gael García Bernal, Emilio Echevarría, Goya Toledo

Etkileyici bir senaryonun ve keskin bir yönetmen gözünün yanısıra sağlam bir ekip oyunculuğuna da sahip olan ‘Paramparça Aşklar Köpekler’, bütün bu özellikleriyle 2000’lerin başında Latin Amerika popüler sinemasının yükselişinde çok önemli bir role sahip oldu. Iñárritu ve Arriaga sonra tematik ve yapısal açıdan benzer iki başarılı film daha çektiler ama içlerinde ilk günkü tazeliğini, enerjisini ve gerçeklik hissini en iyi koruyanı, üçlemenin bu ilk ayağı.” Sinema Temmuz 2009 / Sayfa 85 –Kutlukhan Kutlu
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
28-Hayat Güzeldir - La vita è bella (1997)
Yönetmen: Roberto Benigni Oyuncular: Roberto Benigni, Nicoletta Braschi, Giorgio Cantarini

Benigni’nin esas başarısı trajik olanla komik olanı son derece özgün bir şekilde verebilmesi. Yakın geçmiş de dâhil şu ana kadar gördüğümüz onlarca ‘Yahudi soykırımı’ filmine nazaran, bu trajediye yalnızca ‘acı acı gülebileceğimiz şekilde’ yaklaşıyor Benigni. (...) Belki ‘Hayat Güzeldir’le komedide bir çığır açmıyor Benigni, fakat elindeki evrensel temayı özgün bir biçimde (işliyor). (...) Affınıza sığınarak doğru olduğuna inandığım bir tespitte bulunmak istiyorum Benigni’ye ilişkin olarak: Chaplin filmlerinde ‘güldürürken düşündürürdü’, Benigni ise ‘Hayat Güzeldir’de ‘düşündürürken güldürüyor’.” Sinema Nisan 1999 / Sayfa 22 –Burçin S. Yalçın
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
27-Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi - The Curious Case of Benjamin Button (2008)
Yönetmen: David Fincher Oyuncular: Brad Pitt, Cate Blanchett, Taraji P. Henson

Brad Pitt, Cate Blanchett ve Tilda Swinton’ın nefis performansları, Claudio Miranda’nın tablo görüntüleri ve Alexandre Desplat’nın kalbe seslenen notalarıyla birleşip, filmi gerçekten hafızamıza hapsediyorlar. İnsan, Pitt ve Swinton’ın otel lobisi ve mutfağındaki incelikli sahnelerini saatler boyu izlemek isteğine kapılıyor. Upuzun sinema tarihinde, Wong Kar Wai’nin ‘Aşk Zamanı’ ile birlikte perdeye yansıyan en unutulmaz nezaket ve hassaslık anları belki de bunlar. Tesadüfen uğradığımız yerkürede, ne denli önemsiz, bir o kadar da önemli olduğumuzu yeniden anımsamak ve hayat denen armağanın, o tarifsiz mucizenin değerini bir kez daha kavramak adına tanık olunması gerek bir film Fincher’ınki... Oya gibi işlenmiş ve şairin deyimiyle ‘hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak’ bir film...” Sinema Şubat 2009 / Sayfa 27 –Murat Erşahin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
26-Piyanist - The Pianist (2002)
Yönetmen: Roman Polanski Oyuncular: Adrien Brody, Thomas Kretschmann, Frank Finlay

Polanski içinse son derece kişisel bir proje söz konusu olan. Yönetmenin Szpilman karakteriyle belli bir özdeşleşme yaşadığını iddia etmek yanlış olmaz. Tıpkı filminin başkahramanı gibi, ailesi toplama kampındayken (hatta annesi ölürken) yaşama mücadelesi veren Polanski, çoğu kişinin yapacağının aksine duygu sömürüsünden uzak, asla ağlak olmaya çalışmayan bir soykırım filmine imza atıyor. Savaşı ve savaşın içindeki şiddeti filminde öne çıkartmasa da, benzerlerine kıyasla çok daha sarsıcı ve şoke edici kimi sahneler yaratıyor.” Sinema Mart 2003 / Sayfa 63 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
25-Amélie - Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain (2001)
Yönetmen: Jean-Pierre Jeunet Oyuncular: Audrey Tautou, Mathieu Kassovitz, Rufus

Açıkçası ‘Amélie’nin tüm dünyada gördüğü yoğun ilgi ve topladığı övgüler hiç şaşırtıcı değil. Belki de karşımızdaki Frank Capra’nın ‘Şahane Hayat’ından bu yana çekilmiş en iyi ‘kendini iyi hisset’ filmi. ‘Amélie’nin izleyici ile kurduğu sıcak iletişimden nasibini almamak veya salonu kötü duygularla terk etmek neredeyse imkânsız. Büyük ihtimalle hemen herkesin yüzünde bir tebessümle ve yer yer ufak gözyaşları dökerek seyredeceği ‘Amélie’, bir filmin belki de en büyük avantajı olan izleyiciye iyi hisler vermeyi dürüst, yaratıcı ve son derece iyi şekilde beceriyor. Dolayısıyla pek çok kişinin hayatının filmlerinden birisi olması da muhtemel.” Sinema Aralık 2001 / Sayfa 51 –Engin Ertan
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
24-Eşkıya (1996)
Yönetmen: Yavuz Turgul Oyuncular: Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Şen

Eşkıya’nın temelinde, kâh kendi başlarına kâh birbirleriyle iç içe geçerek karşımıza çıkan üç öğe bulunuyor: Masalsı anlatım, Doğulu tema ve aşk (mâlumu ilan etmek pahasına ‘Doğu’nun, Türkiye’nin değil dünyanın doğusunu ifade ettiğini belirtelim). ‘Eşkıya’, Turgul’un yazdığı ve/veya yönettiği filmlerin iki belirgin özelliğini (değişim teması ile mistik, masalsı öykü/üslup), ilk kez bu kadar ‘eşit’ ve yetkin biçimde biraraya getiriyor. Turgul, ‘Züğürt Ağa’dan bu yana ‘değişim’i el alıyor; filmlerindeki ana karakterleri değişim karşısında aldıkları tavırları ile tanımlamak mümkün: Değişime karşı bilinçli bir şekilde direnen ‘Muhsin Bey’, değişime uyum göstermeye çalışan ancak başaramayan ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ Haşmet Asilkan ve ‘Gölge Oyunu’nun, değişimin farkında bile olmayan, giderek bir çığ halini alan bu kartopunun altında kalmaya mahkûm görünen kahramanları Abidin ile Mahmut... Bu tema ‘Eşkıya’da da ön planda… Sinema Eşkıya Özel Sayısı / Sayfa 26 –Uygar Şirin
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
23-Bir Rüya için Ağıt - Requiem for a Dream (2000)
Yönetmen: Darren Aronofsky Oyuncular: Ellen Burstyn, Jared Leto, Jennifer Connelly

"Pi" ile bağımsız sinema içerisinden sağlam bir çıkış yapan Darren Aronofsky, ikinci filmi “Bir Rüya İçin Ağıt” ile lig atlamış ama benzer bir bağımsız ruhu korumayı becermişti. “Pi”nin yer yer deneysel sinemayı anımsatan siyah/beyaz görsel yapısına kıyasla daha ‘renkli’ olan film, hızlı kurgusu ve yoğun şekilde kullanılan müziğiyle benzer şekilde seyircinin algısını zorlayan bir etkiye sahipti ve tam anlamıyla ‘görsel ve işitsel bir deneyim’ idi. Hubert Selby Jr.’ın romanından yapılan bu uyarlama, her biri farklı şekillerde dibe vuran karakterleriyle bağımlılığın her şekline değiniyor, olabildiğince karamsar bir finale doğru ilerliyordu. Özellikle filmin sonu yaklaşırken hem biçim, hem de içerik açısından manipülatif bir tarz benimseyen Aronofsky, kimilerine göre bir başyapıta, kimilerine göreyse seyirciyi ani duygusal yükseliş ve alçalışlarla oradan oraya çalan acımasız bir duygu sömürüsüne imza atmıştı. Hayranlar veya mesafeli kalmayı tercih edenler bir yana, gerçekten de özgün bir biçime sahip olan “Bir Rüya İçin Ağıt” kısa zamanda son yılların en beğenilen filmlerinden birisine dönüşmüştü.
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
22-Er Ryan’ı Kurtarmak - Saving Private Ryan (1998)
Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Tom Hanks, Matt Damon, Tom Sizemore

Er Ryan’ı Kurtarmak’, sağ kanat Amerikan sinemacılarının savaşa olan yaklaşımlarının ne kadar içi boş, kof olduğunu kanıtlayan sarsıcı bir film. Bu filmin ve tuhaf hikâyesinin bize anlattığı tek şey de bu galiba: savaş, ahlaki ya da politik dersler çıkarılamayacak kadar korkunç, tuhaf ve gerçeküstü bir durum. Yüzbaşının dediği gibi ‘Adam öldürdükçe evimden daha çok uzaklaşıyorum’. Yani hedef kutsal bile olsa savaş insanı insanlıktan çıkaran bir olay ve sonuçta o trajediyi yaşayanların kazanacağı hiçbir şey yok. Spielberg, ABD toplumu için -hele onun gibi Yahudi kökenli biri için- anlamı hiçbir zaman tartışılamayacak, Avrupa’daki faşizmi sona erdiren bir savaşı anlatırken bile anti-militarist olmayı beceriyor ya, işte bu önemli bir erdem.” Sinema Ekim 1998 / Sayfa 19 –Mehmet Açar
Son 15 yılın en iyi 100 filmi
21-Babam ve Oğlum (2005)
Yönetmen: Çağan Irmak Oyuncular: Çetin Tekindor, Fikret Kuşkan, Hümeyra

Küçük arızalarına karşın ‘Babam ve Oğlum’ yılın en iyi filmlerinden biri. Irmak’ın önceki yapıtı ‘Mustafa Hakkında Her Şey’den farkı ise sinemasındaki yetkinlik kadar tavrında yatıyor: Irmak ‘Mustafa Hakkında Her Şey’de sükunetle yaklaşılabilecek kişi ve şeylere bile nefretle saldırıyordu, bu filmde ise nefretle saldırılabilecek şeylere bile ağırbaşlı bir öfke beslemekle yetiniyor, hatta çoğu zaman onları anladığını hissettiriyor. Böyle bakınca ‘Babam ve Oğlum’un mutlu sonla bitmesi de bana son derece doğal görünüyor. Büyümeye dair tüm öyküler mutlu sonla biter.” Sinema Aralık 2005 / Sayfa 25 –Uygar Şirin